8 Haziran 2015 Pazartesi

1928'den Günümüze Müslüman Kardeşler ve Hedef!

1928'den Günümüze Müslüman Kardeşler,


Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da başlayan halk ayaklanmaları önce Tunus’ta bin Ali’nin, ardından Mısır’da Hüsnü Mübarek’in yıkılmasına neden oldu. Bu rejimlerin yıkılmasıyla bu ülkelerde bundan sonra ne olacağı en çok tartışılan mesele olmaya devam etmektedir.
Mısır’daki en büyük muhalefet durumundaki Müslüman Kardeşler’in (İhvan-ı Müslim) ne yapacağı ise en çok merak edilenler arasındadır.
Bu yazımızda, kuruluşundan bugüne bu örgütü değerlendirmeye çalışacağız.
KURULUŞU VE İLK YILLARI
Bir ilkokul öğretmeni olan Hasan El- Benna tarafından 1928 yılının Mart ayında Mısır’ın İsmailiye şehrinde kuruldu. Kurulduğu günden bu yana Mısır’da siyasi süreçleri etkilemesinin yanı sıra İslam dünyasının pek çok ülkesinde de İslami hareketler için siyasi-ideolojik temel oluşturduğu söylenebilir.
Hasan el-Benna, Nil deltasındaki El Buheyre şehrinin Mahmudiye kasabasında doğdu. Babası Ahmet bin Abdurrahman bin Muhamed el-Benna el Saati âlim olmasının yanı sıra geçimini saatçilikle sağlamaktaydı. El Saati, Mısırın meşhur İslam reformistlerinden Muhammet Abdal döneminde El Ezher’de öğrenciydi. Sünni-Hanbelî Fıkıh mezhebinin kurucusu Ahmed bin Hanbel’in Hz. Muhammed’in hadislerinin derlemesi olan ünlü eseri “Müsned” in yeni bir düzenlemesini kaleme almıştı. Bu eser, Hasan el-Benna’nın görüşlerinin şekillenmesine etki eden en önemli kaynaklardan biridir.
Onun katıksız bir İslam hükümeti ve İslam hukukuna dayalı Müslüman toplum inşası vaaz eden öğretisi, Hanbelî Fıkıh’ının güçlü etkisini taşır.
8 yaşından itibaren medresede din eğitimini almaya başlamıştır. El-Benna 12 yaşından 14 yaşına kadar hadisler ezberlemiş, Arapça gramer, kompozisyon ve şiir çalışmıştır. Bu sıralar Sünni tarikat çevreleriyle yakın ilişkiye girmiş, İslam tasavvufu üzerine yoğunlaşmıştır.
Benna bu dönemin bazı öğrenci olaylarına katıldı. 1919 yılında, 13 yaşındayken, Mısır’da patlayan İngiliz karşıtı eylemlerde yer aldı. “Cemiyetü’l Ahlakil Edebiyye” dergisinin başkanlığına seçildi.
17 yaşına geldiğinde Kahire’deki Dar’ül-Ülüm öğretmen okuluna kaydoldu. Mezun olduktan sonra İsmailiye kentinde öğretmen olarak çalışmaya başladı. Daha sonra cami ve kahvehanelerde yaptığı konuşmalar etrafına çok sayıda insanın toplanmasını sağlamıştır.
1928’in Mart’ında evinde toplanan 6 kişilik bir grupla İslam davası için yaşama ve ölmeye yemin ederek, “milletin kalbinde yeni bir ruh olarak” İhvan’ı Müslimin”in, Müslüman Kardeşler’in temelini atmıştır. 1933 yılına kadar âlimler, tarikat şeyhleri ve muhtelif dernekler gibi toplumun farklı kesimlerine ulaşmaya başladı. Bu etkinlikleri ve gelişmeler İhvan’ın merkezinin Kahire’ye taşınmasına neden olmuştur.
Burada erkek ve kız çocuklar için okulların, mescitlerin açılmasına önayak oldu.
Teşkilat faaliyetlerini dini, sosyal, kültürel, ekonomik ve sportif alanlar gibi farklı alanlara ayırmış ve bu çerçevede İskenderiye’de bir mescit ve bir merkez, Şebrühit’te bir lokal ve fabrika, Mahmudiye’de bir halı ve tekstil fabrikası ile tefsir-fıkıh eğitimi yapan bir medrese kurmuştur.
İsmailiye’deki İhvancılar genellikle eğitimsizdiler ve alt sınıflardan oluşuyorlardı. Burada, çimento işçileriyle ilişkiler geliştirildi. Kahire’de ise, örgüt toplumun daha üst tabakalarıyla buluştu ve onları etkileme fırsatı buldu. Bunlar arasında El Ezher’den azımsanmayacak sayıda öğrenci, memurlar ve mühendis, tekniker vb. türü vasıflı çalışanlar, işçiler, Mısır ordusunun subayları vardı.
Sayısal olarak örgütün büyüklüğü ile ilgili güvenilir tahminlerde bulunmak zor olsa da, Hasan El-Benna’nın 1928’de 6 kişiyle kurduğu örgüt, 1934 yılında 50 şubeye ulaştı. 5 yıl sonra şube sayısı 500’ü buldu.
Hasan El-Benna 1946’da yaklaşık 500 bin üyeleri olduğunu iddia etti. 1950’lerin ilk yarısında şube sayısının 1500’e, üye sayısınınsa 1 milyona ulaştığı tahmin ediliyor.
Gelişen süreçte, Müslüman Kardeşler Mısır’ın dışında da örgütlenme faaliyetleri başlattı. Filistin. Lübnan ve Suriye’ye temsilci gönderildi. Bunlar, Abdurrahman El Saati ve Muhammed Esat El-Hâkim’dir. Bunlar, Kudüs, Şam ve Beyrut’ta birçok camide kalabalıklara çeşitli konuşmalar yapıp, konferanslar düzenlediler. Daha sonra buralarda şubeler açtılar. Hareket giderek Ürdün, Sudan hatta Pakistan’a kadar yayıldı.
MÜSLÜMAN KARDEŞLER İDEOLOJİSİ
Anayasamız Kur’an, rehberimiz peygamber, en büyük amacımız Allah yolunda ölüm” sloganı, Müslüman Kardeşler’in ideolojisini en iyi şekilde açıklamaktadır.
Böylece İslam, insanların siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel yaşamının ayrıntısını düzenlemek üzere etkili bir sistem öneren bütünlüklü bir ideoloji olarak tanımlanmış olmaktadır.
30’lu yıllarda Müslüman Kardeşler, çalışma şekilleri ve kalkınma yolu üzerine 1, 2 gibi bazı programlar belirlediler. Hasan El-Benna’nın “Hatıraları”nda yer alan bu programın bazı maddeleri şöyledir:
- Evlerde, camilerde konferanslar verilmesi. Salı Günü Dersleri’nin kurumsallaşması,
- Çeşitli yayın ve risalelerin yayınlanması,
- Şube sayısının artırılması,
- Beden eğitimi ve izci örgütlerinin düzenlenmesi,
- Üniversitelerde ve diğer okullarda davanın kök salması, öğrenciler kısmının kurulması ve el Ezher in ilim adamı ile öğrencilerin çalışmalarından yararlanması.
- İslami-ulusal davaların özellikle Filistin davasının desteklenmesine katkıda bulunulması,
- Misyonerlik hareketlerine karşı koyma ve dini öğretinin teşvik edilmesi gibi İslami hareketlere katkıda bulunulması,
- İslami açıdan kusurları bulunan hükümetlere karşı çıkılması ve partizanlığa karşı çıkılıp açıkça İslami usullere çağrılması,
- Siyasi partilerin kapatılması, çünkü İslam’ın birleştirici özelliğinin olduğu ve Müslümanların ülkelerinin esenliği için birbirleriyle işbirliği halinde hareket etmeleri gerektiği,
- İslam devletinin amacının İslam hukukunu hakkıyla uygulamak olduğu.
Müslüman Kardeşler’in devlet yönetimiyle ilişkilerine gelince: Bu ilişkiler yer yer gerilse de genellikle iyi düzeyde olmuştur. Müslüman Kardeşler, 1937’de misyonerlikle ilgili olarak Kral Fuat’a verdiği muhtırada bile şöyle hitap etmektedir: “Dinin sırlarının koruyucusu, İslam’ın ve Müslümanların destekçisi, Mısır’ın sayın fedakâr hükümdarına…
Müslüman Kardeşler’in parlamento binasına mescit açılması için hükümete yaptığı başvuru olumlu karşılanmakta, hemen mescit yapılmakta ve bu başvurudan dolayı Müslüman Kardeşler’e teşekkür mektubu gönderilmektedir.
Hükümet pek çok defa Müslüman Kardeşler’e maddi yardımlarda bulunmuştur.
Ancak zaman zaman hükümetin Müslüman Kardeşler’e yönelik sert tutumları da olmakta, Hasan El-Benna dâhil pek çok militanın gözaltına alındığı veya tutuklandığı bilinmektedir.
Müslüman Kardeşler, topladıkları bağış paralarıyla kurdukları matbaalarda çeşitli gazeteler çıkarmaya başlamışlardır. 1946’da günlük bir gazete çıkardılar. Hasan El Benna’nın damadı Sait Ramazan 1950’de El Müslimin adında bir aylık dergi çıkardı. Daha sonra derginin başına Seyyid Kutup geçti.
Müslüman Kardeşler 1928’deki kuruluşundan 1936’ya kadar esasen dini planda etkin, bir tür sosyal yardım ve dayanışma hareketi olarak görülürken, 1936, Müslüman Kardeşler’in Arap Ortadoğu’sunun meselelerine ilk olarak karıştığı, dolayısıyla örgütün tarihinde bir dönüm noktası oluşturan yıl olmuştur.
Bu yıl içinde, Filistinlilerin, topraklarında İsrail’in genişlemesinin yol açtığı rahatsızlıkla İngiliz manda yönetimine karşı ayaklanması, İhvan’a siyasal etkinlik sağlaması için beklenmedik bir fırsat sundu. İhvan, Filistin’e tam destek verdi. Ve onlar için bağış kampanyası başlattı.
İhvan’ın Filistin ayaklanmasına aktif destek ve katkı vermesi, Mısır dışında daha güçlü şekilde yayılmasını sağladı. Bu dönemde İhvan’ın asıl siyasal yönelimi İngiliz karşıtlığı olmuştur.
1939 yılına kadar İhvan siyasal güç olarak çok büyük bir gelişme ve büyüme göstermiş, özellikle kırsal kesimde iyi örgütlenmiş bir güç haline gelmiştir. Artık Mısır siyasetinde El Benna’nın aktif desteği çok daha fazla aranır olmuştur.
Fakat Benna siyasete girmeme konusunda kararlıdır ve yönetimin dışında kalmaya özen göstermiştir. Ancak aynı dönemde, Benna, hatırı sayılır bir kitle desteğine sahip olan milliyetçi Vafd Partisi’ne karşı bir kampanya başlatmış ve Vafd’ın yeni oluşan “Pan Arabist” siyasi konjöktörde direnci düştükçe, buna paralel olarak, Müslüman Kardeşler’in gücü artmıştır.
İHVAN KAHİRE’DE
Hasan El Benna Kahire’ye geldikten sonra İhvan’ın genel merkezi de Ekim 1932’den itibaren Kahire’ye taşındı. Bu arada, El Benna’nın deyimiyle “dava” da her yerde yayılıyordu.
Erkekler için kurulan Hira Enstitüsü çalışmaları rayına oturduktan sonra, Kardeşler, kızlar için de bir okul açmayı düşündüler. Bu okulda “Müslümanların Anneleri okulu” adını aldı.
Daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı bu okulu teslim aldı. Ancak Kardeşler bu okulun arkasında “Müslüman kadın kardeşler” için bir bölüm kurdular. Bu kısım, Müslüman Kardeşler’in eşlerinden ve akrabalarından oluşuyordu.
DAVA” ÇİMENTO İŞÇİLERİ ARASINDA
İsmailiyeli Müslüman Kardeşler bazı çimento işçileriyle bağlantı kurdular. Daha sonra, bu işçiler için, bizzat kendilerinden toplanan bağışlarla bir mescit yaptırıldı.
Bu dönemde Kardeşler;
1- Evlerde camilerde konferans verilmesi ve “Salı günü” derslerinin kurumsallaşması,
2- Genel mürşidin risaleleriyle yalnızca ilk iki sayısının çıkarılmasının ardından bir Müslüman Kardeşler Mecmuası’nın çıkarılması ve yine bu sırada En-Nezir mecmuasının iki yıl süren ilk sayılarının yayınlanması gibi kararlar alıp uyguladılar.
1947’de örgüt, milliyetçi ve İslamcı 10–15 grup ve örgütten oluşan bir birliğin hâkim üyesi oldu.
HASAN EL-BENNA’NIN ÖLDÜRÜLMESİ VE İHVAN’DA ÜÇ EĞİLİM
1948 Arap-İsrail Savaşı, İhvan’a Mısır dışında etkin olma fırsatının yanı sıra gerilla savaşı taktiklerini öğrenme fırsatı da sundu. Savaştan sonra Mısır yönetimin içine düştüğü berbat durum muhalifleri güçlendirdi. Bu tehlikeli durumun farkında olan dönemin başbakanı Nukraşi Paşa sıkıyönetim ilan etti. İhvan’ı yasakladı. Buna bağlı olarak İhvan 2 milyon üyesiyle yeraltına geçti.
Başbakan Nukraşi 1948 yılında düzenlenen bir suikastla öldürüldü. Suikastçı İhvan üyesi 23 yaşındaki bir veteriner fakültesi öğrencisi idi. Bundan yedi hafta sonra İhvan’ın efsanevi lideri Hasan el-Benna 12 Şubat 1949’da akşam evine giderken suikasta uğradı. İçinde bulunduğu otomobil yaylım ateşine tutuldu, yaralı olarak hastaneye kaldırıldı, ancak kurtarılamadı ve yaşamını yitirdi.
Hasan El-Benna’nın ölümünden sonra Kahire’de camiler kapatıldı. Erkekler tutuklandı. Sokaklarda yalnızca polisler ve askerler kaldı. Babası 90 yaşındaydı ve cenazesini eve götürecek erkek bulunamadığı için kız kardeşi ve eşi tarafından mezarlığa götürüldü. Üye sayısı milyonlarla ifade edilen İslami bir örgüt kuran Benna’nın cenazesi neredeyse ortada kalıyordu, bir süreliğine de olsa “zor” kazanmıştı, cenaze namazını babası ve kadınlar kıldı. Suikast birkaç yıl gizli tutularak örtbas edilmeye çalışıldı. Ancak 3 yıl sonra yapılan tahkikat sonucu gizli polis teşkilatından 3 görevli suçlu bulundu ve hapse atıldılar. Tetiği çektiği ileri sürülen polis ömür boyu hapse çarptırıldı.
Hasan El-Benna’nın öldürülmesi İhvan’ın tarihinde yeni bir sayfa açtı. Onun birleştirici ve etkili karizmatik liderliği altında kendini dışa vuramamış olan üç eğilim hareketin bünyesinde su yüzüne çıktı. Bunlar, Hasan El-Benna’nın kardeşi Abdurrahman El-Benna el Saati’nin (Filistin yardım fonunun başındaki kişi) liderliğindeki muhafazakâr grup, aşırı uçta yer alan militan aktivistler ve ılımlılar. Bu grup ve eğilimler, bundan böyle İhvan’ın içinde sürekli var olmaya devam ettiler.
Benna’nın öldürülmesinin ardından gelen dönemde ılımlılar harekete hakim oldular. Ve kabul edilebilir bir “Genel Mürşit” (rehber) aramaya başladılar. Sonunda, hem saygın bir hâkim, hem de Hasan El-Benna’nın yakın ve sadık arkadaşı olan Hasan İsmail El-Hudeybi “Genel Mürşit” yapıldı. Fakat o, Hasan El-Benna kadar karizmatik, saygın ve etkin bir liderlik yürütecek güce sahip değildi.
Uygun bir “çözüm” bulundu ve El-Hudeybi liderliğindeki örgüt “piramidal” bir hiyerarşik yapılanma içerisine girdi. Tepede bir genel mürşit vardı. Altında, örgütün siyasi kararlar alması konusunda yetkili 11 kişilik yürütme konseyi olan “İrşad ( Rehberlik) Bürosu” ve onun altında da “irşad bürosu”nun üyelerini yıllık olarak belirleyen “kurucular komitesi” bulunmaktaydı. İrşad Bürosu, “Genel Mürşid”i iki yıllığına seçmekteydi. Kurucular Komitesi’nin altında 10 tane bölge komitesi, onların altında da mahalli şubeler yer almaktaydı.
Gerçi bu hiyerarşik yapı Hasan el-Benna döneminde de genel olarak böyleydi. Ancak 1945 Kongresi’nde Hasan el Benna ebediyen genel mürşit seçilmişti. Ve tabii ki, genel mürşit olarak, El-Hudeybi’den daha etkin bir liderdi.
Bu hiyerarşik yapı yukarıdan aşağıya çok disiplinli bir işleyiş içinde olduğundan, İrşad Bürosu tarafından alınan kararlar hızlı ve etkin bir biçimde uygulanmaktaydı.
1950’de sıkıyönetim kaldırılınca örgüte yönelik yasak da kalktı ve kuruluş döneminde olduğu gibi, dini bir örgüt olarak faaliyet göstermesine izin verildi.
HÜR SUBAYLAR VE NASIR DÖNEMİ
Cemal Abdül Nasır liderliğindeki “Hür subaylar” 1952 yılında bir darbe gerçekleştirerek kralı devirdi. İktidarı ele geçirdi. Bu rejim değişikliği, İhvan tarihinde önemli bir dönemin kapanmasına neden oldu. Örgüt yeniden yasaklandı. Yeraltına inmek zorunda kaldı.
Aslında darbeye katılan subayların pek çoğu İhvan üyesi ya da sempatizanıydı. Ayrıca İhvan ile Hür Subaylar’ın programları arasında dikkat çeken bir benzerlik vardı. Dolayısıyla başlangıçta her iki taraf arasında bir işbirliği olduğu söylenebilir. İhvan, 1952’de Kahire’de başlayan ve monarşinin temellerini sarsıp altı ay sonraki askeri darbeye zemin hazırlayan gösterilerde önemli rol oynadı.
Hür Subaylar” iktidara geldiklerinde ülkede güçlü bir yapı kazanmış olan Müslüman Kardeşler’in desteğine sahip olmayı ummaktaydılar. Görünürdeki (vitrindeki) liderleri General Muhammed Necip Hasan el-Benna’nın mezarını ziyaret ederek hürmetini ifade etmiş, tüm siyasi partilerin faaliyetini yasaklayan darbe yönetimi, İhvan’ı, dini bir organizasyon olduğu gerekçesiyle bu yasağın dışında tutmuştu.
Ancak “Devrim Komite Konseyi” El-Hudeybi’nin “Kur’an temelinde bir anayasa” talebini ret edince örgütten rejime yönelik muhalefet yükselişe geçmeye ve İhvan, rejime, İslam’a karşı olduğu gerekçesiyle saldırmaya başladı.
1953’te iki taraf arasında keskin bir mücadele başladı. Yönetimin aynı yıl başlattığı toprak reformu örgütün muhalefetiyle karşılaştı. İhvan öğrenciler ve sendikalar arasında propagandasını yoğunlaştırdı. Bunun yanı sıra asker ve polis içerisindeki bazı İhvan üyeleri rejime karşı planlı çalışmalar yapmaya başladılar.
1954 yılında İngilizlerin Mısır’dan çekilirken Mısır ile yaptığı anlaşmayı fazlaca İngiliz yanlısı bularak kabul etmeyen İhvan, İngilizlere karşı silahlı mücadele çağrısı yaptı. 26 Ekim 1954’de Nasır’a karşı İhvan’dan gelen suikast girişimi, Nasır yönetiminin daha güçlü bir şekilde örgütün üzerine gitmesine neden oldu. İhvan’ın bütün çalışmaları yasaklandı. Örgütün pek çok üyesi ölüm ya da muhabbet hapis cezalarına çarptırıldılar. Binlerce örgüt üyesi Suriye, S.Arabistan, Ürdün ve Lübnan’a sürgüne gitti.
İhvan mücadelesine yeraltında devam etti. Ayakta kalmayı başardı. Nasır’ın 1964’de ilan ettiği genel affın bir parçası olarak, yükselen işçi ve emekçi hareketine karşı güç oluşturmak için birlikte hareket etme düşüncesiyle örgütün üyeleri serbest bırakıldı. İhvan ile Nasır arasında bu yumuşama ve yakınlaşma uzun sürmedi. 1965 yılının yaz aylarında yine İhvan’ın Nasır’a karşı bir suikast girişimi planı açığa çıkarıldı. Sonuç, yüzlerce yeni yakalanma ve örgütün önde gelen 3 isminin ölüm cezasına çarptırılması oldu. Bunlardan biri de, Ağustos 1966’da idam edilen Seyyid Kutup’tur.
SEYYİD KUTUP
Seyyid Kutup (1906-1966), İslam radikalizmin en etkili ideologlarından birisidir. Hasan el-Benna gibi öğretmen olan Kutup, eğitim bakanlığında müfettişlik yaparken Amerika’ya gönderilmiştir. Kutup İhvan’a 1951’de katılmıştır. Bu tarih, ABD’den dönüşünün bir yıl sonrasıdır. Kendisi, bu tarih için “1951’de doğdum” der. Örgütün lider kadroları arasında yer almadı. Ancak yayınlarının başında oldu ve yönetti. Nasır’a yapılan suikasttan sonra tutuklandı, 25 yıl ceza aldı. 1965’de Irak lideri Abdül Selam Arif’in aracılığı ve “ricası”yla serbest kaldı. 1965’deki ikinci suikast girişimi üzerine yeniden tutuklanarak yargılandı ve idama mahkûm oldu. 1966’da idam edildi.
Seyyid Kutup bağnaz bir laiklik ve örneğin “Atatürk düşmanı” olarak tanınır. Ona göre, Batılı güçler İslam’dan kurtulmak için M. Kemal’i öne sürmüşlerdir.
Seyyid Kutup, dindarlar ile laiklik taraftarlarının aynı toplumda bir arada yaşayamayacaklarını söylüyordu. Dolayısıyla, “Müslümanlar öncelikle bu tür yöneticileri devirmekle yükümlüdürler” diye düşünüyordu. Komünizm tanrı tanımazdı, demokrasi ise tanrı nizamının gasp edilmesiydi. Bütün bunlar “cahiliye”nin göstergesiydi. Zaten toplumları, İslam ve “cahiliye toplumu” olarak ikiye ayırıyordu.
Cahiliye toplumu”nu; Komünist toplum, Hıristiyan toplum, Yahudi toplumu ve kendini Müslüman sayan bazı İslam toplulukları olarak sıralıyordu. “Cahiliye”yi; Tanrı yerine insana tapmak olarak açıklıyordu. Ve “Muhammet zamanında cahiliye bilgisizlikten kaynaklanıyordu” diyordu. “Şimdiki cahiliye ise tanrıya bilinçli başkaldırıştı”. Kutup, laiklikle dindarlığın aynı toplumda sorunsuzca bir arada bulunamayacağını söylüyor, bu nedenle Müslümanların laik devlete karşı başkaldırmaları gerektiğini savunuyordu. Demokrasi ona göre Batı icadıydı. Ulusçuluk da, İslam’ı yozlaştırmak için kullanılmaktaydı. Ona göre, esas olan, İslam dünyasını bir halife yönetiminde bir araya getirmekti. Dünya ümmeti, ırka, ulusal değerlere değil, yalnızca inanca dayanmaktaydı. Ve dünya inananlar ile inanmayanların iki ayrı dünyası değildi. Bütün dünya, inanmayanlarla dolu olduğu için, bir savaş alanıydı, dar-ul harpti.
Örtünmeyen kadın”ın “cinsel taciz”e müstahak olduğunu ileri süren Selçuklu Üniversitesi İlahiyatçısının kendisinden feyz aldığı ortada olan Kutup, örtünmeyen kadın “canlı bir şeytandır. Bu ahlaksız kadınların çıplak bedenlerinden fışkıran ihtiras alevleri insanı yakarak küle çevirir.” diye yazmıştı. “İnsanlık bugün büyük bir genelevde yaşıyor” diyordu. Bunu kanıtlamak için basına, filmlere, moda gösterilerine, güzellik yarışmalarına bakmak yeterdi!
Seyyid Kutup, Hasan el-Benna’dan sonra İhvan’ın en önemli liderlerinden biridir. Aynı zamanda o, örgütün en önemli ideologlarından biri olarak nitelendirilebilir.
1967 Arap–İsrail savaşında (Altı Gün Savaşı) Mısır’ın hayli onur kırıcı bir şekilde yenilmesi Nasır’ın laik milliyetçi “Arap sosyalizmi”ne öldürücü bir darbe indirdi. Ortaya çıkan siyasal iklim, Müslüman Kardeşler’in Nasır tarafından bastırılan görüşlerinin, özellikle de rejimin İslami inanç ve değerlere sırtını döndüğü, hatta bunları bastırdığı iddiasının kabulü için elverişli bir durum yarattı. Nasır bu durumu kavrayarak, İslami duyarlılıkla işbirliği yoluna gitti.
Nisan 1968’de, yaklaşık üç yıldır hapiste olan İhvancıları serbest bıraktı. Ne var ki bu manevralar, Müslüman Kardeşler’in Nasır aleyhtarı ve özellikle de İsrail karşısındaki yenilginin sorumluluğunu ona yükleme tutumlarını değiştirmedi. Örgüt öncülüğünde Nasır’ı hükümetten ayrılmaya çağıran gösteriler düzenlendi. Bu gösterilere askerin müdahalesi, onlarca ölü ve yüzlerce yaralıya mal oldu.
1970 yılında Nasır’ın ölümünden sonra, eskiden Müslüman Kardeşler’le iyi ilişkileri olan Enver Sedat iktidara geldi. Sedat örgütü umutlandırmıştı. Nasır’ın izlediği “tarafsız” politikalar hemen terk edildi. ABD politikaları uygulanmaya başlandı.
1975’de Sedat’ın ilan ettiği genel afla İhvan üyeleri serbest bırakıldı. Bu gelişme, İhvan’ın durumunu daha da toparlanmasına ve El Ezher üniversitesiyle bütünleşmesine imkan sağladı. Hasan El Benna’dan sonra örgüt içinde ortaya çıkan bölünmüşlükten memnun olan ve bunu sürdürmek isteyen Sedat, İhvan’ın “ılımlılar” grubunu kendi siyasi düzeninin içine çekmeğe çalıştı. Bu süreçte, iktidar partisinin sunduğu “bilet”le İhvan’ın altı önde gelen ismi parlamentoya girdi. Hükümet örgütün bu “parçası”na alabildiğine iyi ve olumlu davranmaktaydı. İhvan’ın bu grubunun “el-Dava” adlı bir aylık dergi çıkarmalarına izin verildi. Tirajı 78 bin olan el-Dava (çağrı) kendine dört düşman seçmişti: Batı Hıristiyanlığı, komünizm, laiklik ve Siyonizm. Bütün haberler ve yorumlar, bu dört düşmanı hedef alıyor, onlara yönelik olarak kaleme alınıyordu.
Enver Sedat’ın örgütün ılımlılar kanadıyla işbirliği yaparak onları legal-parlamenter siyasetin içine çekme girişiminin sonucu, radikal karakterli diğer Müslüman Kardeşlerin örgütten ayrılması ve daha radikal gruplar kurması oldu. Daha sonra Sedat’a suikast yapacak El-Cihat örgütü bu süreçte ortaya çıktı.
Sedat’ın iktidara geldikten sonra Müslüman Kardeşler’le kurduğu bu olumlu ilişki, İsrail’le barış görüşmelerine başlamasıyla bozuldu. 1977’de İsrail’i ziyaret eden ilk Arap devlet başkanı E. Sedat oldu. Bu ziyaretten bir yıl sonra 1978’de, Sedat, Camp David anlaşmasıyla İsrail’i resmen tanıdı. Bu gelişmeler, tamamen ABD’nin denetimine giren E. Sedat ile İslami örgütlerin arasındaki mesafenin açılmasına neden oldu.

SEDAT’IN ÖLDÜRÜLMESİ
Kendisiyle dirsek temasındaki “ılımlı İhvan” bile Camp David Barış Anlaşması’nın en hassas noktası olan Filistin sorununun çözümü konusunda hayal kırıklığı içindeydi. (Bu anlaşmayla Filistin topraklarının %78’i resmen İsrail’e bırakılıyordu.) Hal böyleyken, El Ezher, Sedat’ın zorlamasıyla 1979’da, barış girişimleri konusunda onun politikalarını tasdik eden bir fetva yayınladı. Bu, “ılımlı” Müslüman Kardeşler açısından bir kırılma noktası oldu. Ve onlar da pek çok konuda Sedat’a muhalefet yapmaya başladılar.
Süreç, Müslüman Kardeşler’in sokaktan, hatta parlamento dan alınıp yeniden hapishanelere gönderilmesi şeklinde ilerledi. ABD ve İsrail’den gelen baskılar sonucunda 2000’i aşkın İhvancı hapse atıldı. El Dava kapatıldı. İhvan yanlısı olduğu şüphesiyle 200 subay ordudan atıldı. Bu sertlik karşılığını bulmada gecikmedi. 1981 yılında Mısır’ın kurtuluşunun kutlandığı bir törende El Cihat üyesi bir yüzbaşı olan Halid Ahmed El Şevki İslambuli önderliğindeki bir grup asker Enver Sedat’a suikast düzenledi. Suikastta Sedat hayatını kaybetti.
MÜBAREK DÖNEMİ
Sedat’ın yerine, 1973 Arap-İsrail Savaşında (Yom Kippur) yıldızı parlamış olan yakın arkadaşı Hüsnü Mübarek başkan oldu. Mübarek militan İslami hareketlerin üzerine kararlılıkla gidip onları şiddetle bastırırken, rejimin “dini olmayan” (laik) muhaliflerini serbest bırakarak onlarla diyalog geliştirdi. Bu arada, İslam dünyasının pek çok bölgesinden gelen kınamalara rağmen, Sedat’a suikast düzenleyen El-Cihat üyelerini idam ettirdi.
1982’de kendisine yönelik radikal İslamcı bir suikast girişimi başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra Mübarek, El-Ezher ulemasıyla işbirliğine girerek, hem rejim için meşruluk sağlama, hem de hapisteki İslamcıları yeniden eğitme/kazanma çabası içinde oldu. İslami olmayan (laik) muhalefetin önünü açma yolunda muhafazakâr yeni Vafd Partisi’ne 1984’de parlamento seçimlerine katılma hakkı tanıdı. Fakat yeni Vafd Partisi ile Müslüman Kardeşler ittifak içine girdiler.
1987’de yapılan seçimler, Mısır’da İslami muhalefetin daha da artan bir güce ulaştığını gösterdi. Müslüman Kardeşler, hem liberallerle hem de Sosyalist İşçi partisiyle ittifak yaptı. Oyların %17’sini alan bu ittifak, kazandığı 60 milletvekilliğinin 35’inin İhvan’a kullandırttı.
Bu gelişmelerle birlikte, Müslüman Kardeşler’in, Mısır’da, kendi dışında kalan diğer rejim karşıtı gruplarla diyalog ve işbirliğine açık, dolayısıyla daha “demokratik” bir siyasi üslup ve motivasyon kazandığını düşünmek mümkündür. Örgütün klasik seçim sloganı olan “Çözüm İslam” bile bu süreçte değiştirilmiş ve onun yerine, 2000’li yıllarda, “Demokratik Değişim” sloganı kullanılmaya başlanmıştır.
Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in iktidara gelmesinden sonra diyaloga katılan Müslüman Kardeşler, resmen yasak olsa da, ülkenin en büyük muhalif gücü idi.
Siyaset sahnesinde resmen yasaklansa da etkin bir sosyal yardım ağına sahip olan Müslüman Kardeşler; yoksullara, üniversitelerde ve sendikalarda durumu kötü olanlara yardım organizasyonları düzenliyordu. (Özellikle camilerde aktif durumdaydılar.)
Okullar, hastaneler vb. sosyal yardımlaşma ağlarıyla toplum üzerinde büyük bir etkiye sahip olan Müslüman Kardeşler, Ortadoğu’nun en büyük ve etkin örgütü olarak biliniyor. 2005’deki genel seçimlerde büyük başarı gösteren ve parlamentoda 88 sandalye kazanan hareket, birinci turuna katılmakla birlikte, iktidar partisi geniş çaplı yolsuzluk yaptığı ve şiddet uyguladığı gerekçesiyle boykot ettiği seçimlerin Aralık 2010’daki ikinci turuna katılmadı.
Müslüman Kardeşler, 60 yılı aşkın bir süredir yasadışı, fakat müsamaha gösterilen bir hareket.
Katıldığı her seçim, insanları seferber etme konusunda yüksek kapasiteye sahip olduğunu gösterdi.
İHVAN’IN BUGÜNÜ
Müslüman Kardeşler in günümüzdeki lideri Muhammed Bedi, 2009 Aralık ayında, 30 kişilik Danışma Konseyi tarafından, 7. Genel Mürşit Muhammed Mehdi Akif yerine, 8. Genel Mürşit seçildi. 16 kişilik irşat bürosu için yapılan seçimlerde, genellikle muhafazakâr olarak tanınan isimler başarılı oldu.
Bugün de kitleler üzerinde en etkili hareket olan İhvan’ın Mısır genelinde okulları, hastaneleri, vakıfları var. İllegal oldukları için, bunlar şirketler ve şahıslar üzerine yapılıyor. Yoksulara, yetimlere ve öğrencilere yardım ediliyor. Devlet denetimi dışında kalan yapılarda, meslek örgütlerinde (hâkim, avukat, gazeteci, mimar, mühendis) ciddi bir etkiye sahipler. Üniversitelerde güçlüler. “Devrim Şehitleri”ne ayda 700–800 dolar yardım yaptıkları söyleniyor.
İhvan artık 1930’ların İhvan’ı değil. Hasan EL Benna’nın Kahire’de o dönemlerde ilişki kurmaya çalıştığı kapitalistler, fabrika sahipleri zenginlerle ilişkiler bugün daha gelişkin durumda. İhvan’ın içindeki sermaye sahiplerinin, kapitalistlerin sayısı hiç de az değil. İşadamlarıyla, şirket sahipleriyle, yüksek gelirli meslek sahipleriyle sistemin içine çoktan girmiş ve bu yönüyle AKP ve daha da çok Fethullah Gülen Cemaati şahsında beliren “Türkiye modeli”ni çoktan hayata geçirmiştir. Artık İslam’ı, “ılımlı İslam” olarak kapitalizmin ötesinde değil ama içinde arayıp bulmaya hazır olacak kadar yöneticileri ve dayanaklarıyla palazlanıp zenginleşmiştir İhvan.
Yöneticiler, esas olarak mülk sahibi zenginler ya da yüksek gelirli meslek sahipleri. (Muhammed Bedi eski bir akademisyen) Ancak, bu etkin hareketin bütününü bağlayacak ve irade birliği oluşturacak bir programları yok. Suriye’de, Lübnan’da, Filistin’de etkinler. Ancak bu kolları arasında da politik ve ideolojik bir birlik bulunduğu söylenemez.
Mısır’daki İhvan hareketinde bugün üç eğilim var: Muhafazakârlar, reformcular ve radikal eğilimler. İhvan’da uzun süredir genel olarak liberalizme daha yakın ve uzlaşmacı eğilimleri ağır basıyordu. Bugün Mısır’da, neo-liberal ve “İslam’la demokrasinin sentezi”nin örneği olarak gösterilen Amerikancı “ılımlı İslamcı” “Türk Modeli”, hareketin muhafazakâr kesimi (M. Bedii) tarafından bile benimseniyor.
İhvan’ın evsanevi lideri Hasan El Benna’nın Avrupa’da yaşayan torunu Tarık Ramazan’a göre, “İhvan bünyesinde farklı eğilimler barınıyor. Fakat hareketin liderliği artık genç üyelerin arzularını tam olarak temsil etmiyor. Gençler dünyaya daha açık, ülke içinde reform gerçekleştirmek derdinde ve Türkiye örneğinden heyecan duyuyor. Birleşik bir hiyerarşik görünüşün arkasında birbiriyle çatışan güçler var. Hareketin hangi yola gireceğini kestirmek çok zor.” İhvan’nın içinde katı dindarlarla “Türkiye örneği”ni savunanlar arasında her şey olabilir, ancak artık İhvan’ın “radikal İslamcı” olarak tanımlanan türden bir yol tutacağını ileri sürmek gerçekçi olmaz.
İhvan içinde yoksul ve emekçi tabanla yönetici seçkinler arasında Mübarek’in gölgesinden kurtulmuş olmaktan beslenen bir ayrışmanın çıkması çok güçlü bir olasılıktır. Şimdi, güçlü ana eğilim olarak, bundan sonra kurulacak düzen içinde etkin bir yer kapmanın planı yapılmaktadır. Gerek bu tutum, gerek ayaklanma başlangıcındaki ikircikli, temkinli ve geriden gelen tutumu, gerekse de İhvan liderlerinin “Camp David dahil Mısır devletinin yaptığı bütün uluslararası anlaşmalara saygılı olacağız” türü açıklamaları, İhvan’ın önümüzdeki süreçte tabanı üzerindeki etkisini sürdürmesinin zor olacağına, “cemaat” içi tartışma ve gerilimlerin yanı sıra tabanla ilişkilerde gerileme yaşanması olasılığının küçümsenmemesi gereğine işaret etmektedir. Ancak ele geçirilecek ya da bir ucundan tutulacak iktidar olanaklarının kullanımıyla genişleme ve güçlenme de şüphesiz bir olasılıktır ki, Türkiye’de denenmiş ve başarılı olduğu görülmüştür –işte İhvan’a egemen görünen ana eğilim de bunun yolunu açmak amacıyla her türlü tavizi vermeye hazır bir görüntü vermektedir. İhvan, aslında bu yönelimin temellerini, 2000’li yıllarda klasik seçim sloganı olan “Çözüm İslam’da” sloganı yerine “demokratik değişim” sloganının koyarak atmıştı.
İhvan’ın şimdiki lideri Muhammed Bedii, ayaklanmadan 16 gün sonra yaptığı açıklamada, yine kuşkusuz bu doğrultuda, eskiden “dar-ül harp” olarak niteledikleri düzenin başlıca kurumu ve polis vb. türü dayanaklarının çöktüğü özellikle bugünkü temel dayanağı olan Mısır Ordusu’na ilişkin olarak, “Bu halkı askeri darbe tehdidiyle korkutamasanız. Çünkü bu halk ordunun halkın ordusu, askerin de halkın askeri olduğuna inanıyor. Ordu, bu ülkenin ve halkın muhafızıdır. Halkın umutlarına ve isteklerine karşı darbe yapmak mümkün değildir.” diyebilmiştir.
Yine İhvan’ın liderlerinden İrşad Bürosu üyesi Saad el-Hüseyin, Milliyet’ten Hasan Cemal’e yaptığı açıklamada şöyle konuşmuştur: “Son dönemde iyi sınav verdi ordu. Halktan yana kullandı gücünü... En kısa zamanda seçilmiş hükümete bırakacağız diyor ordu. Ona inanıyoruz.
Yol haritası nedir?” sorusuna ise şu sıralamayla cevap veriyor:
1- “Cumhurbaşkanı adayı göstermeyeceğiz.”
2- “İlk milletvekili seçimlerinde çoğunluğu sağlamak için uğraşmayacağız.”
3- “Dört-altı ay arasında önce parlemento, sonra cumhurbaşkanı seçimleri yapılsın.”
4- “Yeni parlamento, yeni anayasa ve temel yasalara el atılsın.”
5- “Demokrasinin temel ilkelerine sadığız, bağlı kalacağız. Halk isterse geliriz, istemezse gideriz.”
Bu açıklamalarına bakılarak bile, İhvan’ın yeni sürece olabildiğince sorunsuz ve hızlı geçmeyi düşündüğü söylenebilir. Aktardıklarımız, Fethullah Gülen cemaatiyle AKP’nin Türkiye’de izledikleri “saman altından su yürütme” ya da “köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı” deme tutumunu hatırlatmakta ve başka açılardan olmasa bile, bu açıdan Türkiye’nin “örnek” alındığını belirtmektedir.
İhvan’nın “ılımlı İslam” yönelimiyle ABD ve Mısır tekelci gericiliğiyle sağladığı yeni ilişkilerin sonucu olarak Mısır’da düzenin dayanakları arasına katılacağı anlaşılıyor, ancak yeni sürece nasıl dâhil olacağı önümüzdeki günlerde netleşecek. İhvan’ın bir siyasi partiye dönüşmesi pek olası değil. Muhtemelen manevi bir güç olarak varlığını sürdürecek ve böylelikle doğrudan siyasi bir sorumluluk üstlenmemiş görünerek elinin serbest kalmasını sağlamaya, dolayısıyla “müminler” üzerindeki etkisinin sürmesini garanti altına almaya çalışacak. İhvan, Gülen benzeri böyle bir tutumla, kendisini sözde “manevi” önderlik ve “sosyal dayanışma” işleviyle sınırlanmış göstererek korumaya alırken, siyasal süreçlerde yer almak üzere, kuşkusuz “el altından” destekleyeceği/yönetip yönlendireceği yeni bir parti mi kurulur (en güçlü ihtimal bu), yoksa İhvan mensubu bazı siyasetçilerin kurduğu (bunların İhvan’la organik bağı bulunmuyor) Vasat Partisi mi bu işlevi yüklenir; bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Ancak bir olguya değinmeden geçmek olmayacak ki, o da şu: Modern kapitalist dünyada bütün İslami örgütlenmeleri önceleyerek, doğrudan bir siyasal örgütlenme olmadan, ama siyasal/sosyal bir cemaat olarak Müslüman Kardeşler sahneye çıkmış ve yaklaşımları, izledikleri yöntemler ve örgüt biçimleriyle tüm İslami örgütlenmelere örnek oluşturmuştur. “Cihat”, ama ilan edilmemiş gibi yapılması ve “dar-ül harp” içinde çalışma yürütme, “Salı Toplantıları”, “Işık evleri”ni hatırlatan on kişilik aileler halinde örgütlenen ve haftada bir toplantılar yapan “taburlar”, “ağabeylik”in müesseseleştirilmesi vb..’nin, başka İslami örgütleri bir yana bıraksak bile, Gülen cemaati bakımından yol gösterici olduğu ve örnek alındığı kesindir. Ancak tıpkı kapitalist sektörler ve işkollarıyla, emperyalist ülkeler arasındaki ilişkide olduğu gibi, “eşit olmayan ve sıçramalı gelişme” kuralı işlemektedir, işlemiş ve “boynuz kulağı geçmiştir”. “Kaderin tecellisi” odur ki, zamanında Müslüman Kardeşler’den ve deneylerinden öğrenip feyz almış olan Fethullah Gülen cemaati ve onunla kol kola kah koklaşarak kah sürtüşerek siyaset yapan AKP, şimdi Türkiye’de kaydetmiş oldukları mesafenin, İhvan’ın yolundan yürüyerek siyasal iktidarın yürütmesini ele geçirmelerinin doğrudan bir sonucu olarak, onlara başarılı bir deney örneği sunmakta ve karşılık olarak “yararlanacağız” masajı almaktadırlar.
SURİYE İHVANI
Müslüman Kardeşler’in Mısır dışına çıktıkları ilk yer Suriye’dir. Örgüt, bu ülkede 1930 ortalarında belirmeye başlar. Mısır’a okumaya gelen Suriyeli öğrenciler burada örgütün faaliyetlerinden etkilenirler. Ülkelerine döndüklerinde İhvan’ın tohumlarını atmaya başlarlar. Ancak kurumsallaşma, El Ezher’e hukuk okumaya giden ve 1941’de Hasan El Benna ile tanışan Mustafa Es-Sıbai öncülüğünde gerçekleşmiştir. Sıbai, Müslüman Kardeşler’in Suriye kolunun ilk lideri olarak kabul edilir. Örgütün merkezi karargâhı Halep’tir.
1958’de Nasır Mısır’ı ile Suriye arasında gerçekleştirilen “Birleşik Arap Cumhuriyeti” deneyiminin 1961 yılında hayal kırıklığıyla sonuçlanması, Müslüman Kardeşler’in ülkede çoğunluğu oluşturan Sünniler üzerindeki ağırlığını kalıcı hale getirdi.
Örgütün hedef kitlesini oluşturan bu çoğunluk açısından laik eğimli yönetici elitin dinsel aidiyeti olan Aleviliğin İslam içi olup olmadığı konusu zaten hep tartışmalı olmuştur.
Suriye’de 1973’te yürürlüğe konan yeni anayasa İhvan yanlısı ulemanın tepkisiyle karşılaştı. Anayasanın laik ve ateist eğilimli olduğu gerekçesiyle saldırıya geçen ulema, İslam’ın devletin dini olarak kabul edilmesi talebinde bundu.
Hafız Esat’ın Lübnan iç savaşına Marunî Hıristiyanlardan yana müdahalesinin hemen ardından, İhvan, Suriye’de rejime karşı cihat ilan etmeye karar verdi. Baasçı bürokratlara, Alevi liderlere, gizli servis üyeleri ve istihbaratçılara yönelik suikastlar birbirini izlemeye başladı. 1979’da, Halep Harp Okulu’nda bir Sünni subayın da işbirliğiyle, 200 Alevi öğrenci üzerine büyük çaplı silahlar kullanılarak açılan ateşte 83 öğrenci öldürüldü. Örgüt, yalnızca Alevileri değil, ülkedeki Sovyet askeri ve sivil danışmanları ile hükümet yanlısı ulemayı da hedef olarak belirlemişti.
İktidar, Halep’te öldürülenlerin “intikamı”nı, 1980 Ağustos’unda yine Halep’te güvenlik kuvvetlerine ateş açıldığı söylenen bir binadaki 80 kişinin dışarı çıkarılıp anında infaz edilmesiyle almıştır.
Ocak 1980’deyse, güvenlik güçleri hapiste bulunan yüzden fazla İhvan üyesini infaz ettiler. Temmuz 1980’de, parlamento Müslüman Kardeşler’e üyeliği, hatta onunla bağlantıyı devlete karşı suç sayıp ölüm cezasına çarptıran bir yasa çıkardı. Halep’te 80 kişinin öldürülmesi, bu yasanın çıkarılmasından hemen sonra olmuştur.
HAMA KATLİAMI
Esat yönetiminin oldukça ağır operasyonları karşısında örgütün direnci kırılmaya başlayınca, toparlanmak için strateji değiştirerek, Ekim 1980’de İhvan öncülüğünde, ama daha geniş bir kitleyi hedefleyen “Suriye İslam Cephesi” kuruldu. Bu oluşumun programına “Suriye İslam Devrim Deklarasyonu ve Programı” adı verildi.
Şubat 1982’de Hama’da İhvan öncülüğünde başlatılan ayaklanma, Esat iktidarı tarafından büyük çaplı bir şiddetle, tam anlamıyla kitlesel bir katliam ile bastırıldı.
Kimilerine göre 20 bin, kimilerine göre 40 bin insanın ölümüyle sonuçlanan bu katliamın çok fazla su yüzüne çıkmaması, aynı yıl İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesi nedeniyle gölgede kalmasına bağlanabilir. Olaylarda ölmeyenlerin de müebbet hapse mahkûm edilmesiyle Suriye’de iktidar Sünni-İslam muhalefetini iyice sindirmiştir. Örgütün pek çok üyesi ve lider kadrosu, bu olaydan sonra Suriye’yi terk ederek dünyanın çeşitli yerlerine ülkelerine dağıldılar.
Başer Esat, babasına göre kısmen daha ılımlı bir yönetim sergiledi. Bunun sonucu olarak Müslüman Kardeşlerin hapisteki üyelerinin bir kısmı serbest bırakıldılar. Örgütün sürgündeki önder kadrosu da, oğul Esat’ın kendilerine “zeytin dalı” uzatmasını beklediklerini ifade ettiler. Ağustos 2010’da liderliğe getirilen Riyad Şakfa, Başer Esas’ın özgürlük, insan hakları ve demokrasinin önünü açması durumunda rejim karşıtı faaliyetleri bırakarak, yasal bir siyasal partiye dönüşeceklerini belirtti.
Mısır’ın ardından örgütün güçlü olduğu ikinci büyük ülke olan Suriye’nin liderlerinin, İhvan’ın “anavatanı”nda yaşananların ardından hemen reform politikalarını uygulamaya koymasını, Mübarekten sonra “çanlar kimin için çalıyor?” sorusuna verilecek yanıt olmak istemedikleri şeklinde yorumlamak yanlış olmayacaktır.

Ama her şeye rağmen Arap ayaklanması yayılmaktadır, Suriye de karışmış

1928'den Günümüze Müslüman Kardeşler

Şükrü Taş tarafından yazıldı |
Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da başlayan halk ayaklanmaları önce Tunus’ta bin Ali’nin, ardından Mısır’da Hüsnü Mübarek’in yıkılmasına neden oldu. Bu rejimlerin yıkılmasıyla bu ülkelerde bundan sonra ne olacağı en çok tartışılan mesele olmaya devam etmektedir.
Mısır’daki en büyük muhalefet durumundaki Müslüman Kardeşler’in (İhvan-ı Müslim) ne yapacağı ise en çok merak edilenler arasındadır.
Bu yazımızda, kuruluşundan bugüne bu örgütü değerlendirmeye çalışacağız.
KURULUŞU VE İLK YILLARI
Bir ilkokul öğretmeni olan Hasan El- Benna tarafından 1928 yılının Mart ayında Mısır’ın İsmailiye şehrinde kuruldu. Kurulduğu günden bu yana Mısır’da siyasi süreçleri etkilemesinin yanı sıra İslam dünyasının pek çok ülkesinde de İslami hareketler için siyasi-ideolojik temel oluşturduğu söylenebilir.
Hasan el-Benna, Nil deltasındaki El Buheyre şehrinin Mahmudiye kasabasında doğdu. Babası Ahmet bin Abdurrahman bin Muhamed el-Benna el Saati âlim olmasının yanı sıra geçimini saatçilikle sağlamaktaydı. El Saati, Mısırın meşhur İslam reformistlerinden Muhammet Abdal döneminde El Ezher’de öğrenciydi. Sünni-Hanbelî Fıkıh mezhebinin kurucusu Ahmed bin Hanbel’in Hz. Muhammed’in hadislerinin derlemesi olan ünlü eseri “Müsned” in yeni bir düzenlemesini kaleme almıştı. Bu eser, Hasan el-Benna’nın görüşlerinin şekillenmesine etki eden en önemli kaynaklardan biridir.
Onun katıksız bir İslam hükümeti ve İslam hukukuna dayalı Müslüman toplum inşası vaaz eden öğretisi, Hanbelî Fıkıh’ının güçlü etkisini taşır.
8 yaşından itibaren medresede din eğitimini almaya başlamıştır. El-Benna 12 yaşından 14 yaşına kadar hadisler ezberlemiş, Arapça gramer, kompozisyon ve şiir çalışmıştır. Bu sıralar Sünni tarikat çevreleriyle yakın ilişkiye girmiş, İslam tasavvufu üzerine yoğunlaşmıştır.
Benna bu dönemin bazı öğrenci olaylarına katıldı. 1919 yılında, 13 yaşındayken, Mısır’da patlayan İngiliz karşıtı eylemlerde yer aldı. “Cemiyetü’l Ahlakil Edebiyye” dergisinin başkanlığına seçildi.
17 yaşına geldiğinde Kahire’deki Dar’ül-Ülüm öğretmen okuluna kaydoldu. Mezun olduktan sonra İsmailiye kentinde öğretmen olarak çalışmaya başladı. Daha sonra cami ve kahvehanelerde yaptığı konuşmalar etrafına çok sayıda insanın toplanmasını sağlamıştır.
1928’in Mart’ında evinde toplanan 6 kişilik bir grupla İslam davası için yaşama ve ölmeye yemin ederek, “milletin kalbinde yeni bir ruh olarak” İhvan’ı Müslimin”in, Müslüman Kardeşler’in temelini atmıştır. 1933 yılına kadar âlimler, tarikat şeyhleri ve muhtelif dernekler gibi toplumun farklı kesimlerine ulaşmaya başladı. Bu etkinlikleri ve gelişmeler İhvan’ın merkezinin Kahire’ye taşınmasına neden olmuştur.
Burada erkek ve kız çocuklar için okulların, mescitlerin açılmasına önayak oldu.
Teşkilat faaliyetlerini dini, sosyal, kültürel, ekonomik ve sportif alanlar gibi farklı alanlara ayırmış ve bu çerçevede İskenderiye’de bir mescit ve bir merkez, Şebrühit’te bir lokal ve fabrika, Mahmudiye’de bir halı ve tekstil fabrikası ile tefsir-fıkıh eğitimi yapan bir medrese kurmuştur.
İsmailiye’deki İhvancılar genellikle eğitimsizdiler ve alt sınıflardan oluşuyorlardı. Burada, çimento işçileriyle ilişkiler geliştirildi. Kahire’de ise, örgüt toplumun daha üst tabakalarıyla buluştu ve onları etkileme fırsatı buldu. Bunlar arasında El Ezher’den azımsanmayacak sayıda öğrenci, memurlar ve mühendis, tekniker vb. türü vasıflı çalışanlar, işçiler, Mısır ordusunun subayları vardı.
Sayısal olarak örgütün büyüklüğü ile ilgili güvenilir tahminlerde bulunmak zor olsa da, Hasan El-Benna’nın 1928’de 6 kişiyle kurduğu örgüt, 1934 yılında 50 şubeye ulaştı. 5 yıl sonra şube sayısı 500’ü buldu.
Hasan El-Benna 1946’da yaklaşık 500 bin üyeleri olduğunu iddia etti. 1950’lerin ilk yarısında şube sayısının 1500’e, üye sayısınınsa 1 milyona ulaştığı tahmin ediliyor.
Gelişen süreçte, Müslüman Kardeşler Mısır’ın dışında da örgütlenme faaliyetleri başlattı. Filistin. Lübnan ve Suriye’ye temsilci gönderildi. Bunlar, Abdurrahman El Saati ve Muhammed Esat El-Hâkim’dir. Bunlar, Kudüs, Şam ve Beyrut’ta birçok camide kalabalıklara çeşitli konuşmalar yapıp, konferanslar düzenlediler. Daha sonra buralarda şubeler açtılar. Hareket giderek Ürdün, Sudan hatta Pakistan’a kadar yayıldı.
MÜSLÜMAN KARDEŞLER İDEOLOJİSİ
Anayasamız Kur’an, rehberimiz peygamber, en büyük amacımız Allah yolunda ölüm” sloganı, Müslüman Kardeşler’in ideolojisini en iyi şekilde açıklamaktadır.
Böylece İslam, insanların siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel yaşamının ayrıntısını düzenlemek üzere etkili bir sistem öneren bütünlüklü bir ideoloji olarak tanımlanmış olmaktadır.
30’lu yıllarda Müslüman Kardeşler, çalışma şekilleri ve kalkınma yolu üzerine 1, 2 gibi bazı programlar belirlediler. Hasan El-Benna’nın “Hatıraları”nda yer alan bu programın bazı maddeleri şöyledir:
- Evlerde, camilerde konferanslar verilmesi. Salı Günü Dersleri’nin kurumsallaşması,
- Çeşitli yayın ve risalelerin yayınlanması,
- Şube sayısının artırılması,
- Beden eğitimi ve izci örgütlerinin düzenlenmesi,
- Üniversitelerde ve diğer okullarda davanın kök salması, öğrenciler kısmının kurulması ve el Ezher in ilim adamı ile öğrencilerin çalışmalarından yararlanması.
- İslami-ulusal davaların özellikle Filistin davasının desteklenmesine katkıda bulunulması,
- Misyonerlik hareketlerine karşı koyma ve dini öğretinin teşvik edilmesi gibi İslami hareketlere katkıda bulunulması,
- İslami açıdan kusurları bulunan hükümetlere karşı çıkılması ve partizanlığa karşı çıkılıp açıkça İslami usullere çağrılması,
- Siyasi partilerin kapatılması, çünkü İslam’ın birleştirici özelliğinin olduğu ve Müslümanların ülkelerinin esenliği için birbirleriyle işbirliği halinde hareket etmeleri gerektiği,
- İslam devletinin amacının İslam hukukunu hakkıyla uygulamak olduğu.
Müslüman Kardeşler’in devlet yönetimiyle ilişkilerine gelince: Bu ilişkiler yer yer gerilse de genellikle iyi düzeyde olmuştur. Müslüman Kardeşler, 1937’de misyonerlikle ilgili olarak Kral Fuat’a verdiği muhtırada bile şöyle hitap etmektedir: “Dinin sırlarının koruyucusu, İslam’ın ve Müslümanların destekçisi, Mısır’ın sayın fedakâr hükümdarına…
Müslüman Kardeşler’in parlamento binasına mescit açılması için hükümete yaptığı başvuru olumlu karşılanmakta, hemen mescit yapılmakta ve bu başvurudan dolayı Müslüman Kardeşler’e teşekkür mektubu gönderilmektedir.
Hükümet pek çok defa Müslüman Kardeşler’e maddi yardımlarda bulunmuştur.
Ancak zaman zaman hükümetin Müslüman Kardeşler’e yönelik sert tutumları da olmakta, Hasan El-Benna dâhil pek çok militanın gözaltına alındığı veya tutuklandığı bilinmektedir.
Müslüman Kardeşler, topladıkları bağış paralarıyla kurdukları matbaalarda çeşitli gazeteler çıkarmaya başlamışlardır. 1946’da günlük bir gazete çıkardılar. Hasan El Benna’nın damadı Sait Ramazan 1950’de El Müslimin adında bir aylık dergi çıkardı. Daha sonra derginin başına Seyyid Kutup geçti.
Müslüman Kardeşler 1928’deki kuruluşundan 1936’ya kadar esasen dini planda etkin, bir tür sosyal yardım ve dayanışma hareketi olarak görülürken, 1936, Müslüman Kardeşler’in Arap Ortadoğu’sunun meselelerine ilk olarak karıştığı, dolayısıyla örgütün tarihinde bir dönüm noktası oluşturan yıl olmuştur.
Bu yıl içinde, Filistinlilerin, topraklarında İsrail’in genişlemesinin yol açtığı rahatsızlıkla İngiliz manda yönetimine karşı ayaklanması, İhvan’a siyasal etkinlik sağlaması için beklenmedik bir fırsat sundu. İhvan, Filistin’e tam destek verdi. Ve onlar için bağış kampanyası başlattı.
İhvan’ın Filistin ayaklanmasına aktif destek ve katkı vermesi, Mısır dışında daha güçlü şekilde yayılmasını sağladı. Bu dönemde İhvan’ın asıl siyasal yönelimi İngiliz karşıtlığı olmuştur.
1939 yılına kadar İhvan siyasal güç olarak çok büyük bir gelişme ve büyüme göstermiş, özellikle kırsal kesimde iyi örgütlenmiş bir güç haline gelmiştir. Artık Mısır siyasetinde El Benna’nın aktif desteği çok daha fazla aranır olmuştur.
Fakat Benna siyasete girmeme konusunda kararlıdır ve yönetimin dışında kalmaya özen göstermiştir. Ancak aynı dönemde, Benna, hatırı sayılır bir kitle desteğine sahip olan milliyetçi Vafd Partisi’ne karşı bir kampanya başlatmış ve Vafd’ın yeni oluşan “Pan Arabist” siyasi konjöktörde direnci düştükçe, buna paralel olarak, Müslüman Kardeşler’in gücü artmıştır.
İHVAN KAHİRE’DE
Hasan El Benna Kahire’ye geldikten sonra İhvan’ın genel merkezi de Ekim 1932’den itibaren Kahire’ye taşındı. Bu arada, El Benna’nın deyimiyle “dava” da her yerde yayılıyordu.
Erkekler için kurulan Hira Enstitüsü çalışmaları rayına oturduktan sonra, Kardeşler, kızlar için de bir okul açmayı düşündüler. Bu okulda “Müslümanların Anneleri okulu” adını aldı.
Daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı bu okulu teslim aldı. Ancak Kardeşler bu okulun arkasında “Müslüman kadın kardeşler” için bir bölüm kurdular. Bu kısım, Müslüman Kardeşler’in eşlerinden ve akrabalarından oluşuyordu.
DAVA” ÇİMENTO İŞÇİLERİ ARASINDA
İsmailiyeli Müslüman Kardeşler bazı çimento işçileriyle bağlantı kurdular. Daha sonra, bu işçiler için, bizzat kendilerinden toplanan bağışlarla bir mescit yaptırıldı.
Bu dönemde Kardeşler;
1- Evlerde camilerde konferans verilmesi ve “Salı günü” derslerinin kurumsallaşması,
2- Genel mürşidin risaleleriyle yalnızca ilk iki sayısının çıkarılmasının ardından bir Müslüman Kardeşler Mecmuası’nın çıkarılması ve yine bu sırada En-Nezir mecmuasının iki yıl süren ilk sayılarının yayınlanması gibi kararlar alıp uyguladılar.
1947’de örgüt, milliyetçi ve İslamcı 10–15 grup ve örgütten oluşan bir birliğin hâkim üyesi oldu.
HASAN EL-BENNA’NIN ÖLDÜRÜLMESİ VE İHVAN’DA ÜÇ EĞİLİM
1948 Arap-İsrail Savaşı, İhvan’a Mısır dışında etkin olma fırsatının yanı sıra gerilla savaşı taktiklerini öğrenme fırsatı da sundu. Savaştan sonra Mısır yönetimin içine düştüğü berbat durum muhalifleri güçlendirdi. Bu tehlikeli durumun farkında olan dönemin başbakanı Nukraşi Paşa sıkıyönetim ilan etti. İhvan’ı yasakladı. Buna bağlı olarak İhvan 2 milyon üyesiyle yeraltına geçti.
Başbakan Nukraşi 1948 yılında düzenlenen bir suikastla öldürüldü. Suikastçı İhvan üyesi 23 yaşındaki bir veteriner fakültesi öğrencisi idi. Bundan yedi hafta sonra İhvan’ın efsanevi lideri Hasan el-Benna 12 Şubat 1949’da akşam evine giderken suikasta uğradı. İçinde bulunduğu otomobil yaylım ateşine tutuldu, yaralı olarak hastaneye kaldırıldı, ancak kurtarılamadı ve yaşamını yitirdi.
Hasan El-Benna’nın ölümünden sonra Kahire’de camiler kapatıldı. Erkekler tutuklandı. Sokaklarda yalnızca polisler ve askerler kaldı. Babası 90 yaşındaydı ve cenazesini eve götürecek erkek bulunamadığı için kız kardeşi ve eşi tarafından mezarlığa götürüldü. Üye sayısı milyonlarla ifade edilen İslami bir örgüt kuran Benna’nın cenazesi neredeyse ortada kalıyordu, bir süreliğine de olsa “zor” kazanmıştı, cenaze namazını babası ve kadınlar kıldı. Suikast birkaç yıl gizli tutularak örtbas edilmeye çalışıldı. Ancak 3 yıl sonra yapılan tahkikat sonucu gizli polis teşkilatından 3 görevli suçlu bulundu ve hapse atıldılar. Tetiği çektiği ileri sürülen polis ömür boyu hapse çarptırıldı.
Hasan El-Benna’nın öldürülmesi İhvan’ın tarihinde yeni bir sayfa açtı. Onun birleştirici ve etkili karizmatik liderliği altında kendini dışa vuramamış olan üç eğilim hareketin bünyesinde su yüzüne çıktı. Bunlar, Hasan El-Benna’nın kardeşi Abdurrahman El-Benna el Saati’nin (Filistin yardım fonunun başındaki kişi) liderliğindeki muhafazakâr grup, aşırı uçta yer alan militan aktivistler ve ılımlılar. Bu grup ve eğilimler, bundan böyle İhvan’ın içinde sürekli var olmaya devam ettiler.
Benna’nın öldürülmesinin ardından gelen dönemde ılımlılar harekete hakim oldular. Ve kabul edilebilir bir “Genel Mürşit” (rehber) aramaya başladılar. Sonunda, hem saygın bir hâkim, hem de Hasan El-Benna’nın yakın ve sadık arkadaşı olan Hasan İsmail El-Hudeybi “Genel Mürşit” yapıldı. Fakat o, Hasan El-Benna kadar karizmatik, saygın ve etkin bir liderlik yürütecek güce sahip değildi.
Uygun bir “çözüm” bulundu ve El-Hudeybi liderliğindeki örgüt “piramidal” bir hiyerarşik yapılanma içerisine girdi. Tepede bir genel mürşit vardı. Altında, örgütün siyasi kararlar alması konusunda yetkili 11 kişilik yürütme konseyi olan “İrşad ( Rehberlik) Bürosu” ve onun altında da “irşad bürosu”nun üyelerini yıllık olarak belirleyen “kurucular komitesi” bulunmaktaydı. İrşad Bürosu, “Genel Mürşid”i iki yıllığına seçmekteydi. Kurucular Komitesi’nin altında 10 tane bölge komitesi, onların altında da mahalli şubeler yer almaktaydı.
Gerçi bu hiyerarşik yapı Hasan el-Benna döneminde de genel olarak böyleydi. Ancak 1945 Kongresi’nde Hasan el Benna ebediyen genel mürşit seçilmişti. Ve tabii ki, genel mürşit olarak, El-Hudeybi’den daha etkin bir liderdi.
Bu hiyerarşik yapı yukarıdan aşağıya çok disiplinli bir işleyiş içinde olduğundan, İrşad Bürosu tarafından alınan kararlar hızlı ve etkin bir biçimde uygulanmaktaydı.
1950’de sıkıyönetim kaldırılınca örgüte yönelik yasak da kalktı ve kuruluş döneminde olduğu gibi, dini bir örgüt olarak faaliyet göstermesine izin verildi.
HÜR SUBAYLAR VE NASIR DÖNEMİ
Cemal Abdül Nasır liderliğindeki “Hür subaylar” 1952 yılında bir darbe gerçekleştirerek kralı devirdi. İktidarı ele geçirdi. Bu rejim değişikliği, İhvan tarihinde önemli bir dönemin kapanmasına neden oldu. Örgüt yeniden yasaklandı. Yeraltına inmek zorunda kaldı.
Aslında darbeye katılan subayların pek çoğu İhvan üyesi ya da sempatizanıydı. Ayrıca İhvan ile Hür Subaylar’ın programları arasında dikkat çeken bir benzerlik vardı. Dolayısıyla başlangıçta her iki taraf arasında bir işbirliği olduğu söylenebilir. İhvan, 1952’de Kahire’de başlayan ve monarşinin temellerini sarsıp altı ay sonraki askeri darbeye zemin hazırlayan gösterilerde önemli rol oynadı.
Hür Subaylar” iktidara geldiklerinde ülkede güçlü bir yapı kazanmış olan Müslüman Kardeşler’in desteğine sahip olmayı ummaktaydılar. Görünürdeki (vitrindeki) liderleri General Muhammed Necip Hasan el-Benna’nın mezarını ziyaret ederek hürmetini ifade etmiş, tüm siyasi partilerin faaliyetini yasaklayan darbe yönetimi, İhvan’ı, dini bir organizasyon olduğu gerekçesiyle bu yasağın dışında tutmuştu.
Ancak “Devrim Komite Konseyi” El-Hudeybi’nin “Kur’an temelinde bir anayasa” talebini ret edince örgütten rejime yönelik muhalefet yükselişe geçmeye ve İhvan, rejime, İslam’a karşı olduğu gerekçesiyle saldırmaya başladı.
1953’te iki taraf arasında keskin bir mücadele başladı. Yönetimin aynı yıl başlattığı toprak reformu örgütün muhalefetiyle karşılaştı. İhvan öğrenciler ve sendikalar arasında propagandasını yoğunlaştırdı. Bunun yanı sıra asker ve polis içerisindeki bazı İhvan üyeleri rejime karşı planlı çalışmalar yapmaya başladılar.
1954 yılında İngilizlerin Mısır’dan çekilirken Mısır ile yaptığı anlaşmayı fazlaca İngiliz yanlısı bularak kabul etmeyen İhvan, İngilizlere karşı silahlı mücadele çağrısı yaptı. 26 Ekim 1954’de Nasır’a karşı İhvan’dan gelen suikast girişimi, Nasır yönetiminin daha güçlü bir şekilde örgütün üzerine gitmesine neden oldu. İhvan’ın bütün çalışmaları yasaklandı. Örgütün pek çok üyesi ölüm ya da muhabbet hapis cezalarına çarptırıldılar. Binlerce örgüt üyesi Suriye, S.Arabistan, Ürdün ve Lübnan’a sürgüne gitti.
İhvan mücadelesine yeraltında devam etti. Ayakta kalmayı başardı. Nasır’ın 1964’de ilan ettiği genel affın bir parçası olarak, yükselen işçi ve emekçi hareketine karşı güç oluşturmak için birlikte hareket etme düşüncesiyle örgütün üyeleri serbest bırakıldı. İhvan ile Nasır arasında bu yumuşama ve yakınlaşma uzun sürmedi. 1965 yılının yaz aylarında yine İhvan’ın Nasır’a karşı bir suikast girişimi planı açığa çıkarıldı. Sonuç, yüzlerce yeni yakalanma ve örgütün önde gelen 3 isminin ölüm cezasına çarptırılması oldu. Bunlardan biri de, Ağustos 1966’da idam edilen Seyyid Kutup’tur.
SEYYİD KUTUP
Seyyid Kutup (1906-1966), İslam radikalizmin en etkili ideologlarından birisidir. Hasan el-Benna gibi öğretmen olan Kutup, eğitim bakanlığında müfettişlik yaparken Amerika’ya gönderilmiştir. Kutup İhvan’a 1951’de katılmıştır. Bu tarih, ABD’den dönüşünün bir yıl sonrasıdır. Kendisi, bu tarih için “1951’de doğdum” der. Örgütün lider kadroları arasında yer almadı. Ancak yayınlarının başında oldu ve yönetti. Nasır’a yapılan suikasttan sonra tutuklandı, 25 yıl ceza aldı. 1965’de Irak lideri Abdül Selam Arif’in aracılığı ve “ricası”yla serbest kaldı. 1965’deki ikinci suikast girişimi üzerine yeniden tutuklanarak yargılandı ve idama mahkûm oldu. 1966’da idam edildi.
Seyyid Kutup bağnaz bir laiklik ve örneğin “Atatürk düşmanı” olarak tanınır. Ona göre, Batılı güçler İslam’dan kurtulmak için M. Kemal’i öne sürmüşlerdir.
Seyyid Kutup, dindarlar ile laiklik taraftarlarının aynı toplumda bir arada yaşayamayacaklarını söylüyordu. Dolayısıyla, “Müslümanlar öncelikle bu tür yöneticileri devirmekle yükümlüdürler” diye düşünüyordu. Komünizm tanrı tanımazdı, demokrasi ise tanrı nizamının gasp edilmesiydi. Bütün bunlar “cahiliye”nin göstergesiydi. Zaten toplumları, İslam ve “cahiliye toplumu” olarak ikiye ayırıyordu.
Cahiliye toplumu”nu; Komünist toplum, Hıristiyan toplum, Yahudi toplumu ve kendini Müslüman sayan bazı İslam toplulukları olarak sıralıyordu. “Cahiliye”yi; Tanrı yerine insana tapmak olarak açıklıyordu. Ve “Muhammet zamanında cahiliye bilgisizlikten kaynaklanıyordu” diyordu. “Şimdiki cahiliye ise tanrıya bilinçli başkaldırıştı”. Kutup, laiklikle dindarlığın aynı toplumda sorunsuzca bir arada bulunamayacağını söylüyor, bu nedenle Müslümanların laik devlete karşı başkaldırmaları gerektiğini savunuyordu. Demokrasi ona göre Batı icadıydı. Ulusçuluk da, İslam’ı yozlaştırmak için kullanılmaktaydı. Ona göre, esas olan, İslam dünyasını bir halife yönetiminde bir araya getirmekti. Dünya ümmeti, ırka, ulusal değerlere değil, yalnızca inanca dayanmaktaydı. Ve dünya inananlar ile inanmayanların iki ayrı dünyası değildi. Bütün dünya, inanmayanlarla dolu olduğu için, bir savaş alanıydı, dar-ul harpti.
Örtünmeyen kadın”ın “cinsel taciz”e müstahak olduğunu ileri süren Selçuklu Üniversitesi İlahiyatçısının kendisinden feyz aldığı ortada olan Kutup, örtünmeyen kadın “canlı bir şeytandır. Bu ahlaksız kadınların çıplak bedenlerinden fışkıran ihtiras alevleri insanı yakarak küle çevirir.” diye yazmıştı. “İnsanlık bugün büyük bir genelevde yaşıyor” diyordu. Bunu kanıtlamak için basına, filmlere, moda gösterilerine, güzellik yarışmalarına bakmak yeterdi!
Seyyid Kutup, Hasan el-Benna’dan sonra İhvan’ın en önemli liderlerinden biridir. Aynı zamanda o, örgütün en önemli ideologlarından biri olarak nitelendirilebilir.
1967 Arap–İsrail savaşında (Altı Gün Savaşı) Mısır’ın hayli onur kırıcı bir şekilde yenilmesi Nasır’ın laik milliyetçi “Arap sosyalizmi”ne öldürücü bir darbe indirdi. Ortaya çıkan siyasal iklim, Müslüman Kardeşler’in Nasır tarafından bastırılan görüşlerinin, özellikle de rejimin İslami inanç ve değerlere sırtını döndüğü, hatta bunları bastırdığı iddiasının kabulü için elverişli bir durum yarattı. Nasır bu durumu kavrayarak, İslami duyarlılıkla işbirliği yoluna gitti.
Nisan 1968’de, yaklaşık üç yıldır hapiste olan İhvancıları serbest bıraktı. Ne var ki bu manevralar, Müslüman Kardeşler’in Nasır aleyhtarı ve özellikle de İsrail karşısındaki yenilginin sorumluluğunu ona yükleme tutumlarını değiştirmedi. Örgüt öncülüğünde Nasır’ı hükümetten ayrılmaya çağıran gösteriler düzenlendi. Bu gösterilere askerin müdahalesi, onlarca ölü ve yüzlerce yaralıya mal oldu.
1970 yılında Nasır’ın ölümünden sonra, eskiden Müslüman Kardeşler’le iyi ilişkileri olan Enver Sedat iktidara geldi. Sedat örgütü umutlandırmıştı. Nasır’ın izlediği “tarafsız” politikalar hemen terk edildi. ABD politikaları uygulanmaya başlandı.
1975’de Sedat’ın ilan ettiği genel afla İhvan üyeleri serbest bırakıldı. Bu gelişme, İhvan’ın durumunu daha da toparlanmasına ve El Ezher üniversitesiyle bütünleşmesine imkan sağladı. Hasan El Benna’dan sonra örgüt içinde ortaya çıkan bölünmüşlükten memnun olan ve bunu sürdürmek isteyen Sedat, İhvan’ın “ılımlılar” grubunu kendi siyasi düzeninin içine çekmeğe çalıştı. Bu süreçte, iktidar partisinin sunduğu “bilet”le İhvan’ın altı önde gelen ismi parlamentoya girdi. Hükümet örgütün bu “parçası”na alabildiğine iyi ve olumlu davranmaktaydı. İhvan’ın bu grubunun “el-Dava” adlı bir aylık dergi çıkarmalarına izin verildi. Tirajı 78 bin olan el-Dava (çağrı) kendine dört düşman seçmişti: Batı Hıristiyanlığı, komünizm, laiklik ve Siyonizm. Bütün haberler ve yorumlar, bu dört düşmanı hedef alıyor, onlara yönelik olarak kaleme alınıyordu.
Enver Sedat’ın örgütün ılımlılar kanadıyla işbirliği yaparak onları legal-parlamenter siyasetin içine çekme girişiminin sonucu, radikal karakterli diğer Müslüman Kardeşlerin örgütten ayrılması ve daha radikal gruplar kurması oldu. Daha sonra Sedat’a suikast yapacak El-Cihat örgütü bu süreçte ortaya çıktı.
Sedat’ın iktidara geldikten sonra Müslüman Kardeşler’le kurduğu bu olumlu ilişki, İsrail’le barış görüşmelerine başlamasıyla bozuldu. 1977’de İsrail’i ziyaret eden ilk Arap devlet başkanı E. Sedat oldu. Bu ziyaretten bir yıl sonra 1978’de, Sedat, Camp David anlaşmasıyla İsrail’i resmen tanıdı. Bu gelişmeler, tamamen ABD’nin denetimine giren E. Sedat ile İslami örgütlerin arasındaki mesafenin açılmasına neden oldu.

SEDAT’IN ÖLDÜRÜLMESİ
Kendisiyle dirsek temasındaki “ılımlı İhvan” bile Camp David Barış Anlaşması’nın en hassas noktası olan Filistin sorununun çözümü konusunda hayal kırıklığı içindeydi. (Bu anlaşmayla Filistin topraklarının %78’i resmen İsrail’e bırakılıyordu.) Hal böyleyken, El Ezher, Sedat’ın zorlamasıyla 1979’da, barış girişimleri konusunda onun politikalarını tasdik eden bir fetva yayınladı. Bu, “ılımlı” Müslüman Kardeşler açısından bir kırılma noktası oldu. Ve onlar da pek çok konuda Sedat’a muhalefet yapmaya başladılar.
Süreç, Müslüman Kardeşler’in sokaktan, hatta parlamento dan alınıp yeniden hapishanelere gönderilmesi şeklinde ilerledi. ABD ve İsrail’den gelen baskılar sonucunda 2000’i aşkın İhvancı hapse atıldı. El Dava kapatıldı. İhvan yanlısı olduğu şüphesiyle 200 subay ordudan atıldı. Bu sertlik karşılığını bulmada gecikmedi. 1981 yılında Mısır’ın kurtuluşunun kutlandığı bir törende El Cihat üyesi bir yüzbaşı olan Halid Ahmed El Şevki İslambuli önderliğindeki bir grup asker Enver Sedat’a suikast düzenledi. Suikastta Sedat hayatını kaybetti.
MÜBAREK DÖNEMİ
Sedat’ın yerine, 1973 Arap-İsrail Savaşında (Yom Kippur) yıldızı parlamış olan yakın arkadaşı Hüsnü Mübarek başkan oldu. Mübarek militan İslami hareketlerin üzerine kararlılıkla gidip onları şiddetle bastırırken, rejimin “dini olmayan” (laik) muhaliflerini serbest bırakarak onlarla diyalog geliştirdi. Bu arada, İslam dünyasının pek çok bölgesinden gelen kınamalara rağmen, Sedat’a suikast düzenleyen El-Cihat üyelerini idam ettirdi.
1982’de kendisine yönelik radikal İslamcı bir suikast girişimi başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra Mübarek, El-Ezher ulemasıyla işbirliğine girerek, hem rejim için meşruluk sağlama, hem de hapisteki İslamcıları yeniden eğitme/kazanma çabası içinde oldu. İslami olmayan (laik) muhalefetin önünü açma yolunda muhafazakâr yeni Vafd Partisi’ne 1984’de parlamento seçimlerine katılma hakkı tanıdı. Fakat yeni Vafd Partisi ile Müslüman Kardeşler ittifak içine girdiler.
1987’de yapılan seçimler, Mısır’da İslami muhalefetin daha da artan bir güce ulaştığını gösterdi. Müslüman Kardeşler, hem liberallerle hem de Sosyalist İşçi partisiyle ittifak yaptı. Oyların %17’sini alan bu ittifak, kazandığı 60 milletvekilliğinin 35’inin İhvan’a kullandırttı.
Bu gelişmelerle birlikte, Müslüman Kardeşler’in, Mısır’da, kendi dışında kalan diğer rejim karşıtı gruplarla diyalog ve işbirliğine açık, dolayısıyla daha “demokratik” bir siyasi üslup ve motivasyon kazandığını düşünmek mümkündür. Örgütün klasik seçim sloganı olan “Çözüm İslam” bile bu süreçte değiştirilmiş ve onun yerine, 2000’li yıllarda, “Demokratik Değişim” sloganı kullanılmaya başlanmıştır.
Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in iktidara gelmesinden sonra diyaloga katılan Müslüman Kardeşler, resmen yasak olsa da, ülkenin en büyük muhalif gücü idi.
Siyaset sahnesinde resmen yasaklansa da etkin bir sosyal yardım ağına sahip olan Müslüman Kardeşler; yoksullara, üniversitelerde ve sendikalarda durumu kötü olanlara yardım organizasyonları düzenliyordu. (Özellikle camilerde aktif durumdaydılar.)
Okullar, hastaneler vb. sosyal yardımlaşma ağlarıyla toplum üzerinde büyük bir etkiye sahip olan Müslüman Kardeşler, Ortadoğu’nun en büyük ve etkin örgütü olarak biliniyor. 2005’deki genel seçimlerde büyük başarı gösteren ve parlamentoda 88 sandalye kazanan hareket, birinci turuna katılmakla birlikte, iktidar partisi geniş çaplı yolsuzluk yaptığı ve şiddet uyguladığı gerekçesiyle boykot ettiği seçimlerin Aralık 2010’daki ikinci turuna katılmadı.
Müslüman Kardeşler, 60 yılı aşkın bir süredir yasadışı, fakat müsamaha gösterilen bir hareket.
Katıldığı her seçim, insanları seferber etme konusunda yüksek kapasiteye sahip olduğunu gösterdi.
İHVAN’IN BUGÜNÜ
Müslüman Kardeşler in günümüzdeki lideri Muhammed Bedi, 2009 Aralık ayında, 30 kişilik Danışma Konseyi tarafından, 7. Genel Mürşit Muhammed Mehdi Akif yerine, 8. Genel Mürşit seçildi. 16 kişilik irşat bürosu için yapılan seçimlerde, genellikle muhafazakâr olarak tanınan isimler başarılı oldu.
Bugün de kitleler üzerinde en etkili hareket olan İhvan’ın Mısır genelinde okulları, hastaneleri, vakıfları var. İllegal oldukları için, bunlar şirketler ve şahıslar üzerine yapılıyor. Yoksulara, yetimlere ve öğrencilere yardım ediliyor. Devlet denetimi dışında kalan yapılarda, meslek örgütlerinde (hâkim, avukat, gazeteci, mimar, mühendis) ciddi bir etkiye sahipler. Üniversitelerde güçlüler. “Devrim Şehitleri”ne ayda 700–800 dolar yardım yaptıkları söyleniyor.
İhvan artık 1930’ların İhvan’ı değil. Hasan EL Benna’nın Kahire’de o dönemlerde ilişki kurmaya çalıştığı kapitalistler, fabrika sahipleri zenginlerle ilişkiler bugün daha gelişkin durumda. İhvan’ın içindeki sermaye sahiplerinin, kapitalistlerin sayısı hiç de az değil. İşadamlarıyla, şirket sahipleriyle, yüksek gelirli meslek sahipleriyle sistemin içine çoktan girmiş ve bu yönüyle AKP ve daha da çok Fethullah Gülen Cemaati şahsında beliren “Türkiye modeli”ni çoktan hayata geçirmiştir. Artık İslam’ı, “ılımlı İslam” olarak kapitalizmin ötesinde değil ama içinde arayıp bulmaya hazır olacak kadar yöneticileri ve dayanaklarıyla palazlanıp zenginleşmiştir İhvan.
Yöneticiler, esas olarak mülk sahibi zenginler ya da yüksek gelirli meslek sahipleri. (Muhammed Bedi eski bir akademisyen) Ancak, bu etkin hareketin bütününü bağlayacak ve irade birliği oluşturacak bir programları yok. Suriye’de, Lübnan’da, Filistin’de etkinler. Ancak bu kolları arasında da politik ve ideolojik bir birlik bulunduğu söylenemez.
Mısır’daki İhvan hareketinde bugün üç eğilim var: Muhafazakârlar, reformcular ve radikal eğilimler. İhvan’da uzun süredir genel olarak liberalizme daha yakın ve uzlaşmacı eğilimleri ağır basıyordu. Bugün Mısır’da, neo-liberal ve “İslam’la demokrasinin sentezi”nin örneği olarak gösterilen Amerikancı “ılımlı İslamcı” “Türk Modeli”, hareketin muhafazakâr kesimi (M. Bedii) tarafından bile benimseniyor.
İhvan’ın evsanevi lideri Hasan El Benna’nın Avrupa’da yaşayan torunu Tarık Ramazan’a göre, “İhvan bünyesinde farklı eğilimler barınıyor. Fakat hareketin liderliği artık genç üyelerin arzularını tam olarak temsil etmiyor. Gençler dünyaya daha açık, ülke içinde reform gerçekleştirmek derdinde ve Türkiye örneğinden heyecan duyuyor. Birleşik bir hiyerarşik görünüşün arkasında birbiriyle çatışan güçler var. Hareketin hangi yola gireceğini kestirmek çok zor.” İhvan’nın içinde katı dindarlarla “Türkiye örneği”ni savunanlar arasında her şey olabilir, ancak artık İhvan’ın “radikal İslamcı” olarak tanımlanan türden bir yol tutacağını ileri sürmek gerçekçi olmaz.
İhvan içinde yoksul ve emekçi tabanla yönetici seçkinler arasında Mübarek’in gölgesinden kurtulmuş olmaktan beslenen bir ayrışmanın çıkması çok güçlü bir olasılıktır. Şimdi, güçlü ana eğilim olarak, bundan sonra kurulacak düzen içinde etkin bir yer kapmanın planı yapılmaktadır. Gerek bu tutum, gerek ayaklanma başlangıcındaki ikircikli, temkinli ve geriden gelen tutumu, gerekse de İhvan liderlerinin “Camp David dahil Mısır devletinin yaptığı bütün uluslararası anlaşmalara saygılı olacağız” türü açıklamaları, İhvan’ın önümüzdeki süreçte tabanı üzerindeki etkisini sürdürmesinin zor olacağına, “cemaat” içi tartışma ve gerilimlerin yanı sıra tabanla ilişkilerde gerileme yaşanması olasılığının küçümsenmemesi gereğine işaret etmektedir. Ancak ele geçirilecek ya da bir ucundan tutulacak iktidar olanaklarının kullanımıyla genişleme ve güçlenme de şüphesiz bir olasılıktır ki, Türkiye’de denenmiş ve başarılı olduğu görülmüştür –işte İhvan’a egemen görünen ana eğilim de bunun yolunu açmak amacıyla her türlü tavizi vermeye hazır bir görüntü vermektedir. İhvan, aslında bu yönelimin temellerini, 2000’li yıllarda klasik seçim sloganı olan “Çözüm İslam’da” sloganı yerine “demokratik değişim” sloganının koyarak atmıştı.
İhvan’ın şimdiki lideri Muhammed Bedii, ayaklanmadan 16 gün sonra yaptığı açıklamada, yine kuşkusuz bu doğrultuda, eskiden “dar-ül harp” olarak niteledikleri düzenin başlıca kurumu ve polis vb. türü dayanaklarının çöktüğü özellikle bugünkü temel dayanağı olan Mısır Ordusu’na ilişkin olarak, “Bu halkı askeri darbe tehdidiyle korkutamasanız. Çünkü bu halk ordunun halkın ordusu, askerin de halkın askeri olduğuna inanıyor. Ordu, bu ülkenin ve halkın muhafızıdır. Halkın umutlarına ve isteklerine karşı darbe yapmak mümkün değildir.” diyebilmiştir.
Yine İhvan’ın liderlerinden İrşad Bürosu üyesi Saad el-Hüseyin, Milliyet’ten Hasan Cemal’e yaptığı açıklamada şöyle konuşmuştur: “Son dönemde iyi sınav verdi ordu. Halktan yana kullandı gücünü... En kısa zamanda seçilmiş hükümete bırakacağız diyor ordu. Ona inanıyoruz.
Yol haritası nedir?” sorusuna ise şu sıralamayla cevap veriyor:
1- “Cumhurbaşkanı adayı göstermeyeceğiz.”
2- “İlk milletvekili seçimlerinde çoğunluğu sağlamak için uğraşmayacağız.”
3- “Dört-altı ay arasında önce parlemento, sonra cumhurbaşkanı seçimleri yapılsın.”
4- “Yeni parlamento, yeni anayasa ve temel yasalara el atılsın.”
5- “Demokrasinin temel ilkelerine sadığız, bağlı kalacağız. Halk isterse geliriz, istemezse gideriz.”
Bu açıklamalarına bakılarak bile, İhvan’ın yeni sürece olabildiğince sorunsuz ve hızlı geçmeyi düşündüğü söylenebilir. Aktardıklarımız, Fethullah Gülen cemaatiyle AKP’nin Türkiye’de izledikleri “saman altından su yürütme” ya da “köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı” deme tutumunu hatırlatmakta ve başka açılardan olmasa bile, bu açıdan Türkiye’nin “örnek” alındığını belirtmektedir.
İhvan’nın “ılımlı İslam” yönelimiyle ABD ve Mısır tekelci gericiliğiyle sağladığı yeni ilişkilerin sonucu olarak Mısır’da düzenin dayanakları arasına katılacağı anlaşılıyor, ancak yeni sürece nasıl dâhil olacağı önümüzdeki günlerde netleşecek. İhvan’ın bir siyasi partiye dönüşmesi pek olası değil. Muhtemelen manevi bir güç olarak varlığını sürdürecek ve böylelikle doğrudan siyasi bir sorumluluk üstlenmemiş görünerek elinin serbest kalmasını sağlamaya, dolayısıyla “müminler” üzerindeki etkisinin sürmesini garanti altına almaya çalışacak. İhvan, Gülen benzeri böyle bir tutumla, kendisini sözde “manevi” önderlik ve “sosyal dayanışma” işleviyle sınırlanmış göstererek korumaya alırken, siyasal süreçlerde yer almak üzere, kuşkusuz “el altından” destekleyeceği/yönetip yönlendireceği yeni bir parti mi kurulur (en güçlü ihtimal bu), yoksa İhvan mensubu bazı siyasetçilerin kurduğu (bunların İhvan’la organik bağı bulunmuyor) Vasat Partisi mi bu işlevi yüklenir; bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Ancak bir olguya değinmeden geçmek olmayacak ki, o da şu: Modern kapitalist dünyada bütün İslami örgütlenmeleri önceleyerek, doğrudan bir siyasal örgütlenme olmadan, ama siyasal/sosyal bir cemaat olarak Müslüman Kardeşler sahneye çıkmış ve yaklaşımları, izledikleri yöntemler ve örgüt biçimleriyle tüm İslami örgütlenmelere örnek oluşturmuştur. “Cihat”, ama ilan edilmemiş gibi yapılması ve “dar-ül harp” içinde çalışma yürütme, “Salı Toplantıları”, “Işık evleri”ni hatırlatan on kişilik aileler halinde örgütlenen ve haftada bir toplantılar yapan “taburlar”, “ağabeylik”in müesseseleştirilmesi vb..’nin, başka İslami örgütleri bir yana bıraksak bile, Gülen cemaati bakımından yol gösterici olduğu ve örnek alındığı kesindir. Ancak tıpkı kapitalist sektörler ve işkollarıyla, emperyalist ülkeler arasındaki ilişkide olduğu gibi, “eşit olmayan ve sıçramalı gelişme” kuralı işlemektedir, işlemiş ve “boynuz kulağı geçmiştir”. “Kaderin tecellisi” odur ki, zamanında Müslüman Kardeşler’den ve deneylerinden öğrenip feyz almış olan Fethullah Gülen cemaati ve onunla kol kola kah koklaşarak kah sürtüşerek siyaset yapan AKP, şimdi Türkiye’de kaydetmiş oldukları mesafenin, İhvan’ın yolundan yürüyerek siyasal iktidarın yürütmesini ele geçirmelerinin doğrudan bir sonucu olarak, onlara başarılı bir deney örneği sunmakta ve karşılık olarak “yararlanacağız” masajı almaktadırlar.
SURİYE İHVANI
Müslüman Kardeşler’in Mısır dışına çıktıkları ilk yer Suriye’dir. Örgüt, bu ülkede 1930 ortalarında belirmeye başlar. Mısır’a okumaya gelen Suriyeli öğrenciler burada örgütün faaliyetlerinden etkilenirler. Ülkelerine döndüklerinde İhvan’ın tohumlarını atmaya başlarlar. Ancak kurumsallaşma, El Ezher’e hukuk okumaya giden ve 1941’de Hasan El Benna ile tanışan Mustafa Es-Sıbai öncülüğünde gerçekleşmiştir. Sıbai, Müslüman Kardeşler’in Suriye kolunun ilk lideri olarak kabul edilir. Örgütün merkezi karargâhı Halep’tir.
1958’de Nasır Mısır’ı ile Suriye arasında gerçekleştirilen “Birleşik Arap Cumhuriyeti” deneyiminin 1961 yılında hayal kırıklığıyla sonuçlanması, Müslüman Kardeşler’in ülkede çoğunluğu oluşturan Sünniler üzerindeki ağırlığını kalıcı hale getirdi.
Örgütün hedef kitlesini oluşturan bu çoğunluk açısından laik eğimli yönetici elitin dinsel aidiyeti olan Aleviliğin İslam içi olup olmadığı konusu zaten hep tartışmalı olmuştur.
Suriye’de 1973’te yürürlüğe konan yeni anayasa İhvan yanlısı ulemanın tepkisiyle karşılaştı. Anayasanın laik ve ateist eğilimli olduğu gerekçesiyle saldırıya geçen ulema, İslam’ın devletin dini olarak kabul edilmesi talebinde bundu.
Hafız Esat’ın Lübnan iç savaşına Marunî Hıristiyanlardan yana müdahalesinin hemen ardından, İhvan, Suriye’de rejime karşı cihat ilan etmeye karar verdi. Baasçı bürokratlara, Alevi liderlere, gizli servis üyeleri ve istihbaratçılara yönelik suikastlar birbirini izlemeye başladı. 1979’da, Halep Harp Okulu’nda bir Sünni subayın da işbirliğiyle, 200 Alevi öğrenci üzerine büyük çaplı silahlar kullanılarak açılan ateşte 83 öğrenci öldürüldü. Örgüt, yalnızca Alevileri değil, ülkedeki Sovyet askeri ve sivil danışmanları ile hükümet yanlısı ulemayı da hedef olarak belirlemişti.
İktidar, Halep’te öldürülenlerin “intikamı”nı, 1980 Ağustos’unda yine Halep’te güvenlik kuvvetlerine ateş açıldığı söylenen bir binadaki 80 kişinin dışarı çıkarılıp anında infaz edilmesiyle almıştır.
Ocak 1980’deyse, güvenlik güçleri hapiste bulunan yüzden fazla İhvan üyesini infaz ettiler. Temmuz 1980’de, parlamento Müslüman Kardeşler’e üyeliği, hatta onunla bağlantıyı devlete karşı suç sayıp ölüm cezasına çarptıran bir yasa çıkardı. Halep’te 80 kişinin öldürülmesi, bu yasanın çıkarılmasından hemen sonra olmuştur.
HAMA KATLİAMI
Esat yönetiminin oldukça ağır operasyonları karşısında örgütün direnci kırılmaya başlayınca, toparlanmak için strateji değiştirerek, Ekim 1980’de İhvan öncülüğünde, ama daha geniş bir kitleyi hedefleyen “Suriye İslam Cephesi” kuruldu. Bu oluşumun programına “Suriye İslam Devrim Deklarasyonu ve Programı” adı verildi.
Şubat 1982’de Hama’da İhvan öncülüğünde başlatılan ayaklanma, Esat iktidarı tarafından büyük çaplı bir şiddetle, tam anlamıyla kitlesel bir katliam ile bastırıldı.
Kimilerine göre 20 bin, kimilerine göre 40 bin insanın ölümüyle sonuçlanan bu katliamın çok fazla su yüzüne çıkmaması, aynı yıl İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesi nedeniyle gölgede kalmasına bağlanabilir. Olaylarda ölmeyenlerin de müebbet hapse mahkûm edilmesiyle Suriye’de iktidar Sünni-İslam muhalefetini iyice sindirmiştir. Örgütün pek çok üyesi ve lider kadrosu, bu olaydan sonra Suriye’yi terk ederek dünyanın çeşitli yerlerine ülkelerine dağıldılar.
Başer Esat, babasına göre kısmen daha ılımlı bir yönetim sergiledi. Bunun sonucu olarak Müslüman Kardeşlerin hapisteki üyelerinin bir kısmı serbest bırakıldılar. Örgütün sürgündeki önder kadrosu da, oğul Esat’ın kendilerine “zeytin dalı” uzatmasını beklediklerini ifade ettiler. Ağustos 2010’da liderliğe getirilen Riyad Şakfa, Başer Esas’ın özgürlük, insan hakları ve demokrasinin önünü açması durumunda rejim karşıtı faaliyetleri bırakarak, yasal bir siyasal partiye dönüşeceklerini belirtti.
Mısır’ın ardından örgütün güçlü olduğu ikinci büyük ülke olan Suriye’nin liderlerinin, İhvan’ın “anavatanı”nda yaşananların ardından hemen reform politikalarını uygulamaya koymasını, Mübarekten sonra “çanlar kimin için çalıyor?” sorusuna verilecek yanıt olmak istemedikleri şeklinde yorumlamak yanlış olmayacaktır.
Ama her şeye rağmen Arap ayaklanması yayılmaktadır, Suriye de karış

1928'den Günümüze Müslüman Kardeşler

Şükrü Taş tarafından yazıldı |
Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da başlayan halk ayaklanmaları önce Tunus’ta bin Ali’nin, ardından Mısır’da Hüsnü Mübarek’in yıkılmasına neden oldu. Bu rejimlerin yıkılmasıyla bu ülkelerde bundan sonra ne olacağı en çok tartışılan mesele olmaya devam etmektedir.
Mısır’daki en büyük muhalefet durumundaki Müslüman Kardeşler’in (İhvan-ı Müslim) ne yapacağı ise en çok merak edilenler arasındadır.
Bu yazımızda, kuruluşundan bugüne bu örgütü değerlendirmeye çalışacağız.
KURULUŞU VE İLK YILLARI
Bir ilkokul öğretmeni olan Hasan El- Benna tarafından 1928 yılının Mart ayında Mısır’ın İsmailiye şehrinde kuruldu. Kurulduğu günden bu yana Mısır’da siyasi süreçleri etkilemesinin yanı sıra İslam dünyasının pek çok ülkesinde de İslami hareketler için siyasi-ideolojik temel oluşturduğu söylenebilir.
Hasan el-Benna, Nil deltasındaki El Buheyre şehrinin Mahmudiye kasabasında doğdu. Babası Ahmet bin Abdurrahman bin Muhamed el-Benna el Saati âlim olmasının yanı sıra geçimini saatçilikle sağlamaktaydı. El Saati, Mısırın meşhur İslam reformistlerinden Muhammet Abdal döneminde El Ezher’de öğrenciydi. Sünni-Hanbelî Fıkıh mezhebinin kurucusu Ahmed bin Hanbel’in Hz. Muhammed’in hadislerinin derlemesi olan ünlü eseri “Müsned” in yeni bir düzenlemesini kaleme almıştı. Bu eser, Hasan el-Benna’nın görüşlerinin şekillenmesine etki eden en önemli kaynaklardan biridir.
Onun katıksız bir İslam hükümeti ve İslam hukukuna dayalı Müslüman toplum inşası vaaz eden öğretisi, Hanbelî Fıkıh’ının güçlü etkisini taşır.
8 yaşından itibaren medresede din eğitimini almaya başlamıştır. El-Benna 12 yaşından 14 yaşına kadar hadisler ezberlemiş, Arapça gramer, kompozisyon ve şiir çalışmıştır. Bu sıralar Sünni tarikat çevreleriyle yakın ilişkiye girmiş, İslam tasavvufu üzerine yoğunlaşmıştır.
Benna bu dönemin bazı öğrenci olaylarına katıldı. 1919 yılında, 13 yaşındayken, Mısır’da patlayan İngiliz karşıtı eylemlerde yer aldı. “Cemiyetü’l Ahlakil Edebiyye” dergisinin başkanlığına seçildi.
17 yaşına geldiğinde Kahire’deki Dar’ül-Ülüm öğretmen okuluna kaydoldu. Mezun olduktan sonra İsmailiye kentinde öğretmen olarak çalışmaya başladı. Daha sonra cami ve kahvehanelerde yaptığı konuşmalar etrafına çok sayıda insanın toplanmasını sağlamıştır.
1928’in Mart’ında evinde toplanan 6 kişilik bir grupla İslam davası için yaşama ve ölmeye yemin ederek, “milletin kalbinde yeni bir ruh olarak” İhvan’ı Müslimin”in, Müslüman Kardeşler’in temelini atmıştır. 1933 yılına kadar âlimler, tarikat şeyhleri ve muhtelif dernekler gibi toplumun farklı kesimlerine ulaşmaya başladı. Bu etkinlikleri ve gelişmeler İhvan’ın merkezinin Kahire’ye taşınmasına neden olmuştur.
Burada erkek ve kız çocuklar için okulların, mescitlerin açılmasına önayak oldu.
Teşkilat faaliyetlerini dini, sosyal, kültürel, ekonomik ve sportif alanlar gibi farklı alanlara ayırmış ve bu çerçevede İskenderiye’de bir mescit ve bir merkez, Şebrühit’te bir lokal ve fabrika, Mahmudiye’de bir halı ve tekstil fabrikası ile tefsir-fıkıh eğitimi yapan bir medrese kurmuştur.
İsmailiye’deki İhvancılar genellikle eğitimsizdiler ve alt sınıflardan oluşuyorlardı. Burada, çimento işçileriyle ilişkiler geliştirildi. Kahire’de ise, örgüt toplumun daha üst tabakalarıyla buluştu ve onları etkileme fırsatı buldu. Bunlar arasında El Ezher’den azımsanmayacak sayıda öğrenci, memurlar ve mühendis, tekniker vb. türü vasıflı çalışanlar, işçiler, Mısır ordusunun subayları vardı.
Sayısal olarak örgütün büyüklüğü ile ilgili güvenilir tahminlerde bulunmak zor olsa da, Hasan El-Benna’nın 1928’de 6 kişiyle kurduğu örgüt, 1934 yılında 50 şubeye ulaştı. 5 yıl sonra şube sayısı 500’ü buldu.
Hasan El-Benna 1946’da yaklaşık 500 bin üyeleri olduğunu iddia etti. 1950’lerin ilk yarısında şube sayısının 1500’e, üye sayısınınsa 1 milyona ulaştığı tahmin ediliyor.
Gelişen süreçte, Müslüman Kardeşler Mısır’ın dışında da örgütlenme faaliyetleri başlattı. Filistin. Lübnan ve Suriye’ye temsilci gönderildi. Bunlar, Abdurrahman El Saati ve Muhammed Esat El-Hâkim’dir. Bunlar, Kudüs, Şam ve Beyrut’ta birçok camide kalabalıklara çeşitli konuşmalar yapıp, konferanslar düzenlediler. Daha sonra buralarda şubeler açtılar. Hareket giderek Ürdün, Sudan hatta Pakistan’a kadar yayıldı.
MÜSLÜMAN KARDEŞLER İDEOLOJİSİ
Anayasamız Kur’an, rehberimiz peygamber, en büyük amacımız Allah yolunda ölüm” sloganı, Müslüman Kardeşler’in ideolojisini en iyi şekilde açıklamaktadır.
Böylece İslam, insanların siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel yaşamının ayrıntısını düzenlemek üzere etkili bir sistem öneren bütünlüklü bir ideoloji olarak tanımlanmış olmaktadır.
30’lu yıllarda Müslüman Kardeşler, çalışma şekilleri ve kalkınma yolu üzerine 1, 2 gibi bazı programlar belirlediler. Hasan El-Benna’nın “Hatıraları”nda yer alan bu programın bazı maddeleri şöyledir:
- Evlerde, camilerde konferanslar verilmesi. Salı Günü Dersleri’nin kurumsallaşması,
- Çeşitli yayın ve risalelerin yayınlanması,
- Şube sayısının artırılması,
- Beden eğitimi ve izci örgütlerinin düzenlenmesi,
- Üniversitelerde ve diğer okullarda davanın kök salması, öğrenciler kısmının kurulması ve el Ezher in ilim adamı ile öğrencilerin çalışmalarından yararlanması.
- İslami-ulusal davaların özellikle Filistin davasının desteklenmesine katkıda bulunulması,
- Misyonerlik hareketlerine karşı koyma ve dini öğretinin teşvik edilmesi gibi İslami hareketlere katkıda bulunulması,
- İslami açıdan kusurları bulunan hükümetlere karşı çıkılması ve partizanlığa karşı çıkılıp açıkça İslami usullere çağrılması,
- Siyasi partilerin kapatılması, çünkü İslam’ın birleştirici özelliğinin olduğu ve Müslümanların ülkelerinin esenliği için birbirleriyle işbirliği halinde hareket etmeleri gerektiği,
- İslam devletinin amacının İslam hukukunu hakkıyla uygulamak olduğu.
Müslüman Kardeşler’in devlet yönetimiyle ilişkilerine gelince: Bu ilişkiler yer yer gerilse de genellikle iyi düzeyde olmuştur. Müslüman Kardeşler, 1937’de misyonerlikle ilgili olarak Kral Fuat’a verdiği muhtırada bile şöyle hitap etmektedir: “Dinin sırlarının koruyucusu, İslam’ın ve Müslümanların destekçisi, Mısır’ın sayın fedakâr hükümdarına…
Müslüman Kardeşler’in parlamento binasına mescit açılması için hükümete yaptığı başvuru olumlu karşılanmakta, hemen mescit yapılmakta ve bu başvurudan dolayı Müslüman Kardeşler’e teşekkür mektubu gönderilmektedir.
Hükümet pek çok defa Müslüman Kardeşler’e maddi yardımlarda bulunmuştur.
Ancak zaman zaman hükümetin Müslüman Kardeşler’e yönelik sert tutumları da olmakta, Hasan El-Benna dâhil pek çok militanın gözaltına alındığı veya tutuklandığı bilinmektedir.
Müslüman Kardeşler, topladıkları bağış paralarıyla kurdukları matbaalarda çeşitli gazeteler çıkarmaya başlamışlardır. 1946’da günlük bir gazete çıkardılar. Hasan El Benna’nın damadı Sait Ramazan 1950’de El Müslimin adında bir aylık dergi çıkardı. Daha sonra derginin başına Seyyid Kutup geçti.
Müslüman Kardeşler 1928’deki kuruluşundan 1936’ya kadar esasen dini planda etkin, bir tür sosyal yardım ve dayanışma hareketi olarak görülürken, 1936, Müslüman Kardeşler’in Arap Ortadoğu’sunun meselelerine ilk olarak karıştığı, dolayısıyla örgütün tarihinde bir dönüm noktası oluşturan yıl olmuştur.
Bu yıl içinde, Filistinlilerin, topraklarında İsrail’in genişlemesinin yol açtığı rahatsızlıkla İngiliz manda yönetimine karşı ayaklanması, İhvan’a siyasal etkinlik sağlaması için beklenmedik bir fırsat sundu. İhvan, Filistin’e tam destek verdi. Ve onlar için bağış kampanyası başlattı.
İhvan’ın Filistin ayaklanmasına aktif destek ve katkı vermesi, Mısır dışında daha güçlü şekilde yayılmasını sağladı. Bu dönemde İhvan’ın asıl siyasal yönelimi İngiliz karşıtlığı olmuştur.
1939 yılına kadar İhvan siyasal güç olarak çok büyük bir gelişme ve büyüme göstermiş, özellikle kırsal kesimde iyi örgütlenmiş bir güç haline gelmiştir. Artık Mısır siyasetinde El Benna’nın aktif desteği çok daha fazla aranır olmuştur.
Fakat Benna siyasete girmeme konusunda kararlıdır ve yönetimin dışında kalmaya özen göstermiştir. Ancak aynı dönemde, Benna, hatırı sayılır bir kitle desteğine sahip olan milliyetçi Vafd Partisi’ne karşı bir kampanya başlatmış ve Vafd’ın yeni oluşan “Pan Arabist” siyasi konjöktörde direnci düştükçe, buna paralel olarak, Müslüman Kardeşler’in gücü artmıştır.
İHVAN KAHİRE’DE
Hasan El Benna Kahire’ye geldikten sonra İhvan’ın genel merkezi de Ekim 1932’den itibaren Kahire’ye taşındı. Bu arada, El Benna’nın deyimiyle “dava” da her yerde yayılıyordu.
Erkekler için kurulan Hira Enstitüsü çalışmaları rayına oturduktan sonra, Kardeşler, kızlar için de bir okul açmayı düşündüler. Bu okulda “Müslümanların Anneleri okulu” adını aldı.
Daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı bu okulu teslim aldı. Ancak Kardeşler bu okulun arkasında “Müslüman kadın kardeşler” için bir bölüm kurdular. Bu kısım, Müslüman Kardeşler’in eşlerinden ve akrabalarından oluşuyordu.
DAVA” ÇİMENTO İŞÇİLERİ ARASINDA
İsmailiyeli Müslüman Kardeşler bazı çimento işçileriyle bağlantı kurdular. Daha sonra, bu işçiler için, bizzat kendilerinden toplanan bağışlarla bir mescit yaptırıldı.
Bu dönemde Kardeşler;
1- Evlerde camilerde konferans verilmesi ve “Salı günü” derslerinin kurumsallaşması,
2- Genel mürşidin risaleleriyle yalnızca ilk iki sayısının çıkarılmasının ardından bir Müslüman Kardeşler Mecmuası’nın çıkarılması ve yine bu sırada En-Nezir mecmuasının iki yıl süren ilk sayılarının yayınlanması gibi kararlar alıp uyguladılar.
1947’de örgüt, milliyetçi ve İslamcı 10–15 grup ve örgütten oluşan bir birliğin hâkim üyesi oldu.
HASAN EL-BENNA’NIN ÖLDÜRÜLMESİ VE İHVAN’DA ÜÇ EĞİLİM
1948 Arap-İsrail Savaşı, İhvan’a Mısır dışında etkin olma fırsatının yanı sıra gerilla savaşı taktiklerini öğrenme fırsatı da sundu. Savaştan sonra Mısır yönetimin içine düştüğü berbat durum muhalifleri güçlendirdi. Bu tehlikeli durumun farkında olan dönemin başbakanı Nukraşi Paşa sıkıyönetim ilan etti. İhvan’ı yasakladı. Buna bağlı olarak İhvan 2 milyon üyesiyle yeraltına geçti.
Başbakan Nukraşi 1948 yılında düzenlenen bir suikastla öldürüldü. Suikastçı İhvan üyesi 23 yaşındaki bir veteriner fakültesi öğrencisi idi. Bundan yedi hafta sonra İhvan’ın efsanevi lideri Hasan el-Benna 12 Şubat 1949’da akşam evine giderken suikasta uğradı. İçinde bulunduğu otomobil yaylım ateşine tutuldu, yaralı olarak hastaneye kaldırıldı, ancak kurtarılamadı ve yaşamını yitirdi.
Hasan El-Benna’nın ölümünden sonra Kahire’de camiler kapatıldı. Erkekler tutuklandı. Sokaklarda yalnızca polisler ve askerler kaldı. Babası 90 yaşındaydı ve cenazesini eve götürecek erkek bulunamadığı için kız kardeşi ve eşi tarafından mezarlığa götürüldü. Üye sayısı milyonlarla ifade edilen İslami bir örgüt kuran Benna’nın cenazesi neredeyse ortada kalıyordu, bir süreliğine de olsa “zor” kazanmıştı, cenaze namazını babası ve kadınlar kıldı. Suikast birkaç yıl gizli tutularak örtbas edilmeye çalışıldı. Ancak 3 yıl sonra yapılan tahkikat sonucu gizli polis teşkilatından 3 görevli suçlu bulundu ve hapse atıldılar. Tetiği çektiği ileri sürülen polis ömür boyu hapse çarptırıldı.
Hasan El-Benna’nın öldürülmesi İhvan’ın tarihinde yeni bir sayfa açtı. Onun birleştirici ve etkili karizmatik liderliği altında kendini dışa vuramamış olan üç eğilim hareketin bünyesinde su yüzüne çıktı. Bunlar, Hasan El-Benna’nın kardeşi Abdurrahman El-Benna el Saati’nin (Filistin yardım fonunun başındaki kişi) liderliğindeki muhafazakâr grup, aşırı uçta yer alan militan aktivistler ve ılımlılar. Bu grup ve eğilimler, bundan böyle İhvan’ın içinde sürekli var olmaya devam ettiler.
Benna’nın öldürülmesinin ardından gelen dönemde ılımlılar harekete hakim oldular. Ve kabul edilebilir bir “Genel Mürşit” (rehber) aramaya başladılar. Sonunda, hem saygın bir hâkim, hem de Hasan El-Benna’nın yakın ve sadık arkadaşı olan Hasan İsmail El-Hudeybi “Genel Mürşit” yapıldı. Fakat o, Hasan El-Benna kadar karizmatik, saygın ve etkin bir liderlik yürütecek güce sahip değildi.
Uygun bir “çözüm” bulundu ve El-Hudeybi liderliğindeki örgüt “piramidal” bir hiyerarşik yapılanma içerisine girdi. Tepede bir genel mürşit vardı. Altında, örgütün siyasi kararlar alması konusunda yetkili 11 kişilik yürütme konseyi olan “İrşad ( Rehberlik) Bürosu” ve onun altında da “irşad bürosu”nun üyelerini yıllık olarak belirleyen “kurucular komitesi” bulunmaktaydı. İrşad Bürosu, “Genel Mürşid”i iki yıllığına seçmekteydi. Kurucular Komitesi’nin altında 10 tane bölge komitesi, onların altında da mahalli şubeler yer almaktaydı.
Gerçi bu hiyerarşik yapı Hasan el-Benna döneminde de genel olarak böyleydi. Ancak 1945 Kongresi’nde Hasan el Benna ebediyen genel mürşit seçilmişti. Ve tabii ki, genel mürşit olarak, El-Hudeybi’den daha etkin bir liderdi.
Bu hiyerarşik yapı yukarıdan aşağıya çok disiplinli bir işleyiş içinde olduğundan, İrşad Bürosu tarafından alınan kararlar hızlı ve etkin bir biçimde uygulanmaktaydı.
1950’de sıkıyönetim kaldırılınca örgüte yönelik yasak da kalktı ve kuruluş döneminde olduğu gibi, dini bir örgüt olarak faaliyet göstermesine izin verildi.
HÜR SUBAYLAR VE NASIR DÖNEMİ
Cemal Abdül Nasır liderliğindeki “Hür subaylar” 1952 yılında bir darbe gerçekleştirerek kralı devirdi. İktidarı ele geçirdi. Bu rejim değişikliği, İhvan tarihinde önemli bir dönemin kapanmasına neden oldu. Örgüt yeniden yasaklandı. Yeraltına inmek zorunda kaldı.
Aslında darbeye katılan subayların pek çoğu İhvan üyesi ya da sempatizanıydı. Ayrıca İhvan ile Hür Subaylar’ın programları arasında dikkat çeken bir benzerlik vardı. Dolayısıyla başlangıçta her iki taraf arasında bir işbirliği olduğu söylenebilir. İhvan, 1952’de Kahire’de başlayan ve monarşinin temellerini sarsıp altı ay sonraki askeri darbeye zemin hazırlayan gösterilerde önemli rol oynadı.
Hür Subaylar” iktidara geldiklerinde ülkede güçlü bir yapı kazanmış olan Müslüman Kardeşler’in desteğine sahip olmayı ummaktaydılar. Görünürdeki (vitrindeki) liderleri General Muhammed Necip Hasan el-Benna’nın mezarını ziyaret ederek hürmetini ifade etmiş, tüm siyasi partilerin faaliyetini yasaklayan darbe yönetimi, İhvan’ı, dini bir organizasyon olduğu gerekçesiyle bu yasağın dışında tutmuştu.
Ancak “Devrim Komite Konseyi” El-Hudeybi’nin “Kur’an temelinde bir anayasa” talebini ret edince örgütten rejime yönelik muhalefet yükselişe geçmeye ve İhvan, rejime, İslam’a karşı olduğu gerekçesiyle saldırmaya başladı.
1953’te iki taraf arasında keskin bir mücadele başladı. Yönetimin aynı yıl başlattığı toprak reformu örgütün muhalefetiyle karşılaştı. İhvan öğrenciler ve sendikalar arasında propagandasını yoğunlaştırdı. Bunun yanı sıra asker ve polis içerisindeki bazı İhvan üyeleri rejime karşı planlı çalışmalar yapmaya başladılar.
1954 yılında İngilizlerin Mısır’dan çekilirken Mısır ile yaptığı anlaşmayı fazlaca İngiliz yanlısı bularak kabul etmeyen İhvan, İngilizlere karşı silahlı mücadele çağrısı yaptı. 26 Ekim 1954’de Nasır’a karşı İhvan’dan gelen suikast girişimi, Nasır yönetiminin daha güçlü bir şekilde örgütün üzerine gitmesine neden oldu. İhvan’ın bütün çalışmaları yasaklandı. Örgütün pek çok üyesi ölüm ya da muhabbet hapis cezalarına çarptırıldılar. Binlerce örgüt üyesi Suriye, S.Arabistan, Ürdün ve Lübnan’a sürgüne gitti.
İhvan mücadelesine yeraltında devam etti. Ayakta kalmayı başardı. Nasır’ın 1964’de ilan ettiği genel affın bir parçası olarak, yükselen işçi ve emekçi hareketine karşı güç oluşturmak için birlikte hareket etme düşüncesiyle örgütün üyeleri serbest bırakıldı. İhvan ile Nasır arasında bu yumuşama ve yakınlaşma uzun sürmedi. 1965 yılının yaz aylarında yine İhvan’ın Nasır’a karşı bir suikast girişimi planı açığa çıkarıldı. Sonuç, yüzlerce yeni yakalanma ve örgütün önde gelen 3 isminin ölüm cezasına çarptırılması oldu. Bunlardan biri de, Ağustos 1966’da idam edilen Seyyid Kutup’tur.
SEYYİD KUTUP
Seyyid Kutup (1906-1966), İslam radikalizmin en etkili ideologlarından birisidir. Hasan el-Benna gibi öğretmen olan Kutup, eğitim bakanlığında müfettişlik yaparken Amerika’ya gönderilmiştir. Kutup İhvan’a 1951’de katılmıştır. Bu tarih, ABD’den dönüşünün bir yıl sonrasıdır. Kendisi, bu tarih için “1951’de doğdum” der. Örgütün lider kadroları arasında yer almadı. Ancak yayınlarının başında oldu ve yönetti. Nasır’a yapılan suikasttan sonra tutuklandı, 25 yıl ceza aldı. 1965’de Irak lideri Abdül Selam Arif’in aracılığı ve “ricası”yla serbest kaldı. 1965’deki ikinci suikast girişimi üzerine yeniden tutuklanarak yargılandı ve idama mahkûm oldu. 1966’da idam edildi.
Seyyid Kutup bağnaz bir laiklik ve örneğin “Atatürk düşmanı” olarak tanınır. Ona göre, Batılı güçler İslam’dan kurtulmak için M. Kemal’i öne sürmüşlerdir.
Seyyid Kutup, dindarlar ile laiklik taraftarlarının aynı toplumda bir arada yaşayamayacaklarını söylüyordu. Dolayısıyla, “Müslümanlar öncelikle bu tür yöneticileri devirmekle yükümlüdürler” diye düşünüyordu. Komünizm tanrı tanımazdı, demokrasi ise tanrı nizamının gasp edilmesiydi. Bütün bunlar “cahiliye”nin göstergesiydi. Zaten toplumları, İslam ve “cahiliye toplumu” olarak ikiye ayırıyordu.
Cahiliye toplumu”nu; Komünist toplum, Hıristiyan toplum, Yahudi toplumu ve kendini Müslüman sayan bazı İslam toplulukları olarak sıralıyordu. “Cahiliye”yi; Tanrı yerine insana tapmak olarak açıklıyordu. Ve “Muhammet zamanında cahiliye bilgisizlikten kaynaklanıyordu” diyordu. “Şimdiki cahiliye ise tanrıya bilinçli başkaldırıştı”. Kutup, laiklikle dindarlığın aynı toplumda sorunsuzca bir arada bulunamayacağını söylüyor, bu nedenle Müslümanların laik devlete karşı başkaldırmaları gerektiğini savunuyordu. Demokrasi ona göre Batı icadıydı. Ulusçuluk da, İslam’ı yozlaştırmak için kullanılmaktaydı. Ona göre, esas olan, İslam dünyasını bir halife yönetiminde bir araya getirmekti. Dünya ümmeti, ırka, ulusal değerlere değil, yalnızca inanca dayanmaktaydı. Ve dünya inananlar ile inanmayanların iki ayrı dünyası değildi. Bütün dünya, inanmayanlarla dolu olduğu için, bir savaş alanıydı, dar-ul harpti.
Örtünmeyen kadın”ın “cinsel taciz”e müstahak olduğunu ileri süren Selçuklu Üniversitesi İlahiyatçısının kendisinden feyz aldığı ortada olan Kutup, örtünmeyen kadın “canlı bir şeytandır. Bu ahlaksız kadınların çıplak bedenlerinden fışkıran ihtiras alevleri insanı yakarak küle çevirir.” diye yazmıştı. “İnsanlık bugün büyük bir genelevde yaşıyor” diyordu. Bunu kanıtlamak için basına, filmlere, moda gösterilerine, güzellik yarışmalarına bakmak yeterdi!
Seyyid Kutup, Hasan el-Benna’dan sonra İhvan’ın en önemli liderlerinden biridir. Aynı zamanda o, örgütün en önemli ideologlarından biri olarak nitelendirilebilir.
1967 Arap–İsrail savaşında (Altı Gün Savaşı) Mısır’ın hayli onur kırıcı bir şekilde yenilmesi Nasır’ın laik milliyetçi “Arap sosyalizmi”ne öldürücü bir darbe indirdi. Ortaya çıkan siyasal iklim, Müslüman Kardeşler’in Nasır tarafından bastırılan görüşlerinin, özellikle de rejimin İslami inanç ve değerlere sırtını döndüğü, hatta bunları bastırdığı iddiasının kabulü için elverişli bir durum yarattı. Nasır bu durumu kavrayarak, İslami duyarlılıkla işbirliği yoluna gitti.
Nisan 1968’de, yaklaşık üç yıldır hapiste olan İhvancıları serbest bıraktı. Ne var ki bu manevralar, Müslüman Kardeşler’in Nasır aleyhtarı ve özellikle de İsrail karşısındaki yenilginin sorumluluğunu ona yükleme tutumlarını değiştirmedi. Örgüt öncülüğünde Nasır’ı hükümetten ayrılmaya çağıran gösteriler düzenlendi. Bu gösterilere askerin müdahalesi, onlarca ölü ve yüzlerce yaralıya mal oldu.
1970 yılında Nasır’ın ölümünden sonra, eskiden Müslüman Kardeşler’le iyi ilişkileri olan Enver Sedat iktidara geldi. Sedat örgütü umutlandırmıştı. Nasır’ın izlediği “tarafsız” politikalar hemen terk edildi. ABD politikaları uygulanmaya başlandı.
1975’de Sedat’ın ilan ettiği genel afla İhvan üyeleri serbest bırakıldı. Bu gelişme, İhvan’ın durumunu daha da toparlanmasına ve El Ezher üniversitesiyle bütünleşmesine imkan sağladı. Hasan El Benna’dan sonra örgüt içinde ortaya çıkan bölünmüşlükten memnun olan ve bunu sürdürmek isteyen Sedat, İhvan’ın “ılımlılar” grubunu kendi siyasi düzeninin içine çekmeğe çalıştı. Bu süreçte, iktidar partisinin sunduğu “bilet”le İhvan’ın altı önde gelen ismi parlamentoya girdi. Hükümet örgütün bu “parçası”na alabildiğine iyi ve olumlu davranmaktaydı. İhvan’ın bu grubunun “el-Dava” adlı bir aylık dergi çıkarmalarına izin verildi. Tirajı 78 bin olan el-Dava (çağrı) kendine dört düşman seçmişti: Batı Hıristiyanlığı, komünizm, laiklik ve Siyonizm. Bütün haberler ve yorumlar, bu dört düşmanı hedef alıyor, onlara yönelik olarak kaleme alınıyordu.
Enver Sedat’ın örgütün ılımlılar kanadıyla işbirliği yaparak onları legal-parlamenter siyasetin içine çekme girişiminin sonucu, radikal karakterli diğer Müslüman Kardeşlerin örgütten ayrılması ve daha radikal gruplar kurması oldu. Daha sonra Sedat’a suikast yapacak El-Cihat örgütü bu süreçte ortaya çıktı.
Sedat’ın iktidara geldikten sonra Müslüman Kardeşler’le kurduğu bu olumlu ilişki, İsrail’le barış görüşmelerine başlamasıyla bozuldu. 1977’de İsrail’i ziyaret eden ilk Arap devlet başkanı E. Sedat oldu. Bu ziyaretten bir yıl sonra 1978’de, Sedat, Camp David anlaşmasıyla İsrail’i resmen tanıdı. Bu gelişmeler, tamamen ABD’nin denetimine giren E. Sedat ile İslami örgütlerin arasındaki mesafenin açılmasına neden oldu.

SEDAT’IN ÖLDÜRÜLMESİ
Kendisiyle dirsek temasındaki “ılımlı İhvan” bile Camp David Barış Anlaşması’nın en hassas noktası olan Filistin sorununun çözümü konusunda hayal kırıklığı içindeydi. (Bu anlaşmayla Filistin topraklarının %78’i resmen İsrail’e bırakılıyordu.) Hal böyleyken, El Ezher, Sedat’ın zorlamasıyla 1979’da, barış girişimleri konusunda onun politikalarını tasdik eden bir fetva yayınladı. Bu, “ılımlı” Müslüman Kardeşler açısından bir kırılma noktası oldu. Ve onlar da pek çok konuda Sedat’a muhalefet yapmaya başladılar.
Süreç, Müslüman Kardeşler’in sokaktan, hatta parlamento dan alınıp yeniden hapishanelere gönderilmesi şeklinde ilerledi. ABD ve İsrail’den gelen baskılar sonucunda 2000’i aşkın İhvancı hapse atıldı. El Dava kapatıldı. İhvan yanlısı olduğu şüphesiyle 200 subay ordudan atıldı. Bu sertlik karşılığını bulmada gecikmedi. 1981 yılında Mısır’ın kurtuluşunun kutlandığı bir törende El Cihat üyesi bir yüzbaşı olan Halid Ahmed El Şevki İslambuli önderliğindeki bir grup asker Enver Sedat’a suikast düzenledi. Suikastta Sedat hayatını kaybetti.
MÜBAREK DÖNEMİ
Sedat’ın yerine, 1973 Arap-İsrail Savaşında (Yom Kippur) yıldızı parlamış olan yakın arkadaşı Hüsnü Mübarek başkan oldu. Mübarek militan İslami hareketlerin üzerine kararlılıkla gidip onları şiddetle bastırırken, rejimin “dini olmayan” (laik) muhaliflerini serbest bırakarak onlarla diyalog geliştirdi. Bu arada, İslam dünyasının pek çok bölgesinden gelen kınamalara rağmen, Sedat’a suikast düzenleyen El-Cihat üyelerini idam ettirdi.
1982’de kendisine yönelik radikal İslamcı bir suikast girişimi başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra Mübarek, El-Ezher ulemasıyla işbirliğine girerek, hem rejim için meşruluk sağlama, hem de hapisteki İslamcıları yeniden eğitme/kazanma çabası içinde oldu. İslami olmayan (laik) muhalefetin önünü açma yolunda muhafazakâr yeni Vafd Partisi’ne 1984’de parlamento seçimlerine katılma hakkı tanıdı. Fakat yeni Vafd Partisi ile Müslüman Kardeşler ittifak içine girdiler.
1987’de yapılan seçimler, Mısır’da İslami muhalefetin daha da artan bir güce ulaştığını gösterdi. Müslüman Kardeşler, hem liberallerle hem de Sosyalist İşçi partisiyle ittifak yaptı. Oyların %17’sini alan bu ittifak, kazandığı 60 milletvekilliğinin 35’inin İhvan’a kullandırttı.
Bu gelişmelerle birlikte, Müslüman Kardeşler’in, Mısır’da, kendi dışında kalan diğer rejim karşıtı gruplarla diyalog ve işbirliğine açık, dolayısıyla daha “demokratik” bir siyasi üslup ve motivasyon kazandığını düşünmek mümkündür. Örgütün klasik seçim sloganı olan “Çözüm İslam” bile bu süreçte değiştirilmiş ve onun yerine, 2000’li yıllarda, “Demokratik Değişim” sloganı kullanılmaya başlanmıştır.
Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in iktidara gelmesinden sonra diyaloga katılan Müslüman Kardeşler, resmen yasak olsa da, ülkenin en büyük muhalif gücü idi.
Siyaset sahnesinde resmen yasaklansa da etkin bir sosyal yardım ağına sahip olan Müslüman Kardeşler; yoksullara, üniversitelerde ve sendikalarda durumu kötü olanlara yardım organizasyonları düzenliyordu. (Özellikle camilerde aktif durumdaydılar.)
Okullar, hastaneler vb. sosyal yardımlaşma ağlarıyla toplum üzerinde büyük bir etkiye sahip olan Müslüman Kardeşler, Ortadoğu’nun en büyük ve etkin örgütü olarak biliniyor. 2005’deki genel seçimlerde büyük başarı gösteren ve parlamentoda 88 sandalye kazanan hareket, birinci turuna katılmakla birlikte, iktidar partisi geniş çaplı yolsuzluk yaptığı ve şiddet uyguladığı gerekçesiyle boykot ettiği seçimlerin Aralık 2010’daki ikinci turuna katılmadı.
Müslüman Kardeşler, 60 yılı aşkın bir süredir yasadışı, fakat müsamaha gösterilen bir hareket.
Katıldığı her seçim, insanları seferber etme konusunda yüksek kapasiteye sahip olduğunu gösterdi.
İHVAN’IN BUGÜNÜ
Müslüman Kardeşler in günümüzdeki lideri Muhammed Bedi, 2009 Aralık ayında, 30 kişilik Danışma Konseyi tarafından, 7. Genel Mürşit Muhammed Mehdi Akif yerine, 8. Genel Mürşit seçildi. 16 kişilik irşat bürosu için yapılan seçimlerde, genellikle muhafazakâr olarak tanınan isimler başarılı oldu.
Bugün de kitleler üzerinde en etkili hareket olan İhvan’ın Mısır genelinde okulları, hastaneleri, vakıfları var. İllegal oldukları için, bunlar şirketler ve şahıslar üzerine yapılıyor. Yoksulara, yetimlere ve öğrencilere yardım ediliyor. Devlet denetimi dışında kalan yapılarda, meslek örgütlerinde (hâkim, avukat, gazeteci, mimar, mühendis) ciddi bir etkiye sahipler. Üniversitelerde güçlüler. “Devrim Şehitleri”ne ayda 700–800 dolar yardım yaptıkları söyleniyor.
İhvan artık 1930’ların İhvan’ı değil. Hasan EL Benna’nın Kahire’de o dönemlerde ilişki kurmaya çalıştığı kapitalistler, fabrika sahipleri zenginlerle ilişkiler bugün daha gelişkin durumda. İhvan’ın içindeki sermaye sahiplerinin, kapitalistlerin sayısı hiç de az değil. İşadamlarıyla, şirket sahipleriyle, yüksek gelirli meslek sahipleriyle sistemin içine çoktan girmiş ve bu yönüyle AKP ve daha da çok Fethullah Gülen Cemaati şahsında beliren “Türkiye modeli”ni çoktan hayata geçirmiştir. Artık İslam’ı, “ılımlı İslam” olarak kapitalizmin ötesinde değil ama içinde arayıp bulmaya hazır olacak kadar yöneticileri ve dayanaklarıyla palazlanıp zenginleşmiştir İhvan.
Yöneticiler, esas olarak mülk sahibi zenginler ya da yüksek gelirli meslek sahipleri. (Muhammed Bedi eski bir akademisyen) Ancak, bu etkin hareketin bütününü bağlayacak ve irade birliği oluşturacak bir programları yok. Suriye’de, Lübnan’da, Filistin’de etkinler. Ancak bu kolları arasında da politik ve ideolojik bir birlik bulunduğu söylenemez.
Mısır’daki İhvan hareketinde bugün üç eğilim var: Muhafazakârlar, reformcular ve radikal eğilimler. İhvan’da uzun süredir genel olarak liberalizme daha yakın ve uzlaşmacı eğilimleri ağır basıyordu. Bugün Mısır’da, neo-liberal ve “İslam’la demokrasinin sentezi”nin örneği olarak gösterilen Amerikancı “ılımlı İslamcı” “Türk Modeli”, hareketin muhafazakâr kesimi (M. Bedii) tarafından bile benimseniyor.
İhvan’ın evsanevi lideri Hasan El Benna’nın Avrupa’da yaşayan torunu Tarık Ramazan’a göre, “İhvan bünyesinde farklı eğilimler barınıyor. Fakat hareketin liderliği artık genç üyelerin arzularını tam olarak temsil etmiyor. Gençler dünyaya daha açık, ülke içinde reform gerçekleştirmek derdinde ve Türkiye örneğinden heyecan duyuyor. Birleşik bir hiyerarşik görünüşün arkasında birbiriyle çatışan güçler var. Hareketin hangi yola gireceğini kestirmek çok zor.” İhvan’nın içinde katı dindarlarla “Türkiye örneği”ni savunanlar arasında her şey olabilir, ancak artık İhvan’ın “radikal İslamcı” olarak tanımlanan türden bir yol tutacağını ileri sürmek gerçekçi olmaz.
İhvan içinde yoksul ve emekçi tabanla yönetici seçkinler arasında Mübarek’in gölgesinden kurtulmuş olmaktan beslenen bir ayrışmanın çıkması çok güçlü bir olasılıktır. Şimdi, güçlü ana eğilim olarak, bundan sonra kurulacak düzen içinde etkin bir yer kapmanın planı yapılmaktadır. Gerek bu tutum, gerek ayaklanma başlangıcındaki ikircikli, temkinli ve geriden gelen tutumu, gerekse de İhvan liderlerinin “Camp David dahil Mısır devletinin yaptığı bütün uluslararası anlaşmalara saygılı olacağız” türü açıklamaları, İhvan’ın önümüzdeki süreçte tabanı üzerindeki etkisini sürdürmesinin zor olacağına, “cemaat” içi tartışma ve gerilimlerin yanı sıra tabanla ilişkilerde gerileme yaşanması olasılığının küçümsenmemesi gereğine işaret etmektedir. Ancak ele geçirilecek ya da bir ucundan tutulacak iktidar olanaklarının kullanımıyla genişleme ve güçlenme de şüphesiz bir olasılıktır ki, Türkiye’de denenmiş ve başarılı olduğu görülmüştür –işte İhvan’a egemen görünen ana eğilim de bunun yolunu açmak amacıyla her türlü tavizi vermeye hazır bir görüntü vermektedir. İhvan, aslında bu yönelimin temellerini, 2000’li yıllarda klasik seçim sloganı olan “Çözüm İslam’da” sloganı yerine “demokratik değişim” sloganının koyarak atmıştı.
İhvan’ın şimdiki lideri Muhammed Bedii, ayaklanmadan 16 gün sonra yaptığı açıklamada, yine kuşkusuz bu doğrultuda, eskiden “dar-ül harp” olarak niteledikleri düzenin başlıca kurumu ve polis vb. türü dayanaklarının çöktüğü özellikle bugünkü temel dayanağı olan Mısır Ordusu’na ilişkin olarak, “Bu halkı askeri darbe tehdidiyle korkutamasanız. Çünkü bu halk ordunun halkın ordusu, askerin de halkın askeri olduğuna inanıyor. Ordu, bu ülkenin ve halkın muhafızıdır. Halkın umutlarına ve isteklerine karşı darbe yapmak mümkün değildir.” diyebilmiştir.
Yine İhvan’ın liderlerinden İrşad Bürosu üyesi Saad el-Hüseyin, Milliyet’ten Hasan Cemal’e yaptığı açıklamada şöyle konuşmuştur: “Son dönemde iyi sınav verdi ordu. Halktan yana kullandı gücünü... En kısa zamanda seçilmiş hükümete bırakacağız diyor ordu. Ona inanıyoruz.
Yol haritası nedir?” sorusuna ise şu sıralamayla cevap veriyor:
1- “Cumhurbaşkanı adayı göstermeyeceğiz.”
2- “İlk milletvekili seçimlerinde çoğunluğu sağlamak için uğraşmayacağız.”
3- “Dört-altı ay arasında önce parlemento, sonra cumhurbaşkanı seçimleri yapılsın.”
4- “Yeni parlamento, yeni anayasa ve temel yasalara el atılsın.”
5- “Demokrasinin temel ilkelerine sadığız, bağlı kalacağız. Halk isterse geliriz, istemezse gideriz.”
Bu açıklamalarına bakılarak bile, İhvan’ın yeni sürece olabildiğince sorunsuz ve hızlı geçmeyi düşündüğü söylenebilir. Aktardıklarımız, Fethullah Gülen cemaatiyle AKP’nin Türkiye’de izledikleri “saman altından su yürütme” ya da “köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı” deme tutumunu hatırlatmakta ve başka açılardan olmasa bile, bu açıdan Türkiye’nin “örnek” alındığını belirtmektedir.
İhvan’nın “ılımlı İslam” yönelimiyle ABD ve Mısır tekelci gericiliğiyle sağladığı yeni ilişkilerin sonucu olarak Mısır’da düzenin dayanakları arasına katılacağı anlaşılıyor, ancak yeni sürece nasıl dâhil olacağı önümüzdeki günlerde netleşecek. İhvan’ın bir siyasi partiye dönüşmesi pek olası değil. Muhtemelen manevi bir güç olarak varlığını sürdürecek ve böylelikle doğrudan siyasi bir sorumluluk üstlenmemiş görünerek elinin serbest kalmasını sağlamaya, dolayısıyla “müminler” üzerindeki etkisinin sürmesini garanti altına almaya çalışacak. İhvan, Gülen benzeri böyle bir tutumla, kendisini sözde “manevi” önderlik ve “sosyal dayanışma” işleviyle sınırlanmış göstererek korumaya alırken, siyasal süreçlerde yer almak üzere, kuşkusuz “el altından” destekleyeceği/yönetip yönlendireceği yeni bir parti mi kurulur (en güçlü ihtimal bu), yoksa İhvan mensubu bazı siyasetçilerin kurduğu (bunların İhvan’la organik bağı bulunmuyor) Vasat Partisi mi bu işlevi yüklenir; bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Ancak bir olguya değinmeden geçmek olmayacak ki, o da şu: Modern kapitalist dünyada bütün İslami örgütlenmeleri önceleyerek, doğrudan bir siyasal örgütlenme olmadan, ama siyasal/sosyal bir cemaat olarak Müslüman Kardeşler sahneye çıkmış ve yaklaşımları, izledikleri yöntemler ve örgüt biçimleriyle tüm İslami örgütlenmelere örnek oluşturmuştur. “Cihat”, ama ilan edilmemiş gibi yapılması ve “dar-ül harp” içinde çalışma yürütme, “Salı Toplantıları”, “Işık evleri”ni hatırlatan on kişilik aileler halinde örgütlenen ve haftada bir toplantılar yapan “taburlar”, “ağabeylik”in müesseseleştirilmesi vb..’nin, başka İslami örgütleri bir yana bıraksak bile, Gülen cemaati bakımından yol gösterici olduğu ve örnek alındığı kesindir. Ancak tıpkı kapitalist sektörler ve işkollarıyla, emperyalist ülkeler arasındaki ilişkide olduğu gibi, “eşit olmayan ve sıçramalı gelişme” kuralı işlemektedir, işlemiş ve “boynuz kulağı geçmiştir”. “Kaderin tecellisi” odur ki, zamanında Müslüman Kardeşler’den ve deneylerinden öğrenip feyz almış olan Fethullah Gülen cemaati ve onunla kol kola kah koklaşarak kah sürtüşerek siyaset yapan AKP, şimdi Türkiye’de kaydetmiş oldukları mesafenin, İhvan’ın yolundan yürüyerek siyasal iktidarın yürütmesini ele geçirmelerinin doğrudan bir sonucu olarak, onlara başarılı bir deney örneği sunmakta ve karşılık olarak “yararlanacağız” masajı almaktadırlar.
SURİYE İHVANI
Müslüman Kardeşler’in Mısır dışına çıktıkları ilk yer Suriye’dir. Örgüt, bu ülkede 1930 ortalarında belirmeye başlar. Mısır’a okumaya gelen Suriyeli öğrenciler burada örgütün faaliyetlerinden etkilenirler. Ülkelerine döndüklerinde İhvan’ın tohumlarını atmaya başlarlar. Ancak kurumsallaşma, El Ezher’e hukuk okumaya giden ve 1941’de Hasan El Benna ile tanışan Mustafa Es-Sıbai öncülüğünde gerçekleşmiştir. Sıbai, Müslüman Kardeşler’in Suriye kolunun ilk lideri olarak kabul edilir. Örgütün merkezi karargâhı Halep’tir.
1958’de Nasır Mısır’ı ile Suriye arasında gerçekleştirilen “Birleşik Arap Cumhuriyeti” deneyiminin 1961 yılında hayal kırıklığıyla sonuçlanması, Müslüman Kardeşler’in ülkede çoğunluğu oluşturan Sünniler üzerindeki ağırlığını kalıcı hale getirdi.
Örgütün hedef kitlesini oluşturan bu çoğunluk açısından laik eğimli yönetici elitin dinsel aidiyeti olan Aleviliğin İslam içi olup olmadığı konusu zaten hep tartışmalı olmuştur.
Suriye’de 1973’te yürürlüğe konan yeni anayasa İhvan yanlısı ulemanın tepkisiyle karşılaştı. Anayasanın laik ve ateist eğilimli olduğu gerekçesiyle saldırıya geçen ulema, İslam’ın devletin dini olarak kabul edilmesi talebinde bundu.
Hafız Esat’ın Lübnan iç savaşına Marunî Hıristiyanlardan yana müdahalesinin hemen ardından, İhvan, Suriye’de rejime karşı cihat ilan etmeye karar verdi. Baasçı bürokratlara, Alevi liderlere, gizli servis üyeleri ve istihbaratçılara yönelik suikastlar birbirini izlemeye başladı. 1979’da, Halep Harp Okulu’nda bir Sünni subayın da işbirliğiyle, 200 Alevi öğrenci üzerine büyük çaplı silahlar kullanılarak açılan ateşte 83 öğrenci öldürüldü. Örgüt, yalnızca Alevileri değil, ülkedeki Sovyet askeri ve sivil danışmanları ile hükümet yanlısı ulemayı da hedef olarak belirlemişti.
İktidar, Halep’te öldürülenlerin “intikamı”nı, 1980 Ağustos’unda yine Halep’te güvenlik kuvvetlerine ateş açıldığı söylenen bir binadaki 80 kişinin dışarı çıkarılıp anında infaz edilmesiyle almıştır.
Ocak 1980’deyse, güvenlik güçleri hapiste bulunan yüzden fazla İhvan üyesini infaz ettiler. Temmuz 1980’de, parlamento Müslüman Kardeşler’e üyeliği, hatta onunla bağlantıyı devlete karşı suç sayıp ölüm cezasına çarptıran bir yasa çıkardı. Halep’te 80 kişinin öldürülmesi, bu yasanın çıkarılmasından hemen sonra olmuştur.
HAMA KATLİAMI
Esat yönetiminin oldukça ağır operasyonları karşısında örgütün direnci kırılmaya başlayınca, toparlanmak için strateji değiştirerek, Ekim 1980’de İhvan öncülüğünde, ama daha geniş bir kitleyi hedefleyen “Suriye İslam Cephesi” kuruldu. Bu oluşumun programına “Suriye İslam Devrim Deklarasyonu ve Programı” adı verildi.
Şubat 1982’de Hama’da İhvan öncülüğünde başlatılan ayaklanma, Esat iktidarı tarafından büyük çaplı bir şiddetle, tam anlamıyla kitlesel bir katliam ile bastırıldı.
Kimilerine göre 20 bin, kimilerine göre 40 bin insanın ölümüyle sonuçlanan bu katliamın çok fazla su yüzüne çıkmaması, aynı yıl İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesi nedeniyle gölgede kalmasına bağlanabilir. Olaylarda ölmeyenlerin de müebbet hapse mahkûm edilmesiyle Suriye’de iktidar Sünni-İslam muhalefetini iyice sindirmiştir. Örgütün pek çok üyesi ve lider kadrosu, bu olaydan sonra Suriye’yi terk ederek dünyanın çeşitli yerlerine ülkelerine dağıldılar.
Başer Esat, babasına göre kısmen daha ılımlı bir yönetim sergiledi. Bunun sonucu olarak Müslüman Kardeşlerin hapisteki üyelerinin bir kısmı serbest bırakıldılar. Örgütün sürgündeki önder kadrosu da, oğul Esat’ın kendilerine “zeytin dalı” uzatmasını beklediklerini ifade ettiler. Ağustos 2010’da liderliğe getirilen Riyad Şakfa, Başer Esas’ın özgürlük, insan hakları ve demokrasinin önünü açması durumunda rejim karşıtı faaliyetleri bırakarak, yasal bir siyasal partiye dönüşeceklerini belirtti.
Mısır’ın ardından örgütün güçlü olduğu ikinci büyük ülke olan Suriye’nin liderlerinin, İhvan’ın “anavatanı”nda yaşananların ardından hemen reform politikalarını uygulamaya koymasını, Mübarekten sonra “çanlar kimin için çalıyor?” sorusuna verilecek yanıt olmak istemedikleri şeklinde yorumlamak yanlış olmayacaktır.
Ama her şeye rağmen Arap ayaklanması yayılmaktadır, Suriye de karıştırılmıştır.
Veee:

Suriye’de iç savaşın patlak vermesinden bu yana 3 seneden fazla geçti. Ancak Esad yönetimi, 120 bin kadar direnişçinin kendisini düşürmeye çalıştığı bu anda bile halen ayakta.

Beşar Esad 120 Bin Direnişçiye Ve IŞİD’e Rağmen Halen Ayakta…

El Nusra Cephesi ile IŞİD arasında ne fark var?
İşte ülkede fark edilen örgütler bunlardır:
fsdh(1)
YAZAR:ROI KAIS/Tercüme: Rafael Sadi
Aslında olay, barış ve reform/demokrasi talepleri ile gelen siyasi bir protesto gösterisi ile başladı. Ancak olaya öylesi kanlı ve eli silahlı örgütler de karıştı ki bu durum dipsiz bir iç savaş haline dönüştü.
3 seneden fazla devam eden Suriye iç savasında direnişçiler bugün her zamankinden daha fazla bölünmüş durumdalar. Değerlendirmelere göre direnişçilerin sayısı 100 ile 120 bin arasında tahmin edilmektedir. Bunun %20 kadarının ise Uluslararası Cihat Örgütü’nün bir kolu olan Aşırı Sünni ve kendilerine İslam Devleti diyen örgüte bağlıdırlar.
IŞİD sadece bir kaç yıl önce kuruldu; ancak sesini bir kaç ay önce Orta Doğu’ya, özellikle Irak ve Suriye’ye, VAHŞET salarak duyurdu. Ayrıca Suriye içerisinde Kuzey Doğu Suriye’de savaşmakta olan rakip örgüt El Kaide’nin şubesi diyebileceğimiz El Nusra Cephesi’nden bölge liderliğini adeta almış oldu. Bölgede bulunan bir başka örgüt ise Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’ dur. Bu örgüt bünyesinde de muhafazakar köylü unsurlara sahip Devrimci Suriye Cephesi  kolu da mevcuttur. Ayrıca bölgede daha da aşırı İslami gruplar da mevcuttur.
Özgür Suriye Ordusu(ÖSO)’nun ve peşinden sürüklenen örgütlerin, Uluslararası Cihat Örgütü gruplarına karşı olan rakamsal üstünlüğüne rağmen diğerlerinden ayrılan yanı, karşıt görüşte olanlara rağmen ajandalarında Şam’a doğru yürüyerek Beşar Esad’ın yönetimini düşürmektir. Buna karşı IŞİD ve El Nusra Cephesi gibi örgütlerin farklı bir düzen anlayışı olup kendilerine açık hedefler  belirlememekteler, hatta belirlenen bazı hedeflerin de aslında kolaylıkla elde edilebilir olmaktan uzak hedefler olduğu bilinmektedir. Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) bir başka sorunu da güçlerinin bölünmüş olması ve her birinin bölgesel yönetim talepleri ile zamanlamayı ve ritmi kararlaştırmak istemeleridir.
Genel olarak diyebiliriz ki IŞİD Kuzey Doğu Suriye’ye bir çomak sokmuştur. IŞİD ağırlıklı olarak agresif bir şekilde, Kürtlerin kuşatmış olduğu bölgeler hariç, bölgede hakimiyet kurmuştur ki bu bölgenin IRAK ile bir tek sınırı bile kalmamıştır. Söz konusu bölgeye bu acımasız örgüt hükmetmektedir. Aşırı örgüt IŞİD Irak sınırı yakınındaki Abu Kemal yöresi ile Türk Sınırı yakınındaki Bab Yöresi arasındaki alanda hakimiyet sürdürmektedir. IŞİD’in hedefleri arasında Halep’e kadar uzanabileceği bir alana sahip olmak yer almaktadır. Böylece örgüt, güney bölgesinde Şam varoşlarına bir çomak daha sokabilmektir. Bu bölgede Filistin Mülteci Kampı El Yarmuk ve Hacer-ül Esved mevcuttur. Kalmon’da ise IŞİD’in El Nusra Cephesi yakınında belirli bir hakimiyeti zaten mevcuttur. Ancak güneyde herhangi bir varlığı mevcut değildir. Dara şehrinde ise oldukça zayıf bir etkinliğe sahiptir.
Güney Cephesi’nde oldukça kuvvetli olan örgüt, El Nusra Cephesi örgütüdür. Son olarak yaşanan savaş Golan Tepeleri’ndeki Kuneytra bölgesinde gerçekleşmiştir. Aslında bu örgütün Deyrezor bölgesindeki kayıplarını telafi çabasıydı.
Örgütün hedefi ise mini bir emirlik kurmaktır. Bölgede savaşanların çoğu Dara’nın varoşlarından ve Şam’ın varoşlarından gelmişlerdir.Aslında bir çoğu 1967 Altı Gün Savaşı’nda Golan tepelerinden kaçmış olanlardır. Nusra örgütü Doğu Dara’dan başlayarak Kuneytra bölgesine doğru işgal ede ede gelmişlerdir. Ondan sonra da Kuzeye doğru yol alarak Şam’a varmayı hedeflemektedirler.
El Nusra Cephesi sadece Güney Suriye’de bulunmuyor. Örgüt aynı zamanda bu Arap ülkesinin merkezinde, Hama ve Humus’ta, var olabilmek için büyük çabalar harcamaktadır. Aynı zamanda Şam varoşlarında da mevkileri mevcuttur. Özellikle Rawta El Şarkiye denilen ve El Arabiya denilen bölgeler ile Şam’ın güney mahallelerinde de etkindirler.
Kabaca söylemek gerekirse Esad sahil boyunca Şam’a kadar hakimiyetini sürdürmektedir. Mesela başkentin doğusunda çok daha az hakimiyeti kalmıştır. Varoşlarda ve mahallelerde Suriye Devlet Başkanı Esad’ın başı oldukça sıkıntıdadır. Aslında Esad, halen kuvvetlerini bu bölgede merkezi bir savaş için hazırlamış değildir. Durum güney cephesi ve Kuneytra için de geçerlidir. Özellikle Esad Kuneytra’da çok büyük derttedir. Direnişçilerin iddiasına göre kendileri bölgenin %80’ine hükmetmiş durumdadırlar.
Sonuç olarak Suriye’de değişik örgütler çerçevesinde yaklaşık 120 bin kadar direnişçi savaşmaktadır. İngiliz haber ajansı BBC daha bir kaç ay önce Suriye’de silahlı 1000’den fazla irili ufaklı oluşum olduğunu belirtmişti. İşte bölgeden belli başlı direniş örgütleri:
ÖZGÜR SURİYE ORDUSU (ÖSO)
Kuruluş Yılı : 2011
Lideri : Abed El Alia el Başar
Savaşçı Sayısı :40-50 bin arası
Aslına bakacak olursak ÖSO, direnişçilerin en büyük organizasyonu ve çatı örgütüdür.
Bu örgüt en ılımlısı ve ılımsızıdır. Özgür Suriye Ordusu bu alanda kurulan ilk örgüt olup Uluslararası platformda tanınmış ve gerek Avrupalılardan gerekse ABD’den destek almıştır. Örgüt aynı zamanda Körfez ülkelerinden de silah ve para yardımı aldı. Özellikle Suudi Arabistan’dan ve savaş süresince de ABD’den sürekli yardım aldılar.Gönderilmiş olan silahların yanlış ellere geçebilme ihtimali en büyük endişelerden biriydi.
En büyük organizasyona sahip bu direniş ordusu, Suriye ordusundan kaçmış asker ve subaylardan oluşmuşstur. Bugün Özgür Suriye Ordusu’nun başında Abed El Aliya Al Başar bulunmaktadır ve ordudan uzaklaştırılan General Selim İdris’i ikame etmektedir.
Özgür Suriye Ordusu liderliğini IŞİD’e kaptırmış durumda…
Özgür Suriye Ordusu birlikleri arasında :
Suriye Şehitleri Birliği
Cabel A-Zawiyya Şehitleri Birliği
Suriye’nin Özgür Doğmuş Evlatları Birliği
Sözü edilmesi gereken bir diğer birlik ise Suriye’nin Devrimcilerini Kurtarma Birliği’dir.
Aslında ÖSO bu birliklerden oluşmuş bir koalisyondur. ÖSO, bu silahlı grupların koalisyonudur ve en büyükleri olarak kabul edilmektedir. Bu koalisyon Eylül 2012’de kuruldu. Bir kaç ay öncesine kadar da 35 bin kadar savaşçısı olduğu belirtildi. ÖSO savaşçı gruplarından da söz edeceksek savaşçı gruplarında isimlerini zikretmekte yarar vardır:
AL- FARUK
AL- TOHİD
AL- FATAH
AL- İSLAM
AL- ŞAM bölükleri ve daha başkaları da mevcuttur.
Suriye’nin Devrimcilerini Kurtarma Cephesi, her ne kadar ÖSO komutasını kabul etse de ve ÖSO ile kıyaslandığında ılımlı sayılsalar da ayrıldıkları nokta Batılı güçlerin yardım konusudur. Bu birlik genellikle İdlib , Şam ve Halep’te faaliyet göstermektedir.Örgütün başında ise Cemal Maaruf bulunmaktadır.
Daha bir kaç gün önce Şam hükümet güçleri kendisini havadan bir saldırı ile imha etmeyi denediler ama kendisi bu saldırıdan kurtuldu.
BAĞIMSIZ DİRENİŞÇİLER
Bağımsız örgütlerden en önemlileri:
1-  Peygamberin Zürriyeti Bölükleri
     Kuruluş Yılı : 2012
     Savaşçı Sayısı : 7000 kadar
2-  El Asala A Watanmiya
Kuruluş Yılı : 2012
Savaşçı Sayısı : 13000 kadar
Bağımsız direnişçiler aslında ÖSO ile ilişkidedir. Ancak onlara ve genel komuta merkezine bağımlı değildirler. Bu bağımsız direnişçiler Katar ve Türkiye’nin desteğine sahiptirler. Belki de Suudilerin de…
Bağımsız direnişçiler derken bunların arasında Peygamberin Zürriyeti Bölükleri’ni hatırlatmakta yarar vardır. Bu bölük 2012 yılında kuruldu ve 40 kadar değişik ama İslami oryantasyonlu silahlı grup tarafından ortaya çıkmış bir koalisyondur. 7000 kadar savaşçısı olduğu bilinmekte ve faaliyetleri de İdlib kapısındadır. ÖSO ile iyi ilişkiler içindeyken, IŞİD ile bir savaş içindedirler. IŞİD bu bölüğü geçtiğimiz sene Kuzey Suriye’deki A-RKA şehrinden kovmuşlardı.
Bir başka bağımsız direnişçi grubu ise El Asala Watanmiya grubudur.Bu grup veya örgüt te 2012 yılında kuruldu. Bu örgüt 13 bin kadar savaşçıdan oluşan başka bir İslami koalisyondur. Örgüt Suriye’nin tamamında faaliyet göstermekte olup ağırlıklı olarak Halep ve Badir A-Zur da merkezileşmektedirler. Başka bir örgüt ise Direniş Savunucuları Birliği’dir.Bu da ÖSO ile iyi ilişkiler içinde bulunan başka bir koalisyon ortağıdır ve bu birlik te 2012 yılında kurulmuştur. Destekçileri ise Müslüman Kardeşler Örgütü (MKÖ)’dür.
İSLAMİ CEPHE
Kuruluş Yılı : 2013
Lideri:Zahran Aluş
Savaşçı sayısı : 45 bin kadar
2013yılının Kasım ayında kurulan bu birlik en az 7 farklı silahlı bölükten oluşmaktadır. Bu birlik Salafi İslami eğilimleri olan, İslami Cephe adı altında Özgür Suriye Ordusu ile El Kaide ideolojisi altında kurulan diğer İslami gruplar arasında köprü vazifesi kurarak Başer Esad’a karşı birlik kurulmasına yardımcı olmaya çalışan bir örgüttür.
Jayish El Islam grubu ise İslam Cephesi’nin bir kolu olup 50 değişik silahlı gruptan oluşmuştur. Başlarında da Zahran El Alush komutasındaki İslam Birliği bulunmaktadır. Bir başka merkezi örgüt ise Suriye İslam Cephesi ve Ahrar Al-Şam Birliği’dir. Aralık 2012’ de 12 değişik silahlı birliğin oluşturduğu koalisyon tarafından kuruldu. Kısa bir süre önce bir kaç lideri, IŞİD’in hedef alındığı bir operasyon sonucu imha edilmiş oldular.
EL NUSRA CEPHESİ
Kuruluş Yılı :2012
Lideri : Abu Muhammed El Gulani
Savaşçı Sayısı : 7bin-5bin arası
Eymen El Zevahiri Suriye’de El Kaide’ye sadık bir şubedir.
Eymen El Zevahiri ise Dünyanın bir numaralı terör örgütü El Kaide’nin başındaki Usame Bin Ladin’in halefidir. ABD, örgütü ve kendisini uluslararası terör kara listesine koymuş durumdadır.
El Nusra Cephesi 2012 yılından beri Suriye’nin bir çok bölgesinde  savaşın karmaşıklaştırdığı bölgeler hariç faaliyettedir. Örgüt aynı zamanda sosyal işler ile de ilgilenmektedir. Halka verdiği hizmetlerle de biliniyor. Ancak El Nusra Cephesi,  IŞİD’in verdiği hizmetler kadar hizmet veremiyor; çünkü IŞİD’in gelirleri çok daha fazladır.
Örgütün lideri Abu Muhammed El-Guliani’dir. Guliani Nisan 2013’te IŞİD ile birleşmeyi reddetti ve IŞİD lideri Ebu Bekir El Bağdadi’ye kendisinin ve örgütünün orijinal El-Kaide’ye bağlı kalacağını beyan etmişti. O tarihten itibaren de iki örgüt birbirlerinin kanını Esad’ın ordusunun kanını akıttıklarından fazla akıttılar ve akıtmaya devam ediyorlar.
HALKIN KORUYUCULARI BİRLİĞİ(YPG)
Kuruluş Yılı : 2011
Lideri : Sifhan Hamo
Savaşçı sayısı :10-15 bin arası
Kürtlerin, Demokratik Birlik Partisi(PYD) güçleri, ki bu güçler aslında Kürtlerin Türkiye’deki yeraltı örgütü PKK ile özdeşleşmektedir. Bu birlik aslında Suriye’nin Kürt bölgesi olup Kuzey Doğusunda 2012’ de Esad ordularının çekilmesinden sonra bölgeye hükmetmektedirler. Savaşlarının en önemli bölümünü Aşırı Cihatçılara karşı vermişlerdir ki en aşırısı olan IŞİD onların topraklarına el koymak istediler.
İSLAM DEVLETİ (IŞİD)
Kuruluş Yılı : 2004
Resmen İlanı:2013
Lideri : Ebu Bekir El Bağdadi
Savaşçı sayısı : 20-30 bin arası
Nisan 2013’te Abu Bekir El Bağdadi IŞİD’in kuruluşunu resmen ilan etmişti.İlk ismi IŞİD harflerinin açılımı olan Irak Şam İslam Devleti idi. Şimdilerde ise kendilerine sadece İslam Devleti demektedirler.
Son olarak ABD haber alma örgütü CIA’nin beyan ettiğine göre bu örgüt bünyesinde 20 ile 30 bin kadar silahlı savaşçı barınmaktadır.
Suriye’de ve başka ülkelerde bulunan en vahşi terör örgütü olarak tanımlanan bu örgütün elemanları Suriye dışından gelmiş yabancılar olup , Arap ülkelerinden , Batılı ülkelerden ve başka ülkelerden gelmişlerdir. Örgütün eylemleri adeta vahşet ve korku filmlerini aratmayacak sahneler ile dolu olup bu eylemlerini sivil halka karşı gerçekleştirmektedirler. Bu örgüt elde etmek istediklerini kimse ile uzlaşmadan ve kesin kararlılıkla hatta fiili durum yaratarak ‘oldu bitti’ye getirmektedir. Şöyle ki, Hilafet kurmak, Irak ve Suriye topraklarında Hilafet ilan edip başına Ebu Bekir El Bağdadi gibi bir Halife getirmek ve bu noktadan sonrada başka coğrafyalara genişleme yolunu kısaltmak gibi.
IŞİD aynı zamanda sosyal yardımlar da yapıyor ve kömür makarna dağıtıyor….
IŞİD aslında El-Kaide’nin yolunda ilerlemektedir. Amerika’nın Irak’ı işgalinden sonra örgüt lideri Ürdünlü Ebu Musab Zerkavi’yi imhasından sonra Suriye Muhalefeti, IŞİD’in diğer direnişçiler ile savaşması için Suriye yönetiminden ve müttefiklerinden destek aldığını iddia ediyorlar. Bilindiği kadarı ile Suriye İstihbarat birimlerince tanınan IŞİD elemanlarına Amerikalıların işgali esnasında göz yumduklarıdır ve Cihatçıların Irak’a sızmalarına sonuçta da ABD ordusundan kan dökmelerine de izin vermiş oldukları açıktır.
Yardım dağıttığı gibi kafa da kopartabiliyorlar…
IŞİD en büyük desteği İran Körfezi’ndeki ülkelerden almaktadır. Vahşetinin yanı sıra örgüt halk kitlelerine yaptıkları sosyal yardımlarla da bilinmektedir. Ve bu konuda örgüt bölgedeki en hakim kurumdur. Sosyal yardımlar arasında elektrik, eğitim vs. Hatta örgüt birçok emlağı da bünyesinde bulundurmaktadır. Mesela benzin istasyonları, fırınlar, bankalar ve en önemlisi petrol kuyuları (Kuzey Doğu Suriye’de)
HURSAN
ABD liderliğindeki koalisyon birliklerinin vurmuş olduğu bazı hedeflerin HURSAN örgütüne ait olduğu teyit edilmiştir. Bu örgütün elemanları da Başkan Obama tarafından uzman deneyimli El Kaide elemanları olarak tanımlandı. Kişiler örgütün Suriye’ye geçmiş olan bir ekibi olarak kabul edilmekte bir çok Amerikan kurumu bu kişileri acil tehdit olarak adlandırmaktadırlar.
Bu kişiler batılı hedefler için acil tehdit sayılmaktadırlar.
ABD Hükümeti HURSAN’ın varlığını sadece geçtiğimiz hafta tanıdı ve ABD Milli İstihbarat Başı James Kleper kişilerin Irak ve Suriye’de Batıda terör üretmek maksadı ile çalıştıklarını ve ABD’ye karşı doğrudan tehdit olduğunu belirtmiştir. Kendisi bu bilgileri istihbarat konulu komisyonda Washington’da dile getirdi.
Ölü sayısı 100 binleri aştı!!

Ahfad el-Resul Tugayı
Ahrar el-Şam el-İslamiye Hareketi
SURİYE İSLAM CEPHESİ
Liva el-İslam
CEYŞ EL-İSLAM
Liva el-Fetih
Liva el-Tevhid
Sukuru'ş-Şam
Faruk Tugayı
SURİYE İSLAMİ KURTULUŞ CEPHESİ
Ahrar Suriye Tugayı
Suriye Şehitleri Tugayı
ÖZGÜR SURİYE ORDUSU YÜKSEK ASKERİ KONSEYİ
Halk Savunma Birlikleri (YPG)
Rojava Savunma Gücü
şehit Umeyye El Cbara 

Bölgede faaliyet gösteren diğer radikal İslami terör örgütlerinden bazılarının isimleri şöyle:
* El Nesir Tugayı,
* Fethellah Tugayı,
* Lailaheillallah Tugayı,
* El Zilzal Tugayı,
* Eli Bin Ebu Talib Taburu,
* Mergede Taburu,
* Diree El Cezire Taburu,
* El Adiyet Taburu,
* Mehemediye Devleti Askeri Taburu,
* El Ebrar Taburu,
* Şedade Taburu,
* Cund El Heremen Taburu,
* Cuhdullah Taburu,
* Ehrar El Tewaif Taburu,
* Sirrin Taburu,
* El Sunne Taburu,
* Mariee Taburu,
* Ayşe Taburu,
* Ehrar El Şam Taburu,
* Ehrar Ebu Rasen Taburu,
* Ehrar El Herb Taburu,
* Usame Bin Zeyd Taburu,
* El Qarie Taburu,
* Allahuekber Taburu,
* Devrimci Fedailer Taburu,
* El Zahiriye Şehitleri Taburu,
* İbn El Qeyn Taburu,
* El Taife El Mensura Taburu,
* El Muwahedin Taburu,
* Enwer El Heq Taburu,
* Ehrar El Şedadi Taburu,
* Serayen El Medine El Munawere Taburu
Vee devam edip gidiyor..... 
Artık hedef ne, nerede, kim, kiminle, nasıl, ne zaman olmaktan uzak görünüyor. Elbette tahmin eden yada görebilen varsa bizimle paylaşmakta özgürdür.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *