8 Haziran 2018 Cuma

LOZAN ANTLAŞMASI

Bildergebnis für lozan antlaşması'nın gizli maddeleri nelerdir


Lozan Antlaşmasının Maddeleri a-) Sınırlar Suriye; 20 Ekim 1921’de Fransa hükümeti ile yapılan Ankara antlaşmasına göre belirlenmiştir. Yani böylelikle Hatay, Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalmıştır. Ancak 1939 yılında yapılan bölge referandumu ile Antakya, Türkiye’ye bağlanmıştır, Yunanistan; Mudanya Ateşkes Antlaşmasına göre belirlenmiştir. Yani Meriç ırmağı iki ülke arasındaki sınır olarak kabul edilmiştir. Irak; antlaşma sırasında çözülemeyen konulardan birisidir. Musul – Kerkük sınır anlaşmazlığı nedeniyle bu konu Türkiye ve İngiltere arasında 9 ay içinde çözümlenmek üzere ertelenmiştir, İran; imzalanan Kasr-ı Şirin antlaşmasına göre, Türkiye – Bulgaristan sınırı da 1913 İstanbul Antlaşması’na göre belirlenmiştir, Türkiye’de Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan adası haricindeki Ege adalarını Yunanistan’a vermiştir. On iki Ada ise İtalya’ya kalmıştır. Ancak 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İtalya’nın On İki Ada’dan çekilmesiyle birlikte Yunanistan’a bırakılmıştır.



b-) Boğazlar Üzerinde en çok durulan konulardan biridir. Bu konu ilk görüşmelerde bir sonuca ulaşmasa da daha sonra çözüme kavuşturulmuştur, Türklerin başkanlığını yaptığı komisyon kurulacak ve bu komisyon tarafından yönetilecektir, Boğazların iki tarafındaki 15 – 20 kilometrelik alan askerden ve silahtan tamamen arındırılacaktır, Ticaret gemileri bu boğazlardan barış zamanında serbest bir şekilde geçebilecek, savaş gemileri ise sınırlandırılacaktır, Boğazlara herhangi bir saldırı olması durumunda gereken önlem Milletler Cemiyeti tarafından alınacaktır. 

c-)Borçlar Osmanlı’nın 1854 tarihinden beri aldığı borçlar artık ödenemez hale gelmişti. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan Lozan Antlaşmasına göre TBMM heyeti Osmanlı’dan kalan borçları ödemeyi kabul etmiştir, Kalan borçlar, ayrılan devletler arasında paylaştırılmış ve ödenmek üzere taksite bağlanmıştır. Borçların Türk Lirası ya da Fransız Frangı olarak ödenmesi kararına varılmıştır, Genel Borçlar Yönetimi ve Düyun-u Umumiye İdaresi kaldırılmıştır. 

d-) Savaş Tazminatı Yunan Hükumeti’nin, Türkiye Cumhuriyeti’ne tazminat ödemesi kararı verilmiştir; ancak ülkenin ekonomik bakımdan zayıf olması sebebiyle bu tazminatı ödeyemeyeceği düşünülerek, Karaağaç ve çevresinin tazminat olarak Türkiye’ye bırakılacak. 

e-) Azınlıklar Türkiye sınırlarında yaşayan tüm azınlıklar Türk yurttaşı sayılmıştır, Azınlıklara tanınan ayrıcalıklara son verilmiş, azınlıkların Türk vatandaşlarına verilen haklardan yararlanmaları sağlanmıştır. Bu madde sayesinde Avrupalı devletlerin iç işlerimize karışması engellenmiştir, Azınlıklarla ilgili alınan kararlardan biri de nüfus mübadelesi kararıdır. Bu karar ile Türkiye’de yaşayan Rumlar ve Yunanistan’da yaşayan Türkler yer değiştirmiştir. Nüfus Mübadelesine İstanbul ve Batı Trakya’da yaşayanlar dahil edilmemiştir. 

f-) Kapitülasyonlar TBMM’nin kararlı olduğu ve kesinlikle taviz vermediği konu olarak bilinmektedir. Yabancı devletlere tanınan ayrıcalıklara tamamen son verilmiştir. Kapitülasyonları fırsat bilerek ülkemizde faaliyet gösteren ticaret kuruluşlarına, TC yasalarına uyma zorunluluğu getirilmiştir. 

g-) Patrikhane Ortodoksların dini merkezi olan bu kurumun, siyasi faaliyette bulunmamaları şartıyla İstanbul’da kalması kararlaştırıldı. 

h-) Yabancı Okullar Yabancı okulların, Türkiye’nin koyduğu yasalara uygun bir şekilde faaliyetlerine devam edebilmesi kararı alınmıştır, Bu okulların düzenlenmesinin Türk hükümeti tarafından yapılacağına karar verilmiştir. Bu sayede okullarda dini ve siyasi içerikli eğitim verilmesi engellenmiştir. Bu konu Fransız, Vatikan ve Türkiye arasında daha sonra tekrar bir sorun haline gelmiştir.

Lozan’ın Sonuçları Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı ve Misak-ı Milli, itilaf devletleri tarafından resmen tanınmış ve kabul edilmiştir, Bu antlaşmanın yapılmasıyla birlikte Türkiye’yi zor durumda bırakan Sevr antlaşması geçersiz hale gelmiştir, Kapitülasyonlar kesin olarak kaldırılmış ve Türkiye Cumhuriyeti ekonomik özgürlük kazanmıştır, Verilen bağımsızlık mücadelesi ve bazı devletlere umut ışığı olmuştur, Rum ve Ermeni iddiaları tamamen sona ermiştir, Bu antlaşmadan sonra Batılı devletlerle ilişkiler yumuşamaya başlamış ve inkılaplara ortam hazırlanmıştır, Askeri zaferler sonrasında siyasi zaferler kazanılmıştır, Kürdistan kurulması engellenmiştir. Dış politikaların esasları belirlenmiş ve sulh sağlanmıştır. Lehimize Çözüme Ulaşan Konular Savaş tazminatı lehimize çözümlenen konulardan biridir, Kapitülasyonlar tamamen kaldırılmış böylece Türkiye ekonomik bağımsızlığına kavuşmuştur, Azınlıklar konusunda kesinlikle ödün verilmemiş ve dış devletlerin iç işlerimize karışması engellenmiştir, İtilaf Devletlerinin İstanbul’u boşaltması da lehimize çözümlenen konulardan biridir, İlk görüşmelerde aleyhimize sonuçlanmasına rağmen Boğazlar ve Hatay sorunu daha sonradan lehimize çevrilen bir konu olmuştur. Aleyhimize Çözümlenen Konular Batı Trakya’nın Yunanlılara bırakılması aleyhimize sonuçlanan konulardan biridir, 12 Ada’nın kaybedilmesi ve bir daha geri alınamaması, Osmanlı borçlarının Türkiye Cumhuriyeti tarafından ödenmesi, Patrikhane’nin İstanbul’da kalması. Lozan’ın imzalanma anı. İsmet Paşa imzayı atıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Lozan’dan Beklentileri Türkiye’nin sonra çözüme ulaştırmak istediği konulardan en önemlisi kapitülasyonlardı. Meclisin en önemli beklentisi kapitülasyonları geçersiz kılarak Türk Devleti’nin bağımsızlığını kazanmasıydı. Amaçlardan bir diğeri ise Ermeni devletinin kurulmasını engellemekti. Türkiye ve Yunanistan arasında sorun haline gelmiş olan konulardan adalar, tazminat, Batı Trakya ve nüfus değişimi sorunlarını çözüme kavuşturmak. Avrupalı devletler ile aramızdaki sorunları çözerek barış elde etmek. NOT: İtilaf Devletleri ikilik çıkarmak amacıyla Konferansa hem TBMM’yi hem de Osmanlı Hükümeti’ni çağırmıştır; lakin 1 Kasım 1922 tarihinde saltanatın kaldırılması ile birlikte bu ikiliğe son verilmiş ve bir sorun yaşanmamıştır. Lozan’ın Fransızca orjinal halinden bir resim. Lozan Barış Antlaşması’nın Önemi Türkiye Cumhuriyeti lideri Mustafa Kemal Atatürk, Yunanlıların verdiği zararı diğer devletlere gösterebilmek adına görüşmelerin İzmir kentinde gerçekleşmesini istemiştir; Fakat Atatürk’ün bu isteği kabul edilmemiş ve Lozan Barış Konferansı İsviçre’nin Lozan kentinde imzalanmıştır. Söz alan temsilcimiz İsmet İnönü “Hürriyet ve istiklâl istiyoruz” diyerek Türk devletinin kararlılığını belirterek, hiçbir konuda ödün verilmeyeceğini tüm dünyaya duyurmuştur. Bu barış antlaşması 16 sözleşme, beyanname, esas nüsha, protokol ve nihai senetten oluşmuştur. Bu sözleşmede sözler veren devletler, sözlerinde durdukları için antlaşma uzun yıllar boyunca geçerli sayılmış ve günümüzde halen yürürlükte kalmayı başarmıştır. Bu antlaşmanın yürürlükte kalmasının en önemli sebebi olarak Türk devletinin barışçı yaklaşımı gösterilebilir. Mezarlıklar konusu da çok net şekilde açıklanmış ve Türkiye’nin egemenliği korunmuştur. Metni imzalayan yetkililer. İlk imza İsmet Paşa’nın. Lozan’da çözülemeyen konular 1923 ile 1939 tarihleri arasında çözülmüştür. Lozan Barış Antlaşması sayesinde Türkiye, eşit ve bağımsızlığını kazanmış bir devlet olarak kamuoyu tarafından kabul edilmiştir. Türkiye’nin bağımsızlığını kazanmasının en etkili sebebi kapitülasyonların kaldırılması olmuştur. Kapitülasyonların kaldırılmasıyla yabancı devletlere verilen ayrıcalıklar son bulmuştur. Bu antlaşma sonrasında Türk vatandaşları eşitlik ve bağımsızlık kazanırken, azınlıkların da bütün hakları güvence altına alarak eşit şartlarda yaşamlarını sürdürmeleri benimsenmiştir.



3 Haziran 2018 Pazar

KESK'liler gözaltına alındı

İhraç edilen KESK'lilerin eylemine polis müdahalesi: 10 kişi gözaltına alındı


İhraç edilen KESK'lilerin eylemine polis müdahalesi: 10 kişi gözaltına alındı

Olağanaüstü Hal (OHAL) kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile işlerinden ihraç edilen Kamu Emekçileri Sendikası (KESK) üyelerinin her hafta İstanbul Bakırköy Meydanı’nda gerçekleştirdiği eyleme polis müdahale etti.
Açıklama yapmak için meydana gelen 10 KESK üyesinin etrafını saran polisler, yapılan eylemin sonlandırılmasını istedi.
Bunun üzerine demokratik haklarını kullandıklarını belirterek eylemlerine devam edeceklerini belirten KESK’liler polisler tarafında gözaltına alındı.
Gözaltına alınan ve Vatan’da bulunan İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne götürülen 10 kişinin isimleri şöyle: Dilbirin Acar, Nimet Erben, Dursun Doğan, Filiz Doğan, Özge Astan, Nuray Şimşek, İlhan Koyu, Nuğyen Nedim, Ayla Mamati ve Nursel Tanrıverdi.

4 şeker fabrikasının satışına daha onay


4 şeker fabrikasının satışına daha onay

Birgün'den Hüseyin Şimşek'in haberine göre: Hükümetin alelacele satışa çıkarttığı 14 şeker fabrikasından dördünün daha satışı onaylandı. Özelleştirme Yüksek Kurulu Elbistan, Alpullu, Burdur ve Muş şeker fabrikalarının özelleştirilmesine onay verdi. Satışlara ilişkin kararlar dün Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Buna göre Elbistan Şeker Fabrikası 297 milyon TL’ye Mutlucan Tuz Madencilik İnşaat Turizm Otomotiv Petrol Ticaret AŞ’ye, Alpullu Şeker Fabrikası 150 milyon TL’ye Binbirgıda Tarım’a, Burdur Şeker Fabrikası 487 milyon TL’ye Erser Grup-Sterk Grubu ortaklığına, Muş Şeker Fabrikası da 230 milyon 200 bin TL’ye MBD İnşaat- Öz Er-Ka İnşaat Ortak Girişim Grubu’na verildi.
Fabrikalar birer birer yandaşlara satıldı
Büyük tepki çeken özelleştirmelerde fabrikalar parça parça satılırken bünyelerindeki arsalarla birlikte bedelinin çok altına iktidara yakın şirketlere devrediliyor. Daha önce satışı gerçekleştirilen Bor Şeker Fabrikası’nı 336 milyon TL’ye satın alan Doğuş Gıda, 275 milyon TL’ye de Yozgat Şeker Fabrikasını satın aldı. Kırşehir Şeker Fabrikası 330 milyon TL ile Tutgu Gıda’ya satılırken, Kayseri Şeker Fabrikası ise 569 milyon TL’ye Turhal Şeker Fabrikasını satın aldı. Elbistan Şeker Fabrikası, 297 milyon TL bedel ile Mutlucan Tuz Madencilik İnşaat Turizm Otomotiv Petrol Nakliye Sanayi ve Ticaret AŞ’nin oldu.
Çorum Şeker Fabrikası ise 528 milyon TL ile Safi Katı Yakıt Şirketi’ne satıldı. Satış kararı henüz Resmi Gazete’de yayımlanmayan Erzincan ve Erzurum Şeker Fabrikaları ise 287 milyon TL ile hükümete yakınlığı ile bilinen Albayrak Turizm Seyahat İnşaat Ticaret AŞ’ye satıldı. Bu fabrikaların düşük bedelle satışı tartışmalara konu oldu. Zira, Erzincan Şeker Fabrikası’nın kent merkezinde 641 bin metrekare, Erzurum’un ise 872 bin metrekare arazisinin bulunduğu ve bu arazilerin bedelinin dahi satış rakamlarından fazla olduğu ifade edildi.
Konya’ya tekstil firması
Konya’da bulunan Ilgın Şeker Fabrikası da sektör dışı firmalara satılan fabrikalar arasında yer aldı. Fabrikayı 637 milyon TL ile Alteks Tekstil satın aldı. Afyon Şeker Fabrikası da 725 milyon TL’ye Doğuş Gıda’ya satılırken alıcısı çıkmayan Kastamonu Şeker Fabrikası ise daha sonra yeniden ihaleye çıkartılacak.
Sırada 10 fabrika var
Toplam 24 şeker fabrikasından 14’ünün satışına dönük kararın ardından 10 şeker fabrikası da sıranın kendisine gelmesini bekliyor. Cumhuriyet döneminin en büyük kazanımlarından biri olarak gösterilen ve sağlıklı şeker tüketimini sağlayan, özelleştirme kapsamına alınmayı bekleyen fabrikalar arasında Ankara Şeker Fabrikası, Eskişehir Şeker Fabrikası, Kars’ın tek fabrikası olan Kars Şeker Fabrikası da yer alıyor.
Milyonlarca lira zarar
Şeker-İş Sendikası 2012 yılındaki özelleştirmelerde oluşan fiyatlar üzerinden yaptığı hesaplamaya göre bu 4 fabrikanın ucuza satılmasından dolayı devletin toplamda 415 milyon 320 bin lira zarar ettiğini bildirdi. Yapılan bu hesaplamaya göre Elbistan 120.4 milyon, Muş 120 milyon, Burdur 119.9 milyon ve Alpullu şeker fabrikası da 55 milyon lira civarında daha ucuz fiyatlara satıldı.
Sendikanın yaptığı hesaplamaya göre, ÖYK’nın satışlarını onayladığı fabrikalardan dolayı kamunun uğradığı zararın 2 milyar 45 milyon lirayı buluyor. Şeker-İş, ucuza satıldığı ve büyük miktarlarda kamu zararı oluştuğu gerekçesiyle ihalelerin ve ÖYK kararlarının iptali istemiyle her bir satışa dava açtı.

30 Nisan 2017 Pazar

YAŞASIN 1 MAYIS!

YAŞASIN 1 MAYIS!

 1 mayis ile ilgili görsel sonucu      1 mayis ve tdkp ile ilgili görsel sonucu

1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı, işçi ve emekçiler tarafından dünya çapında kutlanan, birlik, dayanışma ve haksızlıklarla mücadele günü. İlk kez 1856'da Avustralya'da taş ve inşaat işçileri 8 saatlik iş günü için yürüyüş düzenlediler. 1886'da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde 8 saatlik çalışma talebiyle iş bıraktılar. Gösteriler tüm harareti ile devam etti ve kanlı Haymarket olayı gerçekleşti. 1889'da ikinci Enternasyonel'de 1 Mayıs'ın 'Birlik, mücadele ve dayanışma günü' olarak kutlanmasına karar verildi. Günümüzde sosyalist ülkeler ve daha birçok ülkede 1 Mayıs'ı işçiler büyük bir kitleyle kutlar. Bazı ülkelerde de siyasal bir eylem biçimini de alır.

1 mayis ile ilgili görsel sonucu


TÜRKİYE’DE 1 MAYIS

1912 yılında İstanbul’da ilk 1 Mayıs kutlaması gerçekleşti. 1923 yılında yasal olarak “İşçi Bayramı” ilan edildi. 1924 yılında hükümet kutlamaları yasakladı.
70’li yıllar…

1976 yılında Taksim’de  Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu organizasyonu olarak gerçekleşti. 1977 yılında kimsenin unutamadığı kanlı 1 Mayıs yaşandı. 500 bin kişinin katıldığı 1 Mayıs’ta ateş açıldı ve göstericilerin 34’ü hayatını kaybetti. Ardından 1978’de Taksim meydanına yüzbinlerce kişi geldi. 1979’da Sıkıyönetim Komutanlığı mitinge izin vermedi ve sokağa çıkma yaşağı ilan etti. Sokağa çıkma yasağına rağmen yüzbinlere ulaşan rakamlarla 1 Mayıs kutlandı.

2000’ler…

2006 yılında en geniş katılımın yaşandığı ilçe Kadıköy oldu. 2007 yılında 1 Mayıs’ı tekrar Taksim’de kutlayarak aynı zamanda 1977’de olan olayları anmak isteyen grupları polis silah, biber gazı, gaz bombası kullanarak durdurmaya çalıştı. 2008 Nisan’ında, 1 Mayıs’ın “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kutlanması kabul edildi. 2010 1 Mayıs 140 bin kişinin katılımıyla Taksim’de kutlandı.

2013  1 Mayıs’dan 4 ay önce Taksim’i Yayalaştırma projesi adı altında 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanılması yasaklanmasına rağmen bazı gruplar Taksim’de kutlamaya çalıştı. Polis, göstericilere izin vermedi ve göstericilere karşı ateşli ve ateşsiz silah kullandı. Hastanelere gaz bombası atıldı ve ambulanslar durduruldu. 

1977’den sonra olaylı bir 1 Mayıs olarak tarihe geçti.

9 Ocak 2017 Pazartesi

KÜRESEL SERMAYENİN TAPINAĞI


           KÜRESEL SERMAYENİN

                   TAPINAĞI 

                         VE                    

       BAYKUŞ İMPARATORLUĞU

KÜRESEL SERMAYENİN TAPINAĞI – BOHEMİAN CLUB 
CIA’in 1953’te başlattığı meşhur MK-ULTRA zihin kontrolü projesinin alt kolu olan Monarch (Hükümdar) programı çerçevesinde küçücük kızıyla beraber sayısız tecavüze, hem fiziki hem de psikolojik barbarlık, taciz ve işkenceye uğratılan Cathy O’Brien’ın (kurtarıcısı Mark Phillips’le birlikte) 1995’te yazdığı ve Türkçeye “Baykuş İmparatorluğu” şeklinde tercüme edilen “Trance-Formation of America” adlı eserden öğreniyoruz ki, Telegramcı “Yeni Dünya Düzeni”nin yolu fuhuş ve pornodan geçiyor.
Uzaktan elektromanyetik zihin-beden kontrolü ve yönlendirmesi olarak nitelendirebileceğimiz Telegram’ın ABD’deki bir önceki teknik, teknolojik ve metodolojik seviyesine tekabül eden MK-ULTRA-Monarch programı çerçevesinde zihnen kontrol edilip yönlendirilecek kurbanlar, çoğu daha bebekken seçiliyor, ilk çocukluklarından başlayarak ensest ve pedofili saldırılarına, akıl almaz bedenî ve psikolojik işkencelere, elektrik şoklarına, zorla ilaç ve uyuşturucu kullanımına maruz bırakılıyor.
Kendilerine her vesileyle “travma” yaşatılıp, daimi bir HİPNOZ ile de desteklenerek, bu kurbanlarda “çoklu şahsiyet bozukluğu” veya “bölünmüş kimlik bozukluğu” denilen bir rahatsızlık kökleştiriliyor. Travma doğurucu işkenceler belli bir dönemle de sınırlı kalmıyor, bu süreçte ölenlerin veya kasten öldürülenlerin arasından sıyrılıp da sağ kalmayı başaran kurbanlara hayatları boyunca tatbik ediliyor.
Sonuçta kendi iradelerini neredeyse tamamen yitirip bir “Mankurt”a dönüşen bu zavallılar, biri diğerinden habersiz sayısız “şahsiyet” halinde kendi içinde bölünüyor, aynı insanda toplu tüm bu farklı “şahsiyet”lere Batılı-Batıcı Yeni Dünya Düzeni’nin casusluğu, fahişeliği, tetikçiliği, kaçakçılığı, ayakçılığı, hizmetçiliği yaptırtılıyor. Hipnotik bir metodla programlandıkları için de kendi normal (!) zamanlarında tüm bu yaptıklarını hatırlamıyorlar. (özellikle bazı politikacıların, aydınların ,sanatçıların söylediklerini, yaptıklarını inkar etmesi !)
“Köle”lerinin hafızasızlığına, devlet ve dünya iktidarlarına sonsuzca güvenen “efendi”ler ise, bu zavallılar üzerinde tüm sapıkça, hayvanca ve sadistçe arzularını tatmin ediyorlar. Dilediklerine diledikleri gibi tecavüz ediyor, dilediklerini öldürüyor, yaralıyor veya sakat bırakıyorlar. Yine de işi şansa bırakmamak için, 30 yaşını geçen “zihin kontrolü köleleri”ni çoğu ortadan kaldırmayı tercih ediyorlar. (kazayla,intihar süsü…)
Ne var ki “program”da umulmadık aksamalar yaşandığı da oluyor ve Cathy O’Brien, Brice Taylor, Kathleen Sullivan gibi kurbanlar bu cendereden bir şekilde kurtulup, yıllar süren ve çok masraflı psikolojik tedavilerden sonra “hafıza”larını geri kazanıyor, “bölünmüş şahsiyet”lerinin derinliklerinde yatan sırları gün yüzüne çıkarabilecek imkanı buluyor. Bununla da kalmayıp, her biri bu yaşadıklarını kitaplaştırıyor.
“Yeni Dünya Düzeni”nin Amerikalı mimar, idareci ve icracılarının akla hayale gelmedik barbarlık, fuhuş ve sapkınlıkları yer yer delilli ispatlı şahitliklerle tek tek ifşa ediliyor. “Zihin kontrolü köleleri”nin zorla fahişelik yaptığı Gerald Ford’tan Ronald Reagan’a, George W. Bush’tan Bill Clinton’a, Dick Cheney’den Hillary Clinton’a, en üst seviyeden en alt memura kadar, kimi pedofil, kimi nekrofil, kimi homoseksüel, kimi lezbiyen, kimi sadist, artık “Lut kavmine parmak ısırtır” hatırınıza ne gelebiliyorsa hepsi olanca çirkefliğiyle ortalığa saçılıyor. Bir diğer ifadeyle, “tetikçi fahişe” olarak programlanan Kathleen Sullivan, şu sözleriyle kesinlikle abartmıyor:


– “Sullivan, Lücifercilerin [Satanist Elit’in], alt sınıfları hayvan olarak gördüğüne, aşağı ırktan olduklarını düşündüklerini safha safha yok etmeyi tasarladıklarına inanıyor. Onlar Lucifer’in [Şeytani arzuların] açıkça uygulanabileceği, pedofili ve hayvanlarla cinsi ilişki gibi bazı aktivitelerin kanunileştirileceği yeni bir dünya düzeni yaratmak istiyorlar.”
[Jim Keith, Amerikan Derin Devleti ve Beyin Yıkama Operasyonları,  Nokta Yayınları, İstanbul 2006]
Amerikan başkanlarının zorunlu fahişesi” Cathy O’Brien’ın söyledikleri “bile” bizce yeter: – “Zihin kontrolü gerçektir. MK-Ultra Hükümdar Projesi travmaya dayalı zihin kontrolü altında, kendi hür irademi, düşüncelerimi kontrol etme kabiliyetimi kaybettim. Ne soru sormayı, ne muhakeme yapmayı, ne de şuurlu olarak kavramayı becerebiliyordum ; sadece bana söylenilenleri yapıyordum. Zihnimi ve sonuç olarak tüm davranışlarımı kontrol edenler, kendilerinin “uzaylı”, “şeytan” ve “tanrı” olduklarını iddia ediyorlardı. Ama Yeni Dünya Düzeni peşinde koşan hainlerin terör amaçlı iddialarına ve hayâllerine rağmen, dünyaya ait insanlar olduklarını kendi tecrübelerimden biliyorum. Gerçekten de bizim için geçerli olan tabiat kanunları onlar için de geçerli. Beni dini, annelik içgüdülerimi ve insanlara art niyetsiz yaklaşımımı kullanarak manipüle ettiler ama iç varlığıma asla “sahip olamadılar”. Beni kendilerinden biri yapamadılar. İnsan ruhunun gücünün ne kadar büyük olacağını hesaplamamışlardı. Hatta bunun varlığından bile haberleri olmamıştı. İşte bu yüzden üzerimde başarılı olamadılar.”



BAYKUŞ İMPARATORLUĞU ve ANGELİNA JOLİE !
[Mark Philips – Cathy O’Brien, Baykuş İmparatorluğu -Bir CIA Zihin Kontrolü Kölesinin Gerçek Yaşam Öyküsü-, Trc: Uğur Alkapar, Aykırı Yayınları, İstanbul 2002]
– "Global Çete’nin gizli örgütleri içinde en esrarlısı olan ve bugüne kadar hakkında örgütün yapısı ve işleyişine dair ülkemizde hiçbir kitap yazılmayan, Bohemian Club’dır. Anılan örgütte genellikle Temmuz ayında iki Cumartesi-Pazar’ı da kapsayacak bir süre içinde ABD’nin global elitleri(!), global seçkinleri, yani tüm dünyaya büyük adam diye yutturulan ABD’li örgüt üyesi kodamanlar, bir yandan global dünyayı yönetmek için kararlar alırken, öte yandan da nekrofili (ölüye tecavüz) dahil her türlü cinsi sapıklık ve sapkınlıklarını tatmin ediyorlar. Bununla da kalmayıp, modern insanın çoktan terk ettiği, pagan dinlerinden kalma dev bir baykuş (Moloch) heykeli altında gam yakma töreni diye adlandırdıkları sözümona sembolik insan yakma törenine de katılıyorlar. Üstelik işledikleri bu alçakça suçları kendi çıkarttıkları kanun ile suç kapsamı dışına alarak Amerikan adaletinin içyüzünü sergilemiş oluyorlar. George W. Bush başta olmak üzere birçok ünlü Amerikan Başkanı ve devlet adamı bu gizli örgütün üyesidir.”


[Talat Turhan – Faik Kurtulan, Küresel Sermayenin Tapınağı Bohemian Club, İleri Yayınları, İstanbul 2006]

(Radikal dincilerin arzuları Arap Baharından sonra birbir ortaya çıktı, Mısır’da mesela, Nekrofillik için yasa talep ettiler….)


“Baykuş İmparatorluğu”

Cathy O’Brien’ın anıları olarak "Bir CIA Zihin Kontrolü Kölesinin Gerçek Yaşam Öyküsü" alt başlığı ile yayınlanan “Baykuş İmparatorluğu” kitabında Holywood yıldızları ile Amerikan yönetimin en üst düzeyden yetkilileri arasındaki ilişkiye dair pek çok ipucu yer almaktadır. Dünyanın egemen gücü olarak dünyanın her ülkesine müdahale etmeyi kendilerinin bir hakkı olarak gören ABD elitlerinin sapkın tercihlerini konu alan bu kitabı, dünyada olan biteni anlamak isteyen herkes okumalıdır. Kendisi de bir seks kölesi olarak programlanan yazarın, küçük kızının da daha çocuk yaşta seks kölesi haline getirilme sürecine sokulduğunu anlayan bir annenin, annelik fıtratının koruma içgüdüsü ile harekete geçerek ABD’yi yöneten elitin mahrem hayatının pisliklerini ortaya seren bu itirafları bir yönüyle tiksindirici unsurlar içerse de hayra hizmet açısından takdir edilmelidir.
Bu anıları psikanalitik bir okumaya tabi tutarsak ABD’nin dünyaya yön vermek iddiasındaki isimlerinin; George W. Bush’dan Dick Cheney’e, Madeleine Albright’tan Hillary Clinton’a rezilane tablolar sergiledikleri görülür.

İslam Ülkeleri Liderlerine Cinsel Tuzaklar
Kitabın bir bölümünde ,Suudi Arabistan’ın ABD büyükelçisi olan Suud Kraliyet Ailesi’nden bir prensin (Bender bin Sultan bin Abdulaziz) cinsel ihtiyaçlarının resmi yönetimin bilgisi altında, bazı görevliler tarafından karşılanması hakkındaki bilgiler ile İslam ülkeleri yöneticilerinin cinsel içerikli şantajlara muhatap kalmasında, haklarında oluşturulan bu cinsel eğilim dosyalarının -ve muhtemel ki görüntü arşivlerinin- bir yeri olduğu kesindir.


Ülkesinin Washington’daki elçilik görevini üslendiğinde orada tam 22 yıl kaldı, bu süre zarfında Amerika’daki diplomasi ağının generali, Cumhuriyetçi partinin siyasilerinin özellikle de Baba ve oğul Bush’un yakın dostu oldu. Yazar Bob Woodward kitabında, Irak savaşının ayrıntılarına dönemin Savunma Bakanı Powell ve diğer bakanlar sahip olmadan önce Bender bin Sultan’ın bunları bildiğini yazmıştır. Sırada Suudi Arabistan vardır. Birinci sınıf prenslerin hayata gözlerini yumması ve geride kalıp tahta aday olanların önemli bir bölümünün yaşlanmasıyla birlikte Suudi Arabistan’da yönetim meselesi son derece rahatsız edici bir konu haline gelmiş durumda. Özellikle de Abdülaziz’in torunlarının sayısının bu kadar çok olduğu göz önüne alındığında. Bu net tablo içerisinde Prens Bender’in yükselişinin, Suudi Arabistan’ın etrafında ciddi siyasi dalgalanmalar yaşarken işin sonuna gelindiğini ya da bu yolda önemli adımlar atıldığını mı gösteriyor? Ve son olarak Prens Bender’in yeni görevine atanması, yavaş yavaş davulları çalınmaya başlanan savaşın göstergesi sayılabilir mi? Her halükarda durum oldukça ciddi! (basından Temmuz 2012)
(Son seçim sürecinde MHP’nin maruz kaldığı şantaja, hattâ CHP Genel Başkanlığı görevini terk etmek zorunda bırakılan Deniz Baykal’ın başına gelenlere bu açıdan bakılırsa net anlaşılabilecektir.!)

Marilyn Monroe’dan Angelina Jolie’ye…


“Baykuş İmparatorluğu” kitabında O’Brien, Marilyn Monroe’yu Zihin Kontrolü operasyonuna tabi tutularak ABD başkanları için hizmete sunulmuş ‘seks kölelerinin ilk örneği’ olarak takdim etmektedir. Gerçekten de ölüm sebebi resmi evraklarda aşırı dozda yatıştırıcı ilaç alımı sonucu intihar olarak kayıtlara geçen Marilyn Monroe’nun ölümündeki sır hala gizemini korumaktadır. Zamanın ABD başkanı John F. Kennedy (ölümü ve sözde katili hala şüpheli !) ve başkanın erkek kardeşi Bobby Kennedy (ölümü şüpheli) ile sürdürdüğü eş zamanlı ilişkinin yol açtığı psikolojik ve siyasi sorunların CIA’yi harekete geçirerek Marilyn Monroe’nun 5 Ağustos 1962 tarihinde henüz 36 yaşında ölümü ile sonuçlanan sürecin düğmesine basıldığı yaygın bir kanaattir.
Kendisi de ABD elitlerinin ‘hayvani’ zevklerinin tatmini için kullanılan Cathy O’Brien’ın anıları; Marilyn Monroe’dan sonra da devam ettiği anlaşılan ‘seks kölesi üretimi’ yanı sıra pek çok Holywood ve müzik sektörü yıldızının CIA operasyonlarında kullanıldığını göstermektedir. Bazı müzik yıldızlarının ülke içi turnelerinin eroin ve kokain sevkiyatı için önemli bir kanal haline getirildiği anlaşılmaktadır.
Daha sonra ABD başkanı olacak Bill Clinton’un daha Arkansas eyaleti valiliği sırasında bir kokain bağımlısı olduğunu dile getiren satırların arka planında CIA’nin ABD içerisinde kokain trafiğinin tam ortasında olduğu da ima edilmektedir. Cathy O’Brien’ın Bill Clinton ile ilgili anılarını içeren bölümde halen ABD Dışişleri Bakanı olan Hillary Clinton’un özel cinsel tercihleri ile ilgili satırlar da okunabilir.
Angelina Jolie’nin bir süredir ABD’nin operasyon bölgelerinde aktif olarak “faaliyet” göstermesi konusuna bu itiraflar ışığında bakıldığında konunun ABD yönetimine uzanan ayaklarını görebiliriz. Afganistan’dan Etyopya’ya, Libya’dan Hatay’a her ‘üretilmiş kriz’ bölgesinde ‘bir halkla ilişkiler kahramanı’ olarak boy gösterip fotoğraf veren Angelina Jolie’nin bu çalışmalarını “bir iyi niyet meleği”nin naif çabaları olarak görmek için oldukça saf olmak gerek. Cinsel yöneliminin biseksüel olduğunu itiraf eden Jolie’nin aktif olarak sürdürdüğü bu faaliyetlerinden bir hayır ummak imkânsızdır.


VE İNANÇ YÖNÜ
Kendilerini ,hangi dine mensup olurlarsa olsunlar, "dini imanı bir" olarak tanıtarak ta tüm dünyayı kandırmaktadırlar. Ayrıca 3 semavi dinin tek bir ilah’a inanması , tek bir yerden çıkması onları hiç ama hiç ilgilendirmiyor, aksine ayrıştırmaya çalışıyorlar. Bağnaz, fanatik ve gönderilen öğretilerle hiç alakası olmayan bu dincilerin finansal olarak desteklenmesiyle de " MUSEVİLİK,HIRİSTİYANLIK VE MÜSLÜMANLIK" , yani KISACA 3 dinin bütünün olan İSLAM "BARIŞ" DİNİ çok farklı bir şekillerde anlatılıp, insanların üzerinde bir antipati yaratma gayreti içindedirler. Çünkü onların yegane hedefi GÜÇ’tür, nereden ve nasıl geldiği önemli değildir. Kendileri hiçbir şekilde bu üç büyük dinden hiçbirine mensup değildirler. Gerçek dindar insanların (hangi dine mensup olursa olsun) buna kanmadığını da belirtmek gerek.
Orta Doğu’da estirilen "Arap Baharları" nın birçok senaryoları mevcuttur. 
A planı tutmaz ise B planı, o da tutmaz ise C ve D planları ortaya sürülür.Bunlardan biri de Youtube ‘da yayınlanan ve müslümanları galyana getiren , islamı karalayıcı, propaganda filmin nelere kadir olduğu görülmüştür. Bunu gören diğer dinlere mensup dindar olanlar da "Müslüman" olan herkesi barbar ve vahşi olarak algılar. Yani bu bohemci, illuminatici, yeni dünya düzenciler ,hedeflerine bu şekilde ulaşmaktadır..!
Bu yüzden dikkatli olmalıyız. Tüm duyularımızı açık tutacak ve arkasında ne olduğunu düşünerek hareket edeceğiz.
Hatta gördüğümüz, duyduğumuz ve okuduğumuz herşeye sorgusuz sualsiz inanmayacağız.
Çünkü "yöneticiler", bildiğimiz "varlıklardan" değiller

Körfez Savaşı’nda esir düşen bir Amerikan askerinin beyni yıkanarak ülkesi aleyhine kışkırtılır. Artık Ben Marco, ülkesine karşı bir görev üstlenmiştir. Burada bilincini kaybeden Marco, başkan adayı olan Raymond Shaw’ın bir kahraman olup olmadığı konusundaki soruları zamanla çözmeye başlar.

Soğuk Savaş döneminde anti-komünizm filmleri bilimkurgu filmleri olarak tasarlanırdı. Genelde dünyayı ele geçiren uzaylılar metaforuyla ABD’yi ele geçirmesi muhtemel "yabancı"lar ve elbette ki Amerikan yaşam tarzını ve düşünce sistemini kökten değiştirecek Kominizm "bela"sı işlenirdi.
Tam anlamıyla bir anti-komünizm filmi değil, film boyunca özdeşleşme yaşadığımız kişilerin arasında kominüzme pek de soğuk bakmayan insanlar da var. Öte yandan senaryonun izleyicinin nefretini ele geçirmeyi planladığı en önemli karakterler de anti-komünistler. Ama filmin ana teması komünistlerin Kore’de Amerikan askerlerinin beyinlerini yıkamaları sonucu gelişen olası felaketler olunca filmin dengesi de sağa doğru kayıyor ister istemez.!
BİR DOLARIN ÜZERİNDEKİ BAYKUŞ !
Bu “sapkın dünya düzeni” heveslilerinin çirkin yüzlerini görelim.

DEMOKRASİ BİR YALANDIR… VE TÜRKİYE’DE UZANTILARI VARDIR..! GÖRENE ve ANLAYANA TABİİ…

"Amerikalılar dünyayı filmleri gibi sanıyorlar, kendi çektikleri filmlerde hep kendileri kazanıyorlar. Zannediyorlar ki her yerde öyle olacak."
Atilla Ilhan



İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *