1928'den Günümüze Müslüman Kardeşler,
Kuzey
Afrika ve Ortadoğu’da başlayan halk ayaklanmaları önce Tunus’ta
bin Ali’nin, ardından Mısır’da Hüsnü Mübarek’in
yıkılmasına neden oldu. Bu rejimlerin yıkılmasıyla bu ülkelerde
bundan sonra ne olacağı en çok tartışılan mesele olmaya devam
etmektedir.
Mısır’daki
en büyük muhalefet durumundaki Müslüman Kardeşler’in (İhvan-ı
Müslim) ne yapacağı ise en çok merak edilenler arasındadır.
Bu
yazımızda, kuruluşundan bugüne bu örgütü değerlendirmeye
çalışacağız.
KURULUŞU
VE İLK YILLARI
Bir
ilkokul öğretmeni olan Hasan El- Benna tarafından 1928 yılının
Mart ayında Mısır’ın İsmailiye şehrinde kuruldu. Kurulduğu
günden bu yana Mısır’da siyasi süreçleri etkilemesinin yanı
sıra İslam dünyasının pek çok ülkesinde de İslami hareketler
için siyasi-ideolojik temel oluşturduğu söylenebilir.
Hasan
el-Benna, Nil deltasındaki El Buheyre şehrinin Mahmudiye
kasabasında doğdu. Babası Ahmet bin Abdurrahman bin Muhamed
el-Benna el Saati âlim olmasının yanı sıra geçimini saatçilikle
sağlamaktaydı. El Saati, Mısırın meşhur İslam
reformistlerinden Muhammet Abdal döneminde El Ezher’de öğrenciydi.
Sünni-Hanbelî Fıkıh mezhebinin kurucusu Ahmed bin Hanbel’in Hz.
Muhammed’in hadislerinin derlemesi olan ünlü eseri “Müsned”
in yeni bir düzenlemesini kaleme almıştı. Bu eser, Hasan
el-Benna’nın görüşlerinin şekillenmesine etki eden en önemli
kaynaklardan biridir.
Onun
katıksız bir İslam hükümeti ve İslam hukukuna dayalı Müslüman
toplum inşası vaaz eden öğretisi, Hanbelî Fıkıh’ının güçlü
etkisini taşır.
8
yaşından itibaren medresede din eğitimini almaya başlamıştır.
El-Benna 12 yaşından 14 yaşına kadar hadisler ezberlemiş, Arapça
gramer, kompozisyon ve şiir çalışmıştır. Bu sıralar Sünni
tarikat çevreleriyle yakın ilişkiye girmiş, İslam tasavvufu
üzerine yoğunlaşmıştır.
Benna
bu dönemin bazı öğrenci olaylarına katıldı. 1919 yılında, 13
yaşındayken, Mısır’da patlayan İngiliz karşıtı eylemlerde
yer aldı. “Cemiyetü’l Ahlakil Edebiyye” dergisinin
başkanlığına seçildi.
17
yaşına geldiğinde Kahire’deki Dar’ül-Ülüm öğretmen
okuluna kaydoldu. Mezun olduktan sonra İsmailiye kentinde öğretmen
olarak çalışmaya başladı. Daha sonra cami ve kahvehanelerde
yaptığı konuşmalar etrafına çok sayıda insanın toplanmasını
sağlamıştır.
1928’in
Mart’ında evinde toplanan 6 kişilik bir grupla İslam davası
için yaşama ve ölmeye yemin ederek, “milletin
kalbinde yeni bir ruh olarak”
İhvan’ı Müslimin”in, Müslüman Kardeşler’in temelini
atmıştır. 1933 yılına kadar âlimler, tarikat şeyhleri ve
muhtelif dernekler gibi toplumun farklı kesimlerine ulaşmaya
başladı. Bu etkinlikleri ve gelişmeler İhvan’ın merkezinin
Kahire’ye taşınmasına neden olmuştur.
Burada
erkek ve kız çocuklar için okulların, mescitlerin açılmasına
önayak oldu.
Teşkilat
faaliyetlerini dini, sosyal, kültürel, ekonomik ve sportif alanlar
gibi farklı alanlara ayırmış ve bu çerçevede İskenderiye’de
bir mescit ve bir merkez, Şebrühit’te bir lokal ve fabrika,
Mahmudiye’de bir halı ve tekstil fabrikası ile tefsir-fıkıh
eğitimi yapan bir medrese kurmuştur.
İsmailiye’deki
İhvancılar genellikle eğitimsizdiler ve alt sınıflardan
oluşuyorlardı. Burada, çimento işçileriyle ilişkiler
geliştirildi. Kahire’de ise, örgüt toplumun daha üst
tabakalarıyla buluştu ve onları etkileme fırsatı buldu. Bunlar
arasında El Ezher’den azımsanmayacak sayıda öğrenci, memurlar
ve mühendis, tekniker vb. türü vasıflı çalışanlar, işçiler,
Mısır ordusunun subayları vardı.
Sayısal
olarak örgütün büyüklüğü ile ilgili güvenilir tahminlerde
bulunmak zor olsa da, Hasan El-Benna’nın 1928’de 6 kişiyle
kurduğu örgüt, 1934 yılında 50 şubeye ulaştı. 5 yıl sonra
şube sayısı 500’ü buldu.
Hasan
El-Benna 1946’da yaklaşık 500 bin üyeleri olduğunu iddia etti.
1950’lerin ilk yarısında şube sayısının 1500’e, üye
sayısınınsa 1 milyona ulaştığı tahmin ediliyor.
Gelişen
süreçte, Müslüman Kardeşler Mısır’ın dışında da
örgütlenme faaliyetleri başlattı. Filistin. Lübnan ve Suriye’ye
temsilci gönderildi. Bunlar, Abdurrahman El Saati ve Muhammed Esat
El-Hâkim’dir. Bunlar, Kudüs, Şam ve Beyrut’ta birçok camide
kalabalıklara çeşitli konuşmalar yapıp, konferanslar
düzenlediler. Daha sonra buralarda şubeler açtılar. Hareket
giderek Ürdün, Sudan hatta Pakistan’a kadar yayıldı.
MÜSLÜMAN
KARDEŞLER İDEOLOJİSİ
“Anayasamız
Kur’an, rehberimiz peygamber, en büyük amacımız Allah yolunda
ölüm”
sloganı, Müslüman Kardeşler’in ideolojisini en iyi şekilde
açıklamaktadır.
Böylece
İslam, insanların siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel
yaşamının ayrıntısını düzenlemek üzere etkili bir sistem
öneren bütünlüklü bir ideoloji olarak tanımlanmış olmaktadır.
30’lu
yıllarda Müslüman Kardeşler, çalışma şekilleri ve kalkınma
yolu üzerine 1, 2 gibi bazı programlar belirlediler. Hasan
El-Benna’nın “Hatıraları”nda yer alan bu programın bazı
maddeleri şöyledir:
-
Evlerde, camilerde konferanslar verilmesi. Salı Günü Dersleri’nin
kurumsallaşması,
-
Çeşitli yayın ve risalelerin yayınlanması,
-
Şube sayısının artırılması,
-
Beden eğitimi ve izci örgütlerinin düzenlenmesi,
-
Üniversitelerde ve diğer okullarda davanın kök salması,
öğrenciler kısmının kurulması ve el Ezher in ilim adamı ile
öğrencilerin çalışmalarından yararlanması.
-
İslami-ulusal davaların özellikle Filistin davasının
desteklenmesine katkıda bulunulması,
-
Misyonerlik hareketlerine karşı koyma ve dini öğretinin teşvik
edilmesi gibi İslami hareketlere katkıda bulunulması,
-
İslami açıdan kusurları bulunan hükümetlere karşı çıkılması
ve partizanlığa karşı çıkılıp açıkça İslami usullere
çağrılması,
-
Siyasi partilerin kapatılması, çünkü İslam’ın birleştirici
özelliğinin olduğu ve Müslümanların ülkelerinin esenliği için
birbirleriyle işbirliği halinde hareket etmeleri gerektiği,
-
İslam devletinin amacının İslam hukukunu hakkıyla uygulamak
olduğu.
Müslüman
Kardeşler’in devlet yönetimiyle ilişkilerine gelince: Bu
ilişkiler yer yer gerilse de genellikle iyi düzeyde olmuştur.
Müslüman Kardeşler, 1937’de misyonerlikle ilgili olarak Kral
Fuat’a verdiği muhtırada bile şöyle hitap etmektedir: “Dinin
sırlarının koruyucusu, İslam’ın ve Müslümanların
destekçisi, Mısır’ın sayın fedakâr hükümdarına…”
Müslüman
Kardeşler’in parlamento binasına mescit açılması için
hükümete yaptığı başvuru olumlu karşılanmakta, hemen mescit
yapılmakta ve bu başvurudan dolayı Müslüman Kardeşler’e
teşekkür mektubu gönderilmektedir.
Hükümet
pek çok defa Müslüman Kardeşler’e maddi yardımlarda
bulunmuştur.
Ancak
zaman zaman hükümetin Müslüman Kardeşler’e yönelik sert
tutumları da olmakta, Hasan El-Benna dâhil pek çok militanın
gözaltına alındığı veya tutuklandığı bilinmektedir.
Müslüman
Kardeşler, topladıkları bağış paralarıyla kurdukları
matbaalarda çeşitli gazeteler çıkarmaya başlamışlardır.
1946’da günlük bir gazete çıkardılar. Hasan El Benna’nın
damadı Sait Ramazan 1950’de El Müslimin adında bir aylık dergi
çıkardı. Daha sonra derginin başına Seyyid Kutup geçti.
Müslüman
Kardeşler 1928’deki kuruluşundan 1936’ya kadar esasen dini
planda etkin, bir tür sosyal yardım ve dayanışma hareketi olarak
görülürken, 1936, Müslüman Kardeşler’in Arap Ortadoğu’sunun
meselelerine ilk olarak karıştığı, dolayısıyla örgütün
tarihinde bir dönüm noktası oluşturan yıl olmuştur.
Bu
yıl içinde, Filistinlilerin, topraklarında İsrail’in
genişlemesinin yol açtığı rahatsızlıkla İngiliz manda
yönetimine karşı ayaklanması, İhvan’a siyasal etkinlik
sağlaması için beklenmedik bir fırsat sundu. İhvan, Filistin’e
tam destek verdi. Ve onlar için bağış kampanyası başlattı.
İhvan’ın
Filistin ayaklanmasına aktif destek ve katkı vermesi, Mısır
dışında daha güçlü şekilde yayılmasını sağladı. Bu
dönemde İhvan’ın asıl siyasal yönelimi İngiliz karşıtlığı
olmuştur.
1939
yılına kadar İhvan siyasal güç olarak çok büyük bir gelişme
ve büyüme göstermiş, özellikle kırsal kesimde iyi örgütlenmiş
bir güç haline gelmiştir. Artık Mısır siyasetinde El Benna’nın
aktif desteği çok daha fazla aranır olmuştur.
Fakat
Benna siyasete girmeme konusunda kararlıdır ve yönetimin dışında
kalmaya özen göstermiştir. Ancak aynı dönemde, Benna, hatırı
sayılır bir kitle desteğine sahip olan milliyetçi Vafd Partisi’ne
karşı bir kampanya başlatmış ve Vafd’ın yeni oluşan “Pan
Arabist” siyasi konjöktörde direnci düştükçe, buna paralel
olarak, Müslüman Kardeşler’in gücü artmıştır.
İHVAN
KAHİRE’DE
Hasan
El Benna Kahire’ye geldikten sonra İhvan’ın genel merkezi de
Ekim 1932’den itibaren Kahire’ye taşındı. Bu arada, El
Benna’nın deyimiyle “dava” da her yerde yayılıyordu.
Erkekler
için kurulan Hira Enstitüsü çalışmaları rayına oturduktan
sonra, Kardeşler, kızlar için de bir okul açmayı düşündüler.
Bu okulda “Müslümanların Anneleri okulu” adını aldı.
Daha
sonra Milli Eğitim Bakanlığı bu okulu teslim aldı. Ancak
Kardeşler bu okulun arkasında “Müslüman kadın kardeşler”
için bir bölüm kurdular. Bu kısım, Müslüman Kardeşler’in
eşlerinden ve akrabalarından oluşuyordu.
“DAVA”
ÇİMENTO İŞÇİLERİ ARASINDA
İsmailiyeli
Müslüman Kardeşler bazı çimento işçileriyle bağlantı
kurdular. Daha sonra, bu işçiler için, bizzat kendilerinden
toplanan bağışlarla bir mescit yaptırıldı.
Bu
dönemde Kardeşler;
1-
Evlerde camilerde konferans verilmesi ve “Salı günü”
derslerinin kurumsallaşması,
2-
Genel mürşidin risaleleriyle yalnızca ilk iki sayısının
çıkarılmasının ardından bir Müslüman Kardeşler Mecmuası’nın
çıkarılması ve yine bu sırada En-Nezir mecmuasının iki yıl
süren ilk sayılarının yayınlanması gibi kararlar alıp
uyguladılar.
1947’de
örgüt, milliyetçi ve İslamcı 10–15 grup ve örgütten oluşan
bir birliğin hâkim üyesi oldu.
HASAN
EL-BENNA’NIN ÖLDÜRÜLMESİ VE İHVAN’DA ÜÇ EĞİLİM
1948
Arap-İsrail Savaşı, İhvan’a Mısır dışında etkin olma
fırsatının yanı sıra gerilla savaşı taktiklerini öğrenme
fırsatı da sundu. Savaştan sonra Mısır yönetimin içine düştüğü
berbat durum muhalifleri güçlendirdi. Bu tehlikeli durumun farkında
olan dönemin başbakanı Nukraşi Paşa sıkıyönetim ilan etti.
İhvan’ı yasakladı. Buna bağlı olarak İhvan 2 milyon üyesiyle
yeraltına geçti.
Başbakan
Nukraşi 1948 yılında düzenlenen bir suikastla öldürüldü.
Suikastçı İhvan üyesi 23 yaşındaki bir veteriner fakültesi
öğrencisi idi. Bundan yedi hafta sonra İhvan’ın efsanevi lideri
Hasan el-Benna 12 Şubat 1949’da akşam evine giderken suikasta
uğradı. İçinde bulunduğu otomobil yaylım ateşine tutuldu,
yaralı olarak hastaneye kaldırıldı, ancak kurtarılamadı ve
yaşamını yitirdi.
Hasan
El-Benna’nın ölümünden sonra Kahire’de camiler kapatıldı.
Erkekler tutuklandı. Sokaklarda yalnızca polisler ve askerler
kaldı. Babası 90 yaşındaydı ve cenazesini eve götürecek erkek
bulunamadığı için kız kardeşi ve eşi tarafından mezarlığa
götürüldü. Üye sayısı milyonlarla ifade edilen İslami bir
örgüt kuran Benna’nın cenazesi neredeyse ortada kalıyordu, bir
süreliğine de olsa “zor” kazanmıştı, cenaze namazını
babası ve kadınlar kıldı. Suikast birkaç yıl gizli tutularak
örtbas edilmeye çalışıldı. Ancak 3 yıl sonra yapılan tahkikat
sonucu gizli polis teşkilatından 3 görevli suçlu bulundu ve hapse
atıldılar. Tetiği çektiği ileri sürülen polis ömür boyu
hapse çarptırıldı.
Hasan
El-Benna’nın öldürülmesi İhvan’ın tarihinde yeni bir sayfa
açtı. Onun birleştirici ve etkili karizmatik liderliği altında
kendini dışa vuramamış olan üç eğilim hareketin bünyesinde su
yüzüne çıktı. Bunlar, Hasan El-Benna’nın kardeşi Abdurrahman
El-Benna el Saati’nin (Filistin yardım fonunun başındaki kişi)
liderliğindeki muhafazakâr grup, aşırı uçta yer alan militan
aktivistler ve ılımlılar. Bu grup ve eğilimler, bundan böyle
İhvan’ın içinde sürekli var olmaya devam ettiler.
Benna’nın
öldürülmesinin ardından gelen dönemde ılımlılar harekete
hakim oldular. Ve kabul edilebilir bir “Genel Mürşit” (rehber)
aramaya başladılar. Sonunda, hem saygın bir hâkim, hem de Hasan
El-Benna’nın yakın ve sadık arkadaşı olan Hasan İsmail
El-Hudeybi “Genel Mürşit” yapıldı. Fakat o, Hasan El-Benna
kadar karizmatik, saygın ve etkin bir liderlik yürütecek güce
sahip değildi.
Uygun
bir “çözüm” bulundu ve El-Hudeybi liderliğindeki örgüt
“piramidal” bir hiyerarşik yapılanma içerisine girdi. Tepede
bir genel mürşit vardı. Altında, örgütün siyasi kararlar
alması konusunda yetkili 11 kişilik yürütme konseyi olan “İrşad
( Rehberlik) Bürosu” ve onun altında da “irşad bürosu”nun
üyelerini yıllık olarak belirleyen “kurucular komitesi”
bulunmaktaydı. İrşad Bürosu, “Genel Mürşid”i iki yıllığına
seçmekteydi. Kurucular Komitesi’nin altında 10 tane bölge
komitesi, onların altında da mahalli şubeler yer almaktaydı.
Gerçi
bu hiyerarşik yapı Hasan el-Benna döneminde de genel olarak
böyleydi. Ancak 1945 Kongresi’nde Hasan el Benna ebediyen genel
mürşit seçilmişti. Ve tabii ki, genel mürşit olarak,
El-Hudeybi’den daha etkin bir liderdi.
Bu
hiyerarşik yapı yukarıdan aşağıya çok disiplinli bir işleyiş
içinde olduğundan, İrşad Bürosu tarafından alınan kararlar
hızlı ve etkin bir biçimde uygulanmaktaydı.
1950’de
sıkıyönetim kaldırılınca örgüte yönelik yasak da kalktı ve
kuruluş döneminde olduğu gibi, dini bir örgüt olarak faaliyet
göstermesine izin verildi.
HÜR
SUBAYLAR VE NASIR DÖNEMİ
Cemal
Abdül Nasır liderliğindeki “Hür subaylar” 1952 yılında bir
darbe gerçekleştirerek kralı devirdi. İktidarı ele geçirdi. Bu
rejim değişikliği, İhvan tarihinde önemli bir dönemin
kapanmasına neden oldu. Örgüt yeniden yasaklandı. Yeraltına
inmek zorunda kaldı.
Aslında
darbeye katılan subayların pek çoğu İhvan üyesi ya da
sempatizanıydı. Ayrıca İhvan ile Hür Subaylar’ın programları
arasında dikkat çeken bir benzerlik vardı. Dolayısıyla
başlangıçta her iki taraf arasında bir işbirliği olduğu
söylenebilir. İhvan, 1952’de Kahire’de başlayan ve monarşinin
temellerini sarsıp altı ay sonraki askeri darbeye zemin hazırlayan
gösterilerde önemli rol oynadı.
“Hür
Subaylar” iktidara geldiklerinde ülkede güçlü bir yapı
kazanmış olan Müslüman Kardeşler’in desteğine sahip olmayı
ummaktaydılar. Görünürdeki (vitrindeki) liderleri General
Muhammed Necip Hasan el-Benna’nın mezarını ziyaret ederek
hürmetini ifade etmiş, tüm siyasi partilerin faaliyetini
yasaklayan darbe yönetimi, İhvan’ı, dini bir organizasyon olduğu
gerekçesiyle bu yasağın dışında tutmuştu.
Ancak
“Devrim Komite Konseyi” El-Hudeybi’nin “Kur’an temelinde
bir anayasa” talebini ret edince örgütten rejime yönelik
muhalefet yükselişe geçmeye ve İhvan, rejime, İslam’a karşı
olduğu gerekçesiyle saldırmaya başladı.
1953’te
iki taraf arasında keskin bir mücadele başladı. Yönetimin aynı
yıl başlattığı toprak reformu örgütün muhalefetiyle
karşılaştı. İhvan öğrenciler ve sendikalar arasında
propagandasını yoğunlaştırdı. Bunun yanı sıra asker ve polis
içerisindeki bazı İhvan üyeleri rejime karşı planlı çalışmalar
yapmaya başladılar.
1954
yılında İngilizlerin Mısır’dan çekilirken Mısır ile yaptığı
anlaşmayı fazlaca İngiliz yanlısı bularak kabul etmeyen İhvan,
İngilizlere karşı silahlı mücadele çağrısı yaptı. 26 Ekim
1954’de Nasır’a karşı İhvan’dan gelen suikast girişimi,
Nasır yönetiminin daha güçlü bir şekilde örgütün üzerine
gitmesine neden oldu. İhvan’ın bütün çalışmaları
yasaklandı. Örgütün pek çok üyesi ölüm ya da muhabbet hapis
cezalarına çarptırıldılar. Binlerce örgüt üyesi Suriye,
S.Arabistan, Ürdün ve Lübnan’a sürgüne gitti.
İhvan
mücadelesine yeraltında devam etti. Ayakta kalmayı başardı.
Nasır’ın 1964’de ilan ettiği genel affın bir parçası
olarak, yükselen işçi ve emekçi hareketine karşı güç
oluşturmak için birlikte hareket etme düşüncesiyle örgütün
üyeleri serbest bırakıldı. İhvan ile Nasır arasında bu
yumuşama ve yakınlaşma uzun sürmedi. 1965 yılının yaz
aylarında yine İhvan’ın Nasır’a karşı bir suikast girişimi
planı açığa çıkarıldı. Sonuç, yüzlerce yeni yakalanma ve
örgütün önde gelen 3 isminin ölüm cezasına çarptırılması
oldu. Bunlardan biri de, Ağustos 1966’da idam edilen Seyyid
Kutup’tur.
SEYYİD
KUTUP
Seyyid
Kutup (1906-1966), İslam radikalizmin en etkili ideologlarından
birisidir. Hasan el-Benna gibi öğretmen olan Kutup, eğitim
bakanlığında müfettişlik yaparken Amerika’ya gönderilmiştir.
Kutup İhvan’a 1951’de katılmıştır. Bu tarih, ABD’den
dönüşünün bir yıl sonrasıdır. Kendisi, bu tarih için
“1951’de doğdum” der. Örgütün lider kadroları arasında
yer almadı. Ancak yayınlarının başında oldu ve yönetti.
Nasır’a yapılan suikasttan sonra tutuklandı, 25 yıl ceza aldı.
1965’de Irak lideri Abdül Selam Arif’in aracılığı ve
“ricası”yla serbest kaldı. 1965’deki ikinci suikast girişimi
üzerine yeniden tutuklanarak yargılandı ve idama mahkûm oldu.
1966’da idam edildi.
Seyyid
Kutup bağnaz bir laiklik ve örneğin “Atatürk düşmanı”
olarak tanınır. Ona göre, Batılı güçler İslam’dan kurtulmak
için M. Kemal’i öne sürmüşlerdir.
Seyyid
Kutup, dindarlar ile laiklik taraftarlarının aynı toplumda bir
arada yaşayamayacaklarını söylüyordu. Dolayısıyla,
“Müslümanlar
öncelikle bu tür yöneticileri devirmekle yükümlüdürler”
diye düşünüyordu. Komünizm tanrı tanımazdı, demokrasi ise
tanrı nizamının gasp edilmesiydi. Bütün bunlar “cahiliye”nin
göstergesiydi. Zaten toplumları, İslam ve “cahiliye toplumu”
olarak ikiye ayırıyordu.
“Cahiliye
toplumu”nu; Komünist toplum, Hıristiyan toplum, Yahudi toplumu ve
kendini Müslüman sayan bazı İslam toplulukları olarak
sıralıyordu. “Cahiliye”yi; Tanrı yerine insana tapmak olarak
açıklıyordu. Ve “Muhammet zamanında cahiliye bilgisizlikten
kaynaklanıyordu” diyordu. “Şimdiki cahiliye ise tanrıya
bilinçli başkaldırıştı”. Kutup, laiklikle dindarlığın aynı
toplumda sorunsuzca bir arada bulunamayacağını söylüyor, bu
nedenle Müslümanların laik devlete karşı başkaldırmaları
gerektiğini savunuyordu. Demokrasi ona göre Batı icadıydı.
Ulusçuluk da, İslam’ı yozlaştırmak için kullanılmaktaydı.
Ona göre, esas olan, İslam dünyasını bir halife yönetiminde bir
araya getirmekti. Dünya ümmeti, ırka, ulusal değerlere değil,
yalnızca inanca dayanmaktaydı. Ve dünya inananlar ile
inanmayanların iki ayrı dünyası değildi. Bütün dünya,
inanmayanlarla dolu olduğu için, bir savaş alanıydı, dar-ul
harpti.
“Örtünmeyen
kadın”ın “cinsel taciz”e müstahak olduğunu ileri süren
Selçuklu Üniversitesi İlahiyatçısının kendisinden feyz aldığı
ortada olan Kutup, örtünmeyen kadın “canlı
bir şeytandır. Bu ahlaksız kadınların çıplak bedenlerinden
fışkıran ihtiras alevleri insanı yakarak küle çevirir.”
diye yazmıştı. “İnsanlık
bugün büyük bir genelevde yaşıyor”
diyordu. Bunu kanıtlamak için basına, filmlere, moda
gösterilerine, güzellik yarışmalarına bakmak yeterdi!
Seyyid
Kutup, Hasan el-Benna’dan sonra İhvan’ın en önemli
liderlerinden biridir. Aynı zamanda o, örgütün en önemli
ideologlarından biri olarak nitelendirilebilir.
1967
Arap–İsrail savaşında (Altı Gün Savaşı) Mısır’ın hayli
onur kırıcı bir şekilde yenilmesi Nasır’ın laik milliyetçi
“Arap sosyalizmi”ne öldürücü bir darbe indirdi. Ortaya çıkan
siyasal iklim, Müslüman Kardeşler’in Nasır tarafından
bastırılan görüşlerinin, özellikle de rejimin İslami inanç ve
değerlere sırtını döndüğü, hatta bunları bastırdığı
iddiasının kabulü için elverişli bir durum yarattı. Nasır bu
durumu kavrayarak, İslami duyarlılıkla işbirliği yoluna gitti.
Nisan
1968’de, yaklaşık üç yıldır hapiste olan İhvancıları
serbest bıraktı. Ne var ki bu manevralar, Müslüman Kardeşler’in
Nasır aleyhtarı ve özellikle de İsrail karşısındaki yenilginin
sorumluluğunu ona yükleme tutumlarını değiştirmedi. Örgüt
öncülüğünde Nasır’ı hükümetten ayrılmaya çağıran
gösteriler düzenlendi. Bu gösterilere askerin müdahalesi, onlarca
ölü ve yüzlerce yaralıya mal oldu.
1970
yılında Nasır’ın ölümünden sonra, eskiden Müslüman
Kardeşler’le iyi ilişkileri olan Enver Sedat iktidara geldi.
Sedat örgütü umutlandırmıştı. Nasır’ın izlediği
“tarafsız” politikalar hemen terk edildi. ABD politikaları
uygulanmaya başlandı.
1975’de
Sedat’ın ilan ettiği genel afla İhvan üyeleri serbest
bırakıldı. Bu gelişme, İhvan’ın durumunu daha da
toparlanmasına ve El Ezher üniversitesiyle bütünleşmesine imkan
sağladı. Hasan El Benna’dan sonra örgüt içinde ortaya çıkan
bölünmüşlükten memnun olan ve bunu sürdürmek isteyen Sedat,
İhvan’ın “ılımlılar” grubunu kendi siyasi düzeninin içine
çekmeğe çalıştı. Bu süreçte, iktidar partisinin sunduğu
“bilet”le İhvan’ın altı önde gelen ismi parlamentoya girdi.
Hükümet örgütün bu “parçası”na alabildiğine iyi ve olumlu
davranmaktaydı. İhvan’ın bu grubunun “el-Dava” adlı bir
aylık dergi çıkarmalarına izin verildi. Tirajı 78 bin olan
el-Dava (çağrı) kendine dört düşman seçmişti: Batı
Hıristiyanlığı, komünizm, laiklik ve Siyonizm. Bütün haberler
ve yorumlar, bu dört düşmanı hedef alıyor, onlara yönelik
olarak kaleme alınıyordu.
Enver
Sedat’ın örgütün ılımlılar kanadıyla işbirliği yaparak
onları legal-parlamenter siyasetin içine çekme girişiminin
sonucu, radikal karakterli diğer Müslüman Kardeşlerin örgütten
ayrılması ve daha radikal gruplar kurması oldu. Daha sonra Sedat’a
suikast yapacak El-Cihat örgütü bu süreçte ortaya çıktı.
Sedat’ın
iktidara geldikten sonra Müslüman Kardeşler’le kurduğu bu
olumlu ilişki, İsrail’le barış görüşmelerine başlamasıyla
bozuldu. 1977’de İsrail’i ziyaret eden ilk Arap devlet başkanı
E. Sedat oldu. Bu ziyaretten bir yıl sonra 1978’de, Sedat, Camp
David anlaşmasıyla İsrail’i resmen tanıdı. Bu gelişmeler,
tamamen ABD’nin denetimine giren E. Sedat ile İslami örgütlerin
arasındaki mesafenin açılmasına neden oldu.
SEDAT’IN
ÖLDÜRÜLMESİ
Kendisiyle
dirsek temasındaki “ılımlı İhvan” bile Camp David Barış
Anlaşması’nın en hassas noktası olan Filistin sorununun çözümü
konusunda hayal kırıklığı içindeydi. (Bu anlaşmayla Filistin
topraklarının %78’i resmen İsrail’e bırakılıyordu.) Hal
böyleyken, El Ezher, Sedat’ın zorlamasıyla 1979’da, barış
girişimleri konusunda onun politikalarını tasdik eden bir fetva
yayınladı. Bu, “ılımlı” Müslüman Kardeşler açısından
bir kırılma noktası oldu. Ve onlar da pek çok konuda Sedat’a
muhalefet yapmaya başladılar.
Süreç,
Müslüman Kardeşler’in sokaktan, hatta parlamento dan alınıp
yeniden hapishanelere gönderilmesi şeklinde ilerledi. ABD ve
İsrail’den gelen baskılar sonucunda 2000’i aşkın İhvancı
hapse atıldı. El Dava kapatıldı. İhvan yanlısı olduğu
şüphesiyle 200 subay ordudan atıldı. Bu sertlik karşılığını
bulmada gecikmedi. 1981 yılında Mısır’ın kurtuluşunun
kutlandığı bir törende El Cihat üyesi bir yüzbaşı olan Halid
Ahmed El Şevki İslambuli önderliğindeki bir grup asker Enver
Sedat’a suikast düzenledi. Suikastta Sedat hayatını kaybetti.
MÜBAREK
DÖNEMİ
Sedat’ın
yerine, 1973 Arap-İsrail Savaşında (Yom Kippur) yıldızı
parlamış olan yakın arkadaşı Hüsnü Mübarek başkan oldu.
Mübarek militan İslami hareketlerin üzerine kararlılıkla gidip
onları şiddetle bastırırken, rejimin “dini olmayan” (laik)
muhaliflerini serbest bırakarak onlarla diyalog geliştirdi. Bu
arada, İslam dünyasının pek çok bölgesinden gelen kınamalara
rağmen, Sedat’a suikast düzenleyen El-Cihat üyelerini idam
ettirdi.
1982’de
kendisine yönelik radikal İslamcı bir suikast girişimi
başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra Mübarek, El-Ezher
ulemasıyla işbirliğine girerek, hem rejim için meşruluk sağlama,
hem de hapisteki İslamcıları yeniden eğitme/kazanma çabası
içinde oldu. İslami olmayan (laik) muhalefetin önünü açma
yolunda muhafazakâr yeni Vafd Partisi’ne 1984’de parlamento
seçimlerine katılma hakkı tanıdı. Fakat yeni Vafd Partisi ile
Müslüman Kardeşler ittifak içine girdiler.
1987’de
yapılan seçimler, Mısır’da İslami muhalefetin daha da artan
bir güce ulaştığını gösterdi. Müslüman Kardeşler, hem
liberallerle hem de Sosyalist İşçi partisiyle ittifak yaptı.
Oyların %17’sini alan bu ittifak, kazandığı 60
milletvekilliğinin 35’inin İhvan’a kullandırttı.
Bu
gelişmelerle birlikte, Müslüman Kardeşler’in, Mısır’da,
kendi dışında kalan diğer rejim karşıtı gruplarla diyalog ve
işbirliğine açık, dolayısıyla daha “demokratik” bir siyasi
üslup ve motivasyon kazandığını düşünmek mümkündür.
Örgütün klasik seçim sloganı olan “Çözüm
İslam”
bile bu süreçte değiştirilmiş ve onun yerine, 2000’li
yıllarda, “Demokratik
Değişim”
sloganı kullanılmaya başlanmıştır.
Mısır
Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in iktidara gelmesinden sonra
diyaloga katılan Müslüman Kardeşler, resmen yasak olsa da,
ülkenin en büyük muhalif gücü idi.
Siyaset
sahnesinde resmen yasaklansa da etkin bir sosyal yardım ağına
sahip olan Müslüman Kardeşler; yoksullara, üniversitelerde ve
sendikalarda durumu kötü olanlara yardım organizasyonları
düzenliyordu. (Özellikle camilerde aktif durumdaydılar.)
Okullar,
hastaneler vb. sosyal yardımlaşma ağlarıyla toplum üzerinde
büyük bir etkiye sahip olan Müslüman Kardeşler, Ortadoğu’nun
en büyük ve etkin örgütü olarak biliniyor. 2005’deki genel
seçimlerde büyük başarı gösteren ve parlamentoda 88 sandalye
kazanan hareket, birinci turuna katılmakla birlikte, iktidar partisi
geniş çaplı yolsuzluk yaptığı ve şiddet uyguladığı
gerekçesiyle boykot ettiği seçimlerin Aralık 2010’daki ikinci
turuna katılmadı.
Müslüman
Kardeşler, 60 yılı aşkın bir süredir yasadışı, fakat
müsamaha gösterilen bir hareket.
Katıldığı
her seçim, insanları seferber etme konusunda yüksek kapasiteye
sahip olduğunu gösterdi.
İHVAN’IN
BUGÜNÜ
Müslüman
Kardeşler in günümüzdeki lideri Muhammed Bedi, 2009 Aralık
ayında, 30 kişilik Danışma Konseyi tarafından, 7. Genel Mürşit
Muhammed Mehdi Akif yerine, 8. Genel Mürşit seçildi. 16 kişilik
irşat bürosu için yapılan seçimlerde, genellikle muhafazakâr
olarak tanınan isimler başarılı oldu.
Bugün
de kitleler üzerinde en etkili hareket olan İhvan’ın Mısır
genelinde okulları, hastaneleri, vakıfları var. İllegal oldukları
için, bunlar şirketler ve şahıslar üzerine yapılıyor.
Yoksulara, yetimlere ve öğrencilere yardım ediliyor. Devlet
denetimi dışında kalan yapılarda, meslek örgütlerinde (hâkim,
avukat, gazeteci, mimar, mühendis) ciddi bir etkiye sahipler.
Üniversitelerde güçlüler. “Devrim Şehitleri”ne ayda 700–800
dolar yardım yaptıkları söyleniyor.
İhvan
artık 1930’ların İhvan’ı değil. Hasan EL Benna’nın
Kahire’de o dönemlerde ilişki kurmaya çalıştığı
kapitalistler, fabrika sahipleri zenginlerle ilişkiler bugün daha
gelişkin durumda. İhvan’ın içindeki sermaye sahiplerinin,
kapitalistlerin sayısı hiç de az değil. İşadamlarıyla, şirket
sahipleriyle, yüksek gelirli meslek sahipleriyle sistemin içine
çoktan girmiş ve bu yönüyle AKP ve daha da çok Fethullah Gülen
Cemaati şahsında beliren “Türkiye modeli”ni çoktan hayata
geçirmiştir. Artık İslam’ı, “ılımlı İslam” olarak
kapitalizmin ötesinde değil ama içinde arayıp bulmaya hazır
olacak kadar yöneticileri ve dayanaklarıyla palazlanıp
zenginleşmiştir İhvan.
Yöneticiler,
esas olarak mülk sahibi zenginler ya da yüksek gelirli meslek
sahipleri. (Muhammed Bedi eski bir akademisyen) Ancak, bu etkin
hareketin bütününü bağlayacak ve irade birliği oluşturacak bir
programları yok. Suriye’de, Lübnan’da, Filistin’de etkinler.
Ancak bu kolları arasında da politik ve ideolojik bir birlik
bulunduğu söylenemez.
Mısır’daki
İhvan hareketinde bugün üç eğilim var: Muhafazakârlar,
reformcular ve radikal eğilimler. İhvan’da uzun süredir genel
olarak liberalizme daha yakın ve uzlaşmacı eğilimleri ağır
basıyordu. Bugün Mısır’da, neo-liberal ve “İslam’la
demokrasinin sentezi”nin örneği olarak gösterilen Amerikancı
“ılımlı İslamcı” “Türk Modeli”, hareketin muhafazakâr
kesimi (M. Bedii) tarafından bile benimseniyor.
İhvan’ın
evsanevi lideri Hasan El Benna’nın Avrupa’da yaşayan torunu
Tarık Ramazan’a göre, “İhvan
bünyesinde farklı eğilimler barınıyor. Fakat hareketin liderliği
artık genç üyelerin arzularını tam olarak temsil etmiyor.
Gençler dünyaya daha açık, ülke içinde reform gerçekleştirmek
derdinde ve Türkiye örneğinden heyecan duyuyor. Birleşik bir
hiyerarşik görünüşün arkasında birbiriyle çatışan güçler
var. Hareketin hangi yola gireceğini kestirmek çok zor.”
İhvan’nın içinde katı dindarlarla “Türkiye örneği”ni
savunanlar arasında her şey olabilir, ancak artık İhvan’ın
“radikal İslamcı” olarak tanımlanan türden bir yol tutacağını
ileri sürmek gerçekçi olmaz.
İhvan
içinde yoksul ve emekçi tabanla yönetici seçkinler arasında
Mübarek’in gölgesinden kurtulmuş olmaktan beslenen bir
ayrışmanın çıkması çok güçlü bir olasılıktır. Şimdi,
güçlü ana eğilim olarak, bundan sonra kurulacak düzen içinde
etkin bir yer kapmanın planı yapılmaktadır. Gerek bu tutum, gerek
ayaklanma başlangıcındaki ikircikli, temkinli ve geriden gelen
tutumu, gerekse de İhvan liderlerinin “Camp
David dahil Mısır devletinin yaptığı bütün uluslararası
anlaşmalara saygılı olacağız”
türü açıklamaları, İhvan’ın önümüzdeki süreçte tabanı
üzerindeki etkisini sürdürmesinin zor olacağına, “cemaat”
içi tartışma ve gerilimlerin yanı sıra tabanla ilişkilerde
gerileme yaşanması olasılığının küçümsenmemesi gereğine
işaret etmektedir. Ancak ele geçirilecek ya da bir ucundan
tutulacak iktidar olanaklarının kullanımıyla genişleme ve
güçlenme de şüphesiz bir olasılıktır ki, Türkiye’de
denenmiş ve başarılı olduğu görülmüştür –işte İhvan’a
egemen görünen ana eğilim de bunun yolunu açmak amacıyla her
türlü tavizi vermeye hazır bir görüntü vermektedir. İhvan,
aslında bu yönelimin temellerini, 2000’li yıllarda klasik seçim
sloganı olan “Çözüm
İslam’da”
sloganı yerine “demokratik
değişim”
sloganının koyarak atmıştı.
İhvan’ın
şimdiki lideri Muhammed Bedii, ayaklanmadan 16 gün sonra yaptığı
açıklamada, yine kuşkusuz bu doğrultuda, eskiden “dar-ül harp”
olarak niteledikleri düzenin başlıca kurumu ve polis vb. türü
dayanaklarının çöktüğü özellikle bugünkü temel dayanağı
olan Mısır Ordusu’na ilişkin olarak, “Bu
halkı askeri darbe tehdidiyle korkutamasanız. Çünkü bu halk
ordunun halkın ordusu, askerin de halkın askeri olduğuna inanıyor.
Ordu, bu ülkenin ve halkın muhafızıdır. Halkın umutlarına ve
isteklerine karşı darbe yapmak mümkün değildir.”
diyebilmiştir.
Yine
İhvan’ın liderlerinden İrşad Bürosu üyesi Saad el-Hüseyin,
Milliyet’ten Hasan Cemal’e yaptığı açıklamada şöyle
konuşmuştur: “Son
dönemde iyi sınav verdi ordu. Halktan yana kullandı gücünü...
En kısa zamanda seçilmiş hükümete bırakacağız diyor ordu. Ona
inanıyoruz.”
“Yol
haritası nedir?” sorusuna ise şu sıralamayla cevap veriyor:
1-
“Cumhurbaşkanı adayı göstermeyeceğiz.”
2-
“İlk milletvekili seçimlerinde çoğunluğu sağlamak için
uğraşmayacağız.”
3-
“Dört-altı ay arasında önce parlemento, sonra cumhurbaşkanı
seçimleri yapılsın.”
4-
“Yeni parlamento, yeni anayasa ve temel yasalara el atılsın.”
5-
“Demokrasinin temel ilkelerine sadığız, bağlı kalacağız.
Halk isterse geliriz, istemezse gideriz.”
Bu
açıklamalarına bakılarak bile, İhvan’ın yeni sürece
olabildiğince sorunsuz ve hızlı geçmeyi düşündüğü
söylenebilir. Aktardıklarımız, Fethullah Gülen cemaatiyle
AKP’nin Türkiye’de izledikleri “saman altından su yürütme”
ya da “köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı” deme tutumunu
hatırlatmakta ve başka açılardan olmasa bile, bu açıdan
Türkiye’nin “örnek” alındığını belirtmektedir.
İhvan’nın
“ılımlı İslam” yönelimiyle ABD ve Mısır tekelci
gericiliğiyle sağladığı yeni ilişkilerin sonucu olarak Mısır’da
düzenin dayanakları arasına katılacağı anlaşılıyor, ancak
yeni sürece nasıl dâhil olacağı önümüzdeki günlerde
netleşecek. İhvan’ın bir siyasi partiye dönüşmesi pek olası
değil. Muhtemelen manevi bir güç olarak varlığını sürdürecek
ve böylelikle doğrudan siyasi bir sorumluluk üstlenmemiş
görünerek elinin serbest kalmasını sağlamaya, dolayısıyla
“müminler” üzerindeki etkisinin sürmesini garanti altına
almaya çalışacak. İhvan, Gülen benzeri böyle bir tutumla,
kendisini sözde “manevi” önderlik ve “sosyal dayanışma”
işleviyle sınırlanmış göstererek korumaya alırken, siyasal
süreçlerde yer almak üzere, kuşkusuz “el altından”
destekleyeceği/yönetip yönlendireceği yeni bir parti mi kurulur
(en güçlü ihtimal bu), yoksa İhvan mensubu bazı siyasetçilerin
kurduğu (bunların İhvan’la organik bağı bulunmuyor) Vasat
Partisi mi bu işlevi yüklenir; bunu önümüzdeki günlerde
göreceğiz.
Ancak
bir olguya değinmeden geçmek olmayacak ki, o da şu: Modern
kapitalist dünyada bütün İslami örgütlenmeleri önceleyerek,
doğrudan bir siyasal örgütlenme olmadan, ama siyasal/sosyal bir
cemaat olarak Müslüman Kardeşler sahneye çıkmış ve
yaklaşımları, izledikleri yöntemler ve örgüt biçimleriyle tüm
İslami örgütlenmelere örnek oluşturmuştur. “Cihat”, ama
ilan edilmemiş gibi yapılması ve “dar-ül harp” içinde
çalışma yürütme, “Salı Toplantıları”, “Işık evleri”ni
hatırlatan on kişilik aileler halinde örgütlenen ve haftada bir
toplantılar yapan “taburlar”, “ağabeylik”in
müesseseleştirilmesi vb..’nin, başka İslami örgütleri bir
yana bıraksak bile, Gülen cemaati bakımından yol gösterici
olduğu ve örnek alındığı kesindir. Ancak tıpkı kapitalist
sektörler ve işkollarıyla, emperyalist ülkeler arasındaki
ilişkide olduğu gibi, “eşit olmayan ve sıçramalı gelişme”
kuralı işlemektedir, işlemiş ve “boynuz kulağı geçmiştir”.
“Kaderin tecellisi” odur ki, zamanında Müslüman Kardeşler’den
ve deneylerinden öğrenip feyz almış olan Fethullah Gülen cemaati
ve onunla kol kola kah koklaşarak kah sürtüşerek siyaset yapan
AKP, şimdi Türkiye’de kaydetmiş oldukları mesafenin, İhvan’ın
yolundan yürüyerek siyasal iktidarın yürütmesini ele
geçirmelerinin doğrudan bir sonucu olarak, onlara başarılı bir
deney örneği sunmakta ve karşılık olarak “yararlanacağız”
masajı almaktadırlar.
SURİYE
İHVANI
Müslüman
Kardeşler’in Mısır dışına çıktıkları ilk yer Suriye’dir.
Örgüt, bu ülkede 1930 ortalarında belirmeye başlar. Mısır’a
okumaya gelen Suriyeli öğrenciler burada örgütün
faaliyetlerinden etkilenirler. Ülkelerine döndüklerinde İhvan’ın
tohumlarını atmaya başlarlar. Ancak kurumsallaşma, El Ezher’e
hukuk okumaya giden ve 1941’de Hasan El Benna ile tanışan Mustafa
Es-Sıbai öncülüğünde gerçekleşmiştir. Sıbai, Müslüman
Kardeşler’in Suriye kolunun ilk lideri olarak kabul edilir.
Örgütün merkezi karargâhı Halep’tir.
1958’de
Nasır Mısır’ı ile Suriye arasında gerçekleştirilen “Birleşik
Arap Cumhuriyeti” deneyiminin 1961 yılında hayal kırıklığıyla
sonuçlanması, Müslüman Kardeşler’in ülkede çoğunluğu
oluşturan Sünniler üzerindeki ağırlığını kalıcı hale
getirdi.
Örgütün
hedef kitlesini oluşturan bu çoğunluk açısından laik eğimli
yönetici elitin dinsel aidiyeti olan Aleviliğin İslam içi olup
olmadığı konusu zaten hep tartışmalı olmuştur.
Suriye’de
1973’te yürürlüğe konan yeni anayasa İhvan yanlısı ulemanın
tepkisiyle karşılaştı. Anayasanın laik ve ateist eğilimli
olduğu gerekçesiyle saldırıya geçen ulema, İslam’ın devletin
dini olarak kabul edilmesi talebinde bundu.
Hafız
Esat’ın Lübnan iç savaşına Marunî Hıristiyanlardan yana
müdahalesinin hemen ardından, İhvan, Suriye’de rejime karşı
cihat ilan etmeye karar verdi. Baasçı bürokratlara, Alevi
liderlere, gizli servis üyeleri ve istihbaratçılara yönelik
suikastlar birbirini izlemeye başladı. 1979’da, Halep Harp
Okulu’nda bir Sünni subayın da işbirliğiyle, 200 Alevi öğrenci
üzerine büyük çaplı silahlar kullanılarak açılan ateşte 83
öğrenci öldürüldü. Örgüt, yalnızca Alevileri değil,
ülkedeki Sovyet askeri ve sivil danışmanları ile hükümet
yanlısı ulemayı da hedef olarak belirlemişti.
İktidar,
Halep’te öldürülenlerin “intikamı”nı, 1980 Ağustos’unda
yine Halep’te güvenlik kuvvetlerine ateş açıldığı söylenen
bir binadaki 80 kişinin dışarı çıkarılıp anında infaz
edilmesiyle almıştır.
Ocak
1980’deyse, güvenlik güçleri hapiste bulunan yüzden fazla İhvan
üyesini infaz ettiler. Temmuz 1980’de, parlamento Müslüman
Kardeşler’e üyeliği, hatta onunla bağlantıyı devlete karşı
suç sayıp ölüm cezasına çarptıran bir yasa çıkardı.
Halep’te 80 kişinin öldürülmesi, bu yasanın çıkarılmasından
hemen sonra olmuştur.
HAMA
KATLİAMI
Esat
yönetiminin oldukça ağır operasyonları karşısında örgütün
direnci kırılmaya başlayınca, toparlanmak için strateji
değiştirerek, Ekim 1980’de İhvan öncülüğünde, ama daha
geniş bir kitleyi hedefleyen “Suriye İslam Cephesi” kuruldu. Bu
oluşumun programına “Suriye İslam Devrim Deklarasyonu ve
Programı” adı verildi.
Şubat
1982’de Hama’da İhvan öncülüğünde başlatılan ayaklanma,
Esat iktidarı tarafından büyük çaplı bir şiddetle, tam
anlamıyla kitlesel bir katliam ile bastırıldı.
Kimilerine
göre 20 bin, kimilerine göre 40 bin insanın ölümüyle sonuçlanan
bu katliamın çok fazla su yüzüne çıkmaması, aynı yıl
İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesi nedeniyle gölgede kalmasına
bağlanabilir. Olaylarda ölmeyenlerin de müebbet hapse mahkûm
edilmesiyle Suriye’de iktidar Sünni-İslam muhalefetini iyice
sindirmiştir. Örgütün pek çok üyesi ve lider kadrosu, bu
olaydan sonra Suriye’yi terk ederek dünyanın çeşitli yerlerine
ülkelerine dağıldılar.
Başer
Esat, babasına göre kısmen daha ılımlı bir yönetim sergiledi.
Bunun sonucu olarak Müslüman Kardeşlerin hapisteki üyelerinin bir
kısmı serbest bırakıldılar. Örgütün sürgündeki önder
kadrosu da, oğul Esat’ın kendilerine “zeytin dalı”
uzatmasını beklediklerini ifade ettiler. Ağustos 2010’da
liderliğe getirilen Riyad Şakfa, Başer Esas’ın özgürlük,
insan hakları ve demokrasinin önünü açması durumunda rejim
karşıtı faaliyetleri bırakarak, yasal bir siyasal partiye
dönüşeceklerini belirtti.
Mısır’ın
ardından örgütün güçlü olduğu ikinci büyük ülke olan
Suriye’nin liderlerinin, İhvan’ın “anavatanı”nda
yaşananların ardından hemen reform politikalarını uygulamaya
koymasını, Mübarekten sonra “çanlar kimin için çalıyor?”
sorusuna verilecek yanıt olmak istemedikleri şeklinde yorumlamak
yanlış olmayacaktır.
Ama
her şeye rağmen Arap ayaklanması yayılmaktadır, Suriye de
karışmış
1928'den Günümüze Müslüman Kardeşler
Şükrü
Taş tarafından
yazıldı |
Kuzey
Afrika ve Ortadoğu’da başlayan halk ayaklanmaları önce Tunus’ta
bin Ali’nin, ardından Mısır’da Hüsnü Mübarek’in
yıkılmasına neden oldu. Bu rejimlerin yıkılmasıyla bu ülkelerde
bundan sonra ne olacağı en çok tartışılan mesele olmaya devam
etmektedir.
Mısır’daki
en büyük muhalefet durumundaki Müslüman Kardeşler’in (İhvan-ı
Müslim) ne yapacağı ise en çok merak edilenler arasındadır.
Bu
yazımızda, kuruluşundan bugüne bu örgütü değerlendirmeye
çalışacağız.
KURULUŞU
VE İLK YILLARI
Bir
ilkokul öğretmeni olan Hasan El- Benna tarafından 1928 yılının
Mart ayında Mısır’ın İsmailiye şehrinde kuruldu. Kurulduğu
günden bu yana Mısır’da siyasi süreçleri etkilemesinin yanı
sıra İslam dünyasının pek çok ülkesinde de İslami hareketler
için siyasi-ideolojik temel oluşturduğu söylenebilir.
Hasan
el-Benna, Nil deltasındaki El Buheyre şehrinin Mahmudiye
kasabasında doğdu. Babası Ahmet bin Abdurrahman bin Muhamed
el-Benna el Saati âlim olmasının yanı sıra geçimini saatçilikle
sağlamaktaydı. El Saati, Mısırın meşhur İslam
reformistlerinden Muhammet Abdal döneminde El Ezher’de öğrenciydi.
Sünni-Hanbelî Fıkıh mezhebinin kurucusu Ahmed bin Hanbel’in Hz.
Muhammed’in hadislerinin derlemesi olan ünlü eseri “Müsned”
in yeni bir düzenlemesini kaleme almıştı. Bu eser, Hasan
el-Benna’nın görüşlerinin şekillenmesine etki eden en önemli
kaynaklardan biridir.
Onun
katıksız bir İslam hükümeti ve İslam hukukuna dayalı Müslüman
toplum inşası vaaz eden öğretisi, Hanbelî Fıkıh’ının güçlü
etkisini taşır.
8
yaşından itibaren medresede din eğitimini almaya başlamıştır.
El-Benna 12 yaşından 14 yaşına kadar hadisler ezberlemiş, Arapça
gramer, kompozisyon ve şiir çalışmıştır. Bu sıralar Sünni
tarikat çevreleriyle yakın ilişkiye girmiş, İslam tasavvufu
üzerine yoğunlaşmıştır.
Benna
bu dönemin bazı öğrenci olaylarına katıldı. 1919 yılında, 13
yaşındayken, Mısır’da patlayan İngiliz karşıtı eylemlerde
yer aldı. “Cemiyetü’l Ahlakil Edebiyye” dergisinin
başkanlığına seçildi.
17
yaşına geldiğinde Kahire’deki Dar’ül-Ülüm öğretmen
okuluna kaydoldu. Mezun olduktan sonra İsmailiye kentinde öğretmen
olarak çalışmaya başladı. Daha sonra cami ve kahvehanelerde
yaptığı konuşmalar etrafına çok sayıda insanın toplanmasını
sağlamıştır.
1928’in
Mart’ında evinde toplanan 6 kişilik bir grupla İslam davası
için yaşama ve ölmeye yemin ederek, “milletin
kalbinde yeni bir ruh olarak”
İhvan’ı Müslimin”in, Müslüman Kardeşler’in temelini
atmıştır. 1933 yılına kadar âlimler, tarikat şeyhleri ve
muhtelif dernekler gibi toplumun farklı kesimlerine ulaşmaya
başladı. Bu etkinlikleri ve gelişmeler İhvan’ın merkezinin
Kahire’ye taşınmasına neden olmuştur.
Burada
erkek ve kız çocuklar için okulların, mescitlerin açılmasına
önayak oldu.
Teşkilat
faaliyetlerini dini, sosyal, kültürel, ekonomik ve sportif alanlar
gibi farklı alanlara ayırmış ve bu çerçevede İskenderiye’de
bir mescit ve bir merkez, Şebrühit’te bir lokal ve fabrika,
Mahmudiye’de bir halı ve tekstil fabrikası ile tefsir-fıkıh
eğitimi yapan bir medrese kurmuştur.
İsmailiye’deki
İhvancılar genellikle eğitimsizdiler ve alt sınıflardan
oluşuyorlardı. Burada, çimento işçileriyle ilişkiler
geliştirildi. Kahire’de ise, örgüt toplumun daha üst
tabakalarıyla buluştu ve onları etkileme fırsatı buldu. Bunlar
arasında El Ezher’den azımsanmayacak sayıda öğrenci, memurlar
ve mühendis, tekniker vb. türü vasıflı çalışanlar, işçiler,
Mısır ordusunun subayları vardı.
Sayısal
olarak örgütün büyüklüğü ile ilgili güvenilir tahminlerde
bulunmak zor olsa da, Hasan El-Benna’nın 1928’de 6 kişiyle
kurduğu örgüt, 1934 yılında 50 şubeye ulaştı. 5 yıl sonra
şube sayısı 500’ü buldu.
Hasan
El-Benna 1946’da yaklaşık 500 bin üyeleri olduğunu iddia etti.
1950’lerin ilk yarısında şube sayısının 1500’e, üye
sayısınınsa 1 milyona ulaştığı tahmin ediliyor.
Gelişen
süreçte, Müslüman Kardeşler Mısır’ın dışında da
örgütlenme faaliyetleri başlattı. Filistin. Lübnan ve Suriye’ye
temsilci gönderildi. Bunlar, Abdurrahman El Saati ve Muhammed Esat
El-Hâkim’dir. Bunlar, Kudüs, Şam ve Beyrut’ta birçok camide
kalabalıklara çeşitli konuşmalar yapıp, konferanslar
düzenlediler. Daha sonra buralarda şubeler açtılar. Hareket
giderek Ürdün, Sudan hatta Pakistan’a kadar yayıldı.
MÜSLÜMAN
KARDEŞLER İDEOLOJİSİ
“Anayasamız
Kur’an, rehberimiz peygamber, en büyük amacımız Allah yolunda
ölüm”
sloganı, Müslüman Kardeşler’in ideolojisini en iyi şekilde
açıklamaktadır.
Böylece
İslam, insanların siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel
yaşamının ayrıntısını düzenlemek üzere etkili bir sistem
öneren bütünlüklü bir ideoloji olarak tanımlanmış olmaktadır.
30’lu
yıllarda Müslüman Kardeşler, çalışma şekilleri ve kalkınma
yolu üzerine 1, 2 gibi bazı programlar belirlediler. Hasan
El-Benna’nın “Hatıraları”nda yer alan bu programın bazı
maddeleri şöyledir:
-
Evlerde, camilerde konferanslar verilmesi. Salı Günü Dersleri’nin
kurumsallaşması,
-
Çeşitli yayın ve risalelerin yayınlanması,
-
Şube sayısının artırılması,
-
Beden eğitimi ve izci örgütlerinin düzenlenmesi,
-
Üniversitelerde ve diğer okullarda davanın kök salması,
öğrenciler kısmının kurulması ve el Ezher in ilim adamı ile
öğrencilerin çalışmalarından yararlanması.
-
İslami-ulusal davaların özellikle Filistin davasının
desteklenmesine katkıda bulunulması,
-
Misyonerlik hareketlerine karşı koyma ve dini öğretinin teşvik
edilmesi gibi İslami hareketlere katkıda bulunulması,
-
İslami açıdan kusurları bulunan hükümetlere karşı çıkılması
ve partizanlığa karşı çıkılıp açıkça İslami usullere
çağrılması,
-
Siyasi partilerin kapatılması, çünkü İslam’ın birleştirici
özelliğinin olduğu ve Müslümanların ülkelerinin esenliği için
birbirleriyle işbirliği halinde hareket etmeleri gerektiği,
-
İslam devletinin amacının İslam hukukunu hakkıyla uygulamak
olduğu.
Müslüman
Kardeşler’in devlet yönetimiyle ilişkilerine gelince: Bu
ilişkiler yer yer gerilse de genellikle iyi düzeyde olmuştur.
Müslüman Kardeşler, 1937’de misyonerlikle ilgili olarak Kral
Fuat’a verdiği muhtırada bile şöyle hitap etmektedir: “Dinin
sırlarının koruyucusu, İslam’ın ve Müslümanların
destekçisi, Mısır’ın sayın fedakâr hükümdarına…”
Müslüman
Kardeşler’in parlamento binasına mescit açılması için
hükümete yaptığı başvuru olumlu karşılanmakta, hemen mescit
yapılmakta ve bu başvurudan dolayı Müslüman Kardeşler’e
teşekkür mektubu gönderilmektedir.
Hükümet
pek çok defa Müslüman Kardeşler’e maddi yardımlarda
bulunmuştur.
Ancak
zaman zaman hükümetin Müslüman Kardeşler’e yönelik sert
tutumları da olmakta, Hasan El-Benna dâhil pek çok militanın
gözaltına alındığı veya tutuklandığı bilinmektedir.
Müslüman
Kardeşler, topladıkları bağış paralarıyla kurdukları
matbaalarda çeşitli gazeteler çıkarmaya başlamışlardır.
1946’da günlük bir gazete çıkardılar. Hasan El Benna’nın
damadı Sait Ramazan 1950’de El Müslimin adında bir aylık dergi
çıkardı. Daha sonra derginin başına Seyyid Kutup geçti.
Müslüman
Kardeşler 1928’deki kuruluşundan 1936’ya kadar esasen dini
planda etkin, bir tür sosyal yardım ve dayanışma hareketi olarak
görülürken, 1936, Müslüman Kardeşler’in Arap Ortadoğu’sunun
meselelerine ilk olarak karıştığı, dolayısıyla örgütün
tarihinde bir dönüm noktası oluşturan yıl olmuştur.
Bu
yıl içinde, Filistinlilerin, topraklarında İsrail’in
genişlemesinin yol açtığı rahatsızlıkla İngiliz manda
yönetimine karşı ayaklanması, İhvan’a siyasal etkinlik
sağlaması için beklenmedik bir fırsat sundu. İhvan, Filistin’e
tam destek verdi. Ve onlar için bağış kampanyası başlattı.
İhvan’ın
Filistin ayaklanmasına aktif destek ve katkı vermesi, Mısır
dışında daha güçlü şekilde yayılmasını sağladı. Bu
dönemde İhvan’ın asıl siyasal yönelimi İngiliz karşıtlığı
olmuştur.
1939
yılına kadar İhvan siyasal güç olarak çok büyük bir gelişme
ve büyüme göstermiş, özellikle kırsal kesimde iyi örgütlenmiş
bir güç haline gelmiştir. Artık Mısır siyasetinde El Benna’nın
aktif desteği çok daha fazla aranır olmuştur.
Fakat
Benna siyasete girmeme konusunda kararlıdır ve yönetimin dışında
kalmaya özen göstermiştir. Ancak aynı dönemde, Benna, hatırı
sayılır bir kitle desteğine sahip olan milliyetçi Vafd Partisi’ne
karşı bir kampanya başlatmış ve Vafd’ın yeni oluşan “Pan
Arabist” siyasi konjöktörde direnci düştükçe, buna paralel
olarak, Müslüman Kardeşler’in gücü artmıştır.
İHVAN
KAHİRE’DE
Hasan
El Benna Kahire’ye geldikten sonra İhvan’ın genel merkezi de
Ekim 1932’den itibaren Kahire’ye taşındı. Bu arada, El
Benna’nın deyimiyle “dava” da her yerde yayılıyordu.
Erkekler
için kurulan Hira Enstitüsü çalışmaları rayına oturduktan
sonra, Kardeşler, kızlar için de bir okul açmayı düşündüler.
Bu okulda “Müslümanların Anneleri okulu” adını aldı.
Daha
sonra Milli Eğitim Bakanlığı bu okulu teslim aldı. Ancak
Kardeşler bu okulun arkasında “Müslüman kadın kardeşler”
için bir bölüm kurdular. Bu kısım, Müslüman Kardeşler’in
eşlerinden ve akrabalarından oluşuyordu.
“DAVA”
ÇİMENTO İŞÇİLERİ ARASINDA
İsmailiyeli
Müslüman Kardeşler bazı çimento işçileriyle bağlantı
kurdular. Daha sonra, bu işçiler için, bizzat kendilerinden
toplanan bağışlarla bir mescit yaptırıldı.
Bu
dönemde Kardeşler;
1-
Evlerde camilerde konferans verilmesi ve “Salı günü”
derslerinin kurumsallaşması,
2-
Genel mürşidin risaleleriyle yalnızca ilk iki sayısının
çıkarılmasının ardından bir Müslüman Kardeşler Mecmuası’nın
çıkarılması ve yine bu sırada En-Nezir mecmuasının iki yıl
süren ilk sayılarının yayınlanması gibi kararlar alıp
uyguladılar.
1947’de
örgüt, milliyetçi ve İslamcı 10–15 grup ve örgütten oluşan
bir birliğin hâkim üyesi oldu.
HASAN
EL-BENNA’NIN ÖLDÜRÜLMESİ VE İHVAN’DA ÜÇ EĞİLİM
1948
Arap-İsrail Savaşı, İhvan’a Mısır dışında etkin olma
fırsatının yanı sıra gerilla savaşı taktiklerini öğrenme
fırsatı da sundu. Savaştan sonra Mısır yönetimin içine düştüğü
berbat durum muhalifleri güçlendirdi. Bu tehlikeli durumun farkında
olan dönemin başbakanı Nukraşi Paşa sıkıyönetim ilan etti.
İhvan’ı yasakladı. Buna bağlı olarak İhvan 2 milyon üyesiyle
yeraltına geçti.
Başbakan
Nukraşi 1948 yılında düzenlenen bir suikastla öldürüldü.
Suikastçı İhvan üyesi 23 yaşındaki bir veteriner fakültesi
öğrencisi idi. Bundan yedi hafta sonra İhvan’ın efsanevi lideri
Hasan el-Benna 12 Şubat 1949’da akşam evine giderken suikasta
uğradı. İçinde bulunduğu otomobil yaylım ateşine tutuldu,
yaralı olarak hastaneye kaldırıldı, ancak kurtarılamadı ve
yaşamını yitirdi.
Hasan
El-Benna’nın ölümünden sonra Kahire’de camiler kapatıldı.
Erkekler tutuklandı. Sokaklarda yalnızca polisler ve askerler
kaldı. Babası 90 yaşındaydı ve cenazesini eve götürecek erkek
bulunamadığı için kız kardeşi ve eşi tarafından mezarlığa
götürüldü. Üye sayısı milyonlarla ifade edilen İslami bir
örgüt kuran Benna’nın cenazesi neredeyse ortada kalıyordu, bir
süreliğine de olsa “zor” kazanmıştı, cenaze namazını
babası ve kadınlar kıldı. Suikast birkaç yıl gizli tutularak
örtbas edilmeye çalışıldı. Ancak 3 yıl sonra yapılan tahkikat
sonucu gizli polis teşkilatından 3 görevli suçlu bulundu ve hapse
atıldılar. Tetiği çektiği ileri sürülen polis ömür boyu
hapse çarptırıldı.
Hasan
El-Benna’nın öldürülmesi İhvan’ın tarihinde yeni bir sayfa
açtı. Onun birleştirici ve etkili karizmatik liderliği altında
kendini dışa vuramamış olan üç eğilim hareketin bünyesinde su
yüzüne çıktı. Bunlar, Hasan El-Benna’nın kardeşi Abdurrahman
El-Benna el Saati’nin (Filistin yardım fonunun başındaki kişi)
liderliğindeki muhafazakâr grup, aşırı uçta yer alan militan
aktivistler ve ılımlılar. Bu grup ve eğilimler, bundan böyle
İhvan’ın içinde sürekli var olmaya devam ettiler.
Benna’nın
öldürülmesinin ardından gelen dönemde ılımlılar harekete
hakim oldular. Ve kabul edilebilir bir “Genel Mürşit” (rehber)
aramaya başladılar. Sonunda, hem saygın bir hâkim, hem de Hasan
El-Benna’nın yakın ve sadık arkadaşı olan Hasan İsmail
El-Hudeybi “Genel Mürşit” yapıldı. Fakat o, Hasan El-Benna
kadar karizmatik, saygın ve etkin bir liderlik yürütecek güce
sahip değildi.
Uygun
bir “çözüm” bulundu ve El-Hudeybi liderliğindeki örgüt
“piramidal” bir hiyerarşik yapılanma içerisine girdi. Tepede
bir genel mürşit vardı. Altında, örgütün siyasi kararlar
alması konusunda yetkili 11 kişilik yürütme konseyi olan “İrşad
( Rehberlik) Bürosu” ve onun altında da “irşad bürosu”nun
üyelerini yıllık olarak belirleyen “kurucular komitesi”
bulunmaktaydı. İrşad Bürosu, “Genel Mürşid”i iki yıllığına
seçmekteydi. Kurucular Komitesi’nin altında 10 tane bölge
komitesi, onların altında da mahalli şubeler yer almaktaydı.
Gerçi
bu hiyerarşik yapı Hasan el-Benna döneminde de genel olarak
böyleydi. Ancak 1945 Kongresi’nde Hasan el Benna ebediyen genel
mürşit seçilmişti. Ve tabii ki, genel mürşit olarak,
El-Hudeybi’den daha etkin bir liderdi.
Bu
hiyerarşik yapı yukarıdan aşağıya çok disiplinli bir işleyiş
içinde olduğundan, İrşad Bürosu tarafından alınan kararlar
hızlı ve etkin bir biçimde uygulanmaktaydı.
1950’de
sıkıyönetim kaldırılınca örgüte yönelik yasak da kalktı ve
kuruluş döneminde olduğu gibi, dini bir örgüt olarak faaliyet
göstermesine izin verildi.
HÜR
SUBAYLAR VE NASIR DÖNEMİ
Cemal
Abdül Nasır liderliğindeki “Hür subaylar” 1952 yılında bir
darbe gerçekleştirerek kralı devirdi. İktidarı ele geçirdi. Bu
rejim değişikliği, İhvan tarihinde önemli bir dönemin
kapanmasına neden oldu. Örgüt yeniden yasaklandı. Yeraltına
inmek zorunda kaldı.
Aslında
darbeye katılan subayların pek çoğu İhvan üyesi ya da
sempatizanıydı. Ayrıca İhvan ile Hür Subaylar’ın programları
arasında dikkat çeken bir benzerlik vardı. Dolayısıyla
başlangıçta her iki taraf arasında bir işbirliği olduğu
söylenebilir. İhvan, 1952’de Kahire’de başlayan ve monarşinin
temellerini sarsıp altı ay sonraki askeri darbeye zemin hazırlayan
gösterilerde önemli rol oynadı.
“Hür
Subaylar” iktidara geldiklerinde ülkede güçlü bir yapı
kazanmış olan Müslüman Kardeşler’in desteğine sahip olmayı
ummaktaydılar. Görünürdeki (vitrindeki) liderleri General
Muhammed Necip Hasan el-Benna’nın mezarını ziyaret ederek
hürmetini ifade etmiş, tüm siyasi partilerin faaliyetini
yasaklayan darbe yönetimi, İhvan’ı, dini bir organizasyon olduğu
gerekçesiyle bu yasağın dışında tutmuştu.
Ancak
“Devrim Komite Konseyi” El-Hudeybi’nin “Kur’an temelinde
bir anayasa” talebini ret edince örgütten rejime yönelik
muhalefet yükselişe geçmeye ve İhvan, rejime, İslam’a karşı
olduğu gerekçesiyle saldırmaya başladı.
1953’te
iki taraf arasında keskin bir mücadele başladı. Yönetimin aynı
yıl başlattığı toprak reformu örgütün muhalefetiyle
karşılaştı. İhvan öğrenciler ve sendikalar arasında
propagandasını yoğunlaştırdı. Bunun yanı sıra asker ve polis
içerisindeki bazı İhvan üyeleri rejime karşı planlı çalışmalar
yapmaya başladılar.
1954
yılında İngilizlerin Mısır’dan çekilirken Mısır ile yaptığı
anlaşmayı fazlaca İngiliz yanlısı bularak kabul etmeyen İhvan,
İngilizlere karşı silahlı mücadele çağrısı yaptı. 26 Ekim
1954’de Nasır’a karşı İhvan’dan gelen suikast girişimi,
Nasır yönetiminin daha güçlü bir şekilde örgütün üzerine
gitmesine neden oldu. İhvan’ın bütün çalışmaları
yasaklandı. Örgütün pek çok üyesi ölüm ya da muhabbet hapis
cezalarına çarptırıldılar. Binlerce örgüt üyesi Suriye,
S.Arabistan, Ürdün ve Lübnan’a sürgüne gitti.
İhvan
mücadelesine yeraltında devam etti. Ayakta kalmayı başardı.
Nasır’ın 1964’de ilan ettiği genel affın bir parçası
olarak, yükselen işçi ve emekçi hareketine karşı güç
oluşturmak için birlikte hareket etme düşüncesiyle örgütün
üyeleri serbest bırakıldı. İhvan ile Nasır arasında bu
yumuşama ve yakınlaşma uzun sürmedi. 1965 yılının yaz
aylarında yine İhvan’ın Nasır’a karşı bir suikast girişimi
planı açığa çıkarıldı. Sonuç, yüzlerce yeni yakalanma ve
örgütün önde gelen 3 isminin ölüm cezasına çarptırılması
oldu. Bunlardan biri de, Ağustos 1966’da idam edilen Seyyid
Kutup’tur.
SEYYİD
KUTUP
Seyyid
Kutup (1906-1966), İslam radikalizmin en etkili ideologlarından
birisidir. Hasan el-Benna gibi öğretmen olan Kutup, eğitim
bakanlığında müfettişlik yaparken Amerika’ya gönderilmiştir.
Kutup İhvan’a 1951’de katılmıştır. Bu tarih, ABD’den
dönüşünün bir yıl sonrasıdır. Kendisi, bu tarih için
“1951’de doğdum” der. Örgütün lider kadroları arasında
yer almadı. Ancak yayınlarının başında oldu ve yönetti.
Nasır’a yapılan suikasttan sonra tutuklandı, 25 yıl ceza aldı.
1965’de Irak lideri Abdül Selam Arif’in aracılığı ve
“ricası”yla serbest kaldı. 1965’deki ikinci suikast girişimi
üzerine yeniden tutuklanarak yargılandı ve idama mahkûm oldu.
1966’da idam edildi.
Seyyid
Kutup bağnaz bir laiklik ve örneğin “Atatürk düşmanı”
olarak tanınır. Ona göre, Batılı güçler İslam’dan kurtulmak
için M. Kemal’i öne sürmüşlerdir.
Seyyid
Kutup, dindarlar ile laiklik taraftarlarının aynı toplumda bir
arada yaşayamayacaklarını söylüyordu. Dolayısıyla,
“Müslümanlar
öncelikle bu tür yöneticileri devirmekle yükümlüdürler”
diye düşünüyordu. Komünizm tanrı tanımazdı, demokrasi ise
tanrı nizamının gasp edilmesiydi. Bütün bunlar “cahiliye”nin
göstergesiydi. Zaten toplumları, İslam ve “cahiliye toplumu”
olarak ikiye ayırıyordu.
“Cahiliye
toplumu”nu; Komünist toplum, Hıristiyan toplum, Yahudi toplumu ve
kendini Müslüman sayan bazı İslam toplulukları olarak
sıralıyordu. “Cahiliye”yi; Tanrı yerine insana tapmak olarak
açıklıyordu. Ve “Muhammet zamanında cahiliye bilgisizlikten
kaynaklanıyordu” diyordu. “Şimdiki cahiliye ise tanrıya
bilinçli başkaldırıştı”. Kutup, laiklikle dindarlığın aynı
toplumda sorunsuzca bir arada bulunamayacağını söylüyor, bu
nedenle Müslümanların laik devlete karşı başkaldırmaları
gerektiğini savunuyordu. Demokrasi ona göre Batı icadıydı.
Ulusçuluk da, İslam’ı yozlaştırmak için kullanılmaktaydı.
Ona göre, esas olan, İslam dünyasını bir halife yönetiminde bir
araya getirmekti. Dünya ümmeti, ırka, ulusal değerlere değil,
yalnızca inanca dayanmaktaydı. Ve dünya inananlar ile
inanmayanların iki ayrı dünyası değildi. Bütün dünya,
inanmayanlarla dolu olduğu için, bir savaş alanıydı, dar-ul
harpti.
“Örtünmeyen
kadın”ın “cinsel taciz”e müstahak olduğunu ileri süren
Selçuklu Üniversitesi İlahiyatçısının kendisinden feyz aldığı
ortada olan Kutup, örtünmeyen kadın “canlı
bir şeytandır. Bu ahlaksız kadınların çıplak bedenlerinden
fışkıran ihtiras alevleri insanı yakarak küle çevirir.”
diye yazmıştı. “İnsanlık
bugün büyük bir genelevde yaşıyor”
diyordu. Bunu kanıtlamak için basına, filmlere, moda
gösterilerine, güzellik yarışmalarına bakmak yeterdi!
Seyyid
Kutup, Hasan el-Benna’dan sonra İhvan’ın en önemli
liderlerinden biridir. Aynı zamanda o, örgütün en önemli
ideologlarından biri olarak nitelendirilebilir.
1967
Arap–İsrail savaşında (Altı Gün Savaşı) Mısır’ın hayli
onur kırıcı bir şekilde yenilmesi Nasır’ın laik milliyetçi
“Arap sosyalizmi”ne öldürücü bir darbe indirdi. Ortaya çıkan
siyasal iklim, Müslüman Kardeşler’in Nasır tarafından
bastırılan görüşlerinin, özellikle de rejimin İslami inanç ve
değerlere sırtını döndüğü, hatta bunları bastırdığı
iddiasının kabulü için elverişli bir durum yarattı. Nasır bu
durumu kavrayarak, İslami duyarlılıkla işbirliği yoluna gitti.
Nisan
1968’de, yaklaşık üç yıldır hapiste olan İhvancıları
serbest bıraktı. Ne var ki bu manevralar, Müslüman Kardeşler’in
Nasır aleyhtarı ve özellikle de İsrail karşısındaki yenilginin
sorumluluğunu ona yükleme tutumlarını değiştirmedi. Örgüt
öncülüğünde Nasır’ı hükümetten ayrılmaya çağıran
gösteriler düzenlendi. Bu gösterilere askerin müdahalesi, onlarca
ölü ve yüzlerce yaralıya mal oldu.
1970
yılında Nasır’ın ölümünden sonra, eskiden Müslüman
Kardeşler’le iyi ilişkileri olan Enver Sedat iktidara geldi.
Sedat örgütü umutlandırmıştı. Nasır’ın izlediği
“tarafsız” politikalar hemen terk edildi. ABD politikaları
uygulanmaya başlandı.
1975’de
Sedat’ın ilan ettiği genel afla İhvan üyeleri serbest
bırakıldı. Bu gelişme, İhvan’ın durumunu daha da
toparlanmasına ve El Ezher üniversitesiyle bütünleşmesine imkan
sağladı. Hasan El Benna’dan sonra örgüt içinde ortaya çıkan
bölünmüşlükten memnun olan ve bunu sürdürmek isteyen Sedat,
İhvan’ın “ılımlılar” grubunu kendi siyasi düzeninin içine
çekmeğe çalıştı. Bu süreçte, iktidar partisinin sunduğu
“bilet”le İhvan’ın altı önde gelen ismi parlamentoya girdi.
Hükümet örgütün bu “parçası”na alabildiğine iyi ve olumlu
davranmaktaydı. İhvan’ın bu grubunun “el-Dava” adlı bir
aylık dergi çıkarmalarına izin verildi. Tirajı 78 bin olan
el-Dava (çağrı) kendine dört düşman seçmişti: Batı
Hıristiyanlığı, komünizm, laiklik ve Siyonizm. Bütün haberler
ve yorumlar, bu dört düşmanı hedef alıyor, onlara yönelik
olarak kaleme alınıyordu.
Enver
Sedat’ın örgütün ılımlılar kanadıyla işbirliği yaparak
onları legal-parlamenter siyasetin içine çekme girişiminin
sonucu, radikal karakterli diğer Müslüman Kardeşlerin örgütten
ayrılması ve daha radikal gruplar kurması oldu. Daha sonra Sedat’a
suikast yapacak El-Cihat örgütü bu süreçte ortaya çıktı.
Sedat’ın
iktidara geldikten sonra Müslüman Kardeşler’le kurduğu bu
olumlu ilişki, İsrail’le barış görüşmelerine başlamasıyla
bozuldu. 1977’de İsrail’i ziyaret eden ilk Arap devlet başkanı
E. Sedat oldu. Bu ziyaretten bir yıl sonra 1978’de, Sedat, Camp
David anlaşmasıyla İsrail’i resmen tanıdı. Bu gelişmeler,
tamamen ABD’nin denetimine giren E. Sedat ile İslami örgütlerin
arasındaki mesafenin açılmasına neden oldu.
SEDAT’IN
ÖLDÜRÜLMESİ
Kendisiyle
dirsek temasındaki “ılımlı İhvan” bile Camp David Barış
Anlaşması’nın en hassas noktası olan Filistin sorununun çözümü
konusunda hayal kırıklığı içindeydi. (Bu anlaşmayla Filistin
topraklarının %78’i resmen İsrail’e bırakılıyordu.) Hal
böyleyken, El Ezher, Sedat’ın zorlamasıyla 1979’da, barış
girişimleri konusunda onun politikalarını tasdik eden bir fetva
yayınladı. Bu, “ılımlı” Müslüman Kardeşler açısından
bir kırılma noktası oldu. Ve onlar da pek çok konuda Sedat’a
muhalefet yapmaya başladılar.
Süreç,
Müslüman Kardeşler’in sokaktan, hatta parlamento dan alınıp
yeniden hapishanelere gönderilmesi şeklinde ilerledi. ABD ve
İsrail’den gelen baskılar sonucunda 2000’i aşkın İhvancı
hapse atıldı. El Dava kapatıldı. İhvan yanlısı olduğu
şüphesiyle 200 subay ordudan atıldı. Bu sertlik karşılığını
bulmada gecikmedi. 1981 yılında Mısır’ın kurtuluşunun
kutlandığı bir törende El Cihat üyesi bir yüzbaşı olan Halid
Ahmed El Şevki İslambuli önderliğindeki bir grup asker Enver
Sedat’a suikast düzenledi. Suikastta Sedat hayatını kaybetti.
MÜBAREK
DÖNEMİ
Sedat’ın
yerine, 1973 Arap-İsrail Savaşında (Yom Kippur) yıldızı
parlamış olan yakın arkadaşı Hüsnü Mübarek başkan oldu.
Mübarek militan İslami hareketlerin üzerine kararlılıkla gidip
onları şiddetle bastırırken, rejimin “dini olmayan” (laik)
muhaliflerini serbest bırakarak onlarla diyalog geliştirdi. Bu
arada, İslam dünyasının pek çok bölgesinden gelen kınamalara
rağmen, Sedat’a suikast düzenleyen El-Cihat üyelerini idam
ettirdi.
1982’de
kendisine yönelik radikal İslamcı bir suikast girişimi
başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra Mübarek, El-Ezher
ulemasıyla işbirliğine girerek, hem rejim için meşruluk sağlama,
hem de hapisteki İslamcıları yeniden eğitme/kazanma çabası
içinde oldu. İslami olmayan (laik) muhalefetin önünü açma
yolunda muhafazakâr yeni Vafd Partisi’ne 1984’de parlamento
seçimlerine katılma hakkı tanıdı. Fakat yeni Vafd Partisi ile
Müslüman Kardeşler ittifak içine girdiler.
1987’de
yapılan seçimler, Mısır’da İslami muhalefetin daha da artan
bir güce ulaştığını gösterdi. Müslüman Kardeşler, hem
liberallerle hem de Sosyalist İşçi partisiyle ittifak yaptı.
Oyların %17’sini alan bu ittifak, kazandığı 60
milletvekilliğinin 35’inin İhvan’a kullandırttı.
Bu
gelişmelerle birlikte, Müslüman Kardeşler’in, Mısır’da,
kendi dışında kalan diğer rejim karşıtı gruplarla diyalog ve
işbirliğine açık, dolayısıyla daha “demokratik” bir siyasi
üslup ve motivasyon kazandığını düşünmek mümkündür.
Örgütün klasik seçim sloganı olan “Çözüm
İslam”
bile bu süreçte değiştirilmiş ve onun yerine, 2000’li
yıllarda, “Demokratik
Değişim”
sloganı kullanılmaya başlanmıştır.
Mısır
Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in iktidara gelmesinden sonra
diyaloga katılan Müslüman Kardeşler, resmen yasak olsa da,
ülkenin en büyük muhalif gücü idi.
Siyaset
sahnesinde resmen yasaklansa da etkin bir sosyal yardım ağına
sahip olan Müslüman Kardeşler; yoksullara, üniversitelerde ve
sendikalarda durumu kötü olanlara yardım organizasyonları
düzenliyordu. (Özellikle camilerde aktif durumdaydılar.)
Okullar,
hastaneler vb. sosyal yardımlaşma ağlarıyla toplum üzerinde
büyük bir etkiye sahip olan Müslüman Kardeşler, Ortadoğu’nun
en büyük ve etkin örgütü olarak biliniyor. 2005’deki genel
seçimlerde büyük başarı gösteren ve parlamentoda 88 sandalye
kazanan hareket, birinci turuna katılmakla birlikte, iktidar partisi
geniş çaplı yolsuzluk yaptığı ve şiddet uyguladığı
gerekçesiyle boykot ettiği seçimlerin Aralık 2010’daki ikinci
turuna katılmadı.
Müslüman
Kardeşler, 60 yılı aşkın bir süredir yasadışı, fakat
müsamaha gösterilen bir hareket.
Katıldığı
her seçim, insanları seferber etme konusunda yüksek kapasiteye
sahip olduğunu gösterdi.
İHVAN’IN
BUGÜNÜ
Müslüman
Kardeşler in günümüzdeki lideri Muhammed Bedi, 2009 Aralık
ayında, 30 kişilik Danışma Konseyi tarafından, 7. Genel Mürşit
Muhammed Mehdi Akif yerine, 8. Genel Mürşit seçildi. 16 kişilik
irşat bürosu için yapılan seçimlerde, genellikle muhafazakâr
olarak tanınan isimler başarılı oldu.
Bugün
de kitleler üzerinde en etkili hareket olan İhvan’ın Mısır
genelinde okulları, hastaneleri, vakıfları var. İllegal oldukları
için, bunlar şirketler ve şahıslar üzerine yapılıyor.
Yoksulara, yetimlere ve öğrencilere yardım ediliyor. Devlet
denetimi dışında kalan yapılarda, meslek örgütlerinde (hâkim,
avukat, gazeteci, mimar, mühendis) ciddi bir etkiye sahipler.
Üniversitelerde güçlüler. “Devrim Şehitleri”ne ayda 700–800
dolar yardım yaptıkları söyleniyor.
İhvan
artık 1930’ların İhvan’ı değil. Hasan EL Benna’nın
Kahire’de o dönemlerde ilişki kurmaya çalıştığı
kapitalistler, fabrika sahipleri zenginlerle ilişkiler bugün daha
gelişkin durumda. İhvan’ın içindeki sermaye sahiplerinin,
kapitalistlerin sayısı hiç de az değil. İşadamlarıyla, şirket
sahipleriyle, yüksek gelirli meslek sahipleriyle sistemin içine
çoktan girmiş ve bu yönüyle AKP ve daha da çok Fethullah Gülen
Cemaati şahsında beliren “Türkiye modeli”ni çoktan hayata
geçirmiştir. Artık İslam’ı, “ılımlı İslam” olarak
kapitalizmin ötesinde değil ama içinde arayıp bulmaya hazır
olacak kadar yöneticileri ve dayanaklarıyla palazlanıp
zenginleşmiştir İhvan.
Yöneticiler,
esas olarak mülk sahibi zenginler ya da yüksek gelirli meslek
sahipleri. (Muhammed Bedi eski bir akademisyen) Ancak, bu etkin
hareketin bütününü bağlayacak ve irade birliği oluşturacak bir
programları yok. Suriye’de, Lübnan’da, Filistin’de etkinler.
Ancak bu kolları arasında da politik ve ideolojik bir birlik
bulunduğu söylenemez.
Mısır’daki
İhvan hareketinde bugün üç eğilim var: Muhafazakârlar,
reformcular ve radikal eğilimler. İhvan’da uzun süredir genel
olarak liberalizme daha yakın ve uzlaşmacı eğilimleri ağır
basıyordu. Bugün Mısır’da, neo-liberal ve “İslam’la
demokrasinin sentezi”nin örneği olarak gösterilen Amerikancı
“ılımlı İslamcı” “Türk Modeli”, hareketin muhafazakâr
kesimi (M. Bedii) tarafından bile benimseniyor.
İhvan’ın
evsanevi lideri Hasan El Benna’nın Avrupa’da yaşayan torunu
Tarık Ramazan’a göre, “İhvan
bünyesinde farklı eğilimler barınıyor. Fakat hareketin liderliği
artık genç üyelerin arzularını tam olarak temsil etmiyor.
Gençler dünyaya daha açık, ülke içinde reform gerçekleştirmek
derdinde ve Türkiye örneğinden heyecan duyuyor. Birleşik bir
hiyerarşik görünüşün arkasında birbiriyle çatışan güçler
var. Hareketin hangi yola gireceğini kestirmek çok zor.”
İhvan’nın içinde katı dindarlarla “Türkiye örneği”ni
savunanlar arasında her şey olabilir, ancak artık İhvan’ın
“radikal İslamcı” olarak tanımlanan türden bir yol tutacağını
ileri sürmek gerçekçi olmaz.
İhvan
içinde yoksul ve emekçi tabanla yönetici seçkinler arasında
Mübarek’in gölgesinden kurtulmuş olmaktan beslenen bir
ayrışmanın çıkması çok güçlü bir olasılıktır. Şimdi,
güçlü ana eğilim olarak, bundan sonra kurulacak düzen içinde
etkin bir yer kapmanın planı yapılmaktadır. Gerek bu tutum, gerek
ayaklanma başlangıcındaki ikircikli, temkinli ve geriden gelen
tutumu, gerekse de İhvan liderlerinin “Camp
David dahil Mısır devletinin yaptığı bütün uluslararası
anlaşmalara saygılı olacağız”
türü açıklamaları, İhvan’ın önümüzdeki süreçte tabanı
üzerindeki etkisini sürdürmesinin zor olacağına, “cemaat”
içi tartışma ve gerilimlerin yanı sıra tabanla ilişkilerde
gerileme yaşanması olasılığının küçümsenmemesi gereğine
işaret etmektedir. Ancak ele geçirilecek ya da bir ucundan
tutulacak iktidar olanaklarının kullanımıyla genişleme ve
güçlenme de şüphesiz bir olasılıktır ki, Türkiye’de
denenmiş ve başarılı olduğu görülmüştür –işte İhvan’a
egemen görünen ana eğilim de bunun yolunu açmak amacıyla her
türlü tavizi vermeye hazır bir görüntü vermektedir. İhvan,
aslında bu yönelimin temellerini, 2000’li yıllarda klasik seçim
sloganı olan “Çözüm
İslam’da”
sloganı yerine “demokratik
değişim”
sloganının koyarak atmıştı.
İhvan’ın
şimdiki lideri Muhammed Bedii, ayaklanmadan 16 gün sonra yaptığı
açıklamada, yine kuşkusuz bu doğrultuda, eskiden “dar-ül harp”
olarak niteledikleri düzenin başlıca kurumu ve polis vb. türü
dayanaklarının çöktüğü özellikle bugünkü temel dayanağı
olan Mısır Ordusu’na ilişkin olarak, “Bu
halkı askeri darbe tehdidiyle korkutamasanız. Çünkü bu halk
ordunun halkın ordusu, askerin de halkın askeri olduğuna inanıyor.
Ordu, bu ülkenin ve halkın muhafızıdır. Halkın umutlarına ve
isteklerine karşı darbe yapmak mümkün değildir.”
diyebilmiştir.
Yine
İhvan’ın liderlerinden İrşad Bürosu üyesi Saad el-Hüseyin,
Milliyet’ten Hasan Cemal’e yaptığı açıklamada şöyle
konuşmuştur: “Son
dönemde iyi sınav verdi ordu. Halktan yana kullandı gücünü...
En kısa zamanda seçilmiş hükümete bırakacağız diyor ordu. Ona
inanıyoruz.”
“Yol
haritası nedir?” sorusuna ise şu sıralamayla cevap veriyor:
1-
“Cumhurbaşkanı adayı göstermeyeceğiz.”
2-
“İlk milletvekili seçimlerinde çoğunluğu sağlamak için
uğraşmayacağız.”
3-
“Dört-altı ay arasında önce parlemento, sonra cumhurbaşkanı
seçimleri yapılsın.”
4-
“Yeni parlamento, yeni anayasa ve temel yasalara el atılsın.”
5-
“Demokrasinin temel ilkelerine sadığız, bağlı kalacağız.
Halk isterse geliriz, istemezse gideriz.”
Bu
açıklamalarına bakılarak bile, İhvan’ın yeni sürece
olabildiğince sorunsuz ve hızlı geçmeyi düşündüğü
söylenebilir. Aktardıklarımız, Fethullah Gülen cemaatiyle
AKP’nin Türkiye’de izledikleri “saman altından su yürütme”
ya da “köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı” deme tutumunu
hatırlatmakta ve başka açılardan olmasa bile, bu açıdan
Türkiye’nin “örnek” alındığını belirtmektedir.
İhvan’nın
“ılımlı İslam” yönelimiyle ABD ve Mısır tekelci
gericiliğiyle sağladığı yeni ilişkilerin sonucu olarak Mısır’da
düzenin dayanakları arasına katılacağı anlaşılıyor, ancak
yeni sürece nasıl dâhil olacağı önümüzdeki günlerde
netleşecek. İhvan’ın bir siyasi partiye dönüşmesi pek olası
değil. Muhtemelen manevi bir güç olarak varlığını sürdürecek
ve böylelikle doğrudan siyasi bir sorumluluk üstlenmemiş
görünerek elinin serbest kalmasını sağlamaya, dolayısıyla
“müminler” üzerindeki etkisinin sürmesini garanti altına
almaya çalışacak. İhvan, Gülen benzeri böyle bir tutumla,
kendisini sözde “manevi” önderlik ve “sosyal dayanışma”
işleviyle sınırlanmış göstererek korumaya alırken, siyasal
süreçlerde yer almak üzere, kuşkusuz “el altından”
destekleyeceği/yönetip yönlendireceği yeni bir parti mi kurulur
(en güçlü ihtimal bu), yoksa İhvan mensubu bazı siyasetçilerin
kurduğu (bunların İhvan’la organik bağı bulunmuyor) Vasat
Partisi mi bu işlevi yüklenir; bunu önümüzdeki günlerde
göreceğiz.
Ancak
bir olguya değinmeden geçmek olmayacak ki, o da şu: Modern
kapitalist dünyada bütün İslami örgütlenmeleri önceleyerek,
doğrudan bir siyasal örgütlenme olmadan, ama siyasal/sosyal bir
cemaat olarak Müslüman Kardeşler sahneye çıkmış ve
yaklaşımları, izledikleri yöntemler ve örgüt biçimleriyle tüm
İslami örgütlenmelere örnek oluşturmuştur. “Cihat”, ama
ilan edilmemiş gibi yapılması ve “dar-ül harp” içinde
çalışma yürütme, “Salı Toplantıları”, “Işık evleri”ni
hatırlatan on kişilik aileler halinde örgütlenen ve haftada bir
toplantılar yapan “taburlar”, “ağabeylik”in
müesseseleştirilmesi vb..’nin, başka İslami örgütleri bir
yana bıraksak bile, Gülen cemaati bakımından yol gösterici
olduğu ve örnek alındığı kesindir. Ancak tıpkı kapitalist
sektörler ve işkollarıyla, emperyalist ülkeler arasındaki
ilişkide olduğu gibi, “eşit olmayan ve sıçramalı gelişme”
kuralı işlemektedir, işlemiş ve “boynuz kulağı geçmiştir”.
“Kaderin tecellisi” odur ki, zamanında Müslüman Kardeşler’den
ve deneylerinden öğrenip feyz almış olan Fethullah Gülen cemaati
ve onunla kol kola kah koklaşarak kah sürtüşerek siyaset yapan
AKP, şimdi Türkiye’de kaydetmiş oldukları mesafenin, İhvan’ın
yolundan yürüyerek siyasal iktidarın yürütmesini ele
geçirmelerinin doğrudan bir sonucu olarak, onlara başarılı bir
deney örneği sunmakta ve karşılık olarak “yararlanacağız”
masajı almaktadırlar.
SURİYE
İHVANI
Müslüman
Kardeşler’in Mısır dışına çıktıkları ilk yer Suriye’dir.
Örgüt, bu ülkede 1930 ortalarında belirmeye başlar. Mısır’a
okumaya gelen Suriyeli öğrenciler burada örgütün
faaliyetlerinden etkilenirler. Ülkelerine döndüklerinde İhvan’ın
tohumlarını atmaya başlarlar. Ancak kurumsallaşma, El Ezher’e
hukuk okumaya giden ve 1941’de Hasan El Benna ile tanışan Mustafa
Es-Sıbai öncülüğünde gerçekleşmiştir. Sıbai, Müslüman
Kardeşler’in Suriye kolunun ilk lideri olarak kabul edilir.
Örgütün merkezi karargâhı Halep’tir.
1958’de
Nasır Mısır’ı ile Suriye arasında gerçekleştirilen “Birleşik
Arap Cumhuriyeti” deneyiminin 1961 yılında hayal kırıklığıyla
sonuçlanması, Müslüman Kardeşler’in ülkede çoğunluğu
oluşturan Sünniler üzerindeki ağırlığını kalıcı hale
getirdi.
Örgütün
hedef kitlesini oluşturan bu çoğunluk açısından laik eğimli
yönetici elitin dinsel aidiyeti olan Aleviliğin İslam içi olup
olmadığı konusu zaten hep tartışmalı olmuştur.
Suriye’de
1973’te yürürlüğe konan yeni anayasa İhvan yanlısı ulemanın
tepkisiyle karşılaştı. Anayasanın laik ve ateist eğilimli
olduğu gerekçesiyle saldırıya geçen ulema, İslam’ın devletin
dini olarak kabul edilmesi talebinde bundu.
Hafız
Esat’ın Lübnan iç savaşına Marunî Hıristiyanlardan yana
müdahalesinin hemen ardından, İhvan, Suriye’de rejime karşı
cihat ilan etmeye karar verdi. Baasçı bürokratlara, Alevi
liderlere, gizli servis üyeleri ve istihbaratçılara yönelik
suikastlar birbirini izlemeye başladı. 1979’da, Halep Harp
Okulu’nda bir Sünni subayın da işbirliğiyle, 200 Alevi öğrenci
üzerine büyük çaplı silahlar kullanılarak açılan ateşte 83
öğrenci öldürüldü. Örgüt, yalnızca Alevileri değil,
ülkedeki Sovyet askeri ve sivil danışmanları ile hükümet
yanlısı ulemayı da hedef olarak belirlemişti.
İktidar,
Halep’te öldürülenlerin “intikamı”nı, 1980 Ağustos’unda
yine Halep’te güvenlik kuvvetlerine ateş açıldığı söylenen
bir binadaki 80 kişinin dışarı çıkarılıp anında infaz
edilmesiyle almıştır.
Ocak
1980’deyse, güvenlik güçleri hapiste bulunan yüzden fazla İhvan
üyesini infaz ettiler. Temmuz 1980’de, parlamento Müslüman
Kardeşler’e üyeliği, hatta onunla bağlantıyı devlete karşı
suç sayıp ölüm cezasına çarptıran bir yasa çıkardı.
Halep’te 80 kişinin öldürülmesi, bu yasanın çıkarılmasından
hemen sonra olmuştur.
HAMA
KATLİAMI
Esat
yönetiminin oldukça ağır operasyonları karşısında örgütün
direnci kırılmaya başlayınca, toparlanmak için strateji
değiştirerek, Ekim 1980’de İhvan öncülüğünde, ama daha
geniş bir kitleyi hedefleyen “Suriye İslam Cephesi” kuruldu. Bu
oluşumun programına “Suriye İslam Devrim Deklarasyonu ve
Programı” adı verildi.
Şubat
1982’de Hama’da İhvan öncülüğünde başlatılan ayaklanma,
Esat iktidarı tarafından büyük çaplı bir şiddetle, tam
anlamıyla kitlesel bir katliam ile bastırıldı.
Kimilerine
göre 20 bin, kimilerine göre 40 bin insanın ölümüyle sonuçlanan
bu katliamın çok fazla su yüzüne çıkmaması, aynı yıl
İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesi nedeniyle gölgede kalmasına
bağlanabilir. Olaylarda ölmeyenlerin de müebbet hapse mahkûm
edilmesiyle Suriye’de iktidar Sünni-İslam muhalefetini iyice
sindirmiştir. Örgütün pek çok üyesi ve lider kadrosu, bu
olaydan sonra Suriye’yi terk ederek dünyanın çeşitli yerlerine
ülkelerine dağıldılar.
Başer
Esat, babasına göre kısmen daha ılımlı bir yönetim sergiledi.
Bunun sonucu olarak Müslüman Kardeşlerin hapisteki üyelerinin bir
kısmı serbest bırakıldılar. Örgütün sürgündeki önder
kadrosu da, oğul Esat’ın kendilerine “zeytin dalı”
uzatmasını beklediklerini ifade ettiler. Ağustos 2010’da
liderliğe getirilen Riyad Şakfa, Başer Esas’ın özgürlük,
insan hakları ve demokrasinin önünü açması durumunda rejim
karşıtı faaliyetleri bırakarak, yasal bir siyasal partiye
dönüşeceklerini belirtti.
Mısır’ın
ardından örgütün güçlü olduğu ikinci büyük ülke olan
Suriye’nin liderlerinin, İhvan’ın “anavatanı”nda
yaşananların ardından hemen reform politikalarını uygulamaya
koymasını, Mübarekten sonra “çanlar kimin için çalıyor?”
sorusuna verilecek yanıt olmak istemedikleri şeklinde yorumlamak
yanlış olmayacaktır.
Ama
her şeye rağmen Arap ayaklanması yayılmaktadır, Suriye de
karış
1928'den Günümüze Müslüman Kardeşler
Şükrü
Taş tarafından
yazıldı |
Kuzey
Afrika ve Ortadoğu’da başlayan halk ayaklanmaları önce Tunus’ta
bin Ali’nin, ardından Mısır’da Hüsnü Mübarek’in
yıkılmasına neden oldu. Bu rejimlerin yıkılmasıyla bu ülkelerde
bundan sonra ne olacağı en çok tartışılan mesele olmaya devam
etmektedir.
Mısır’daki
en büyük muhalefet durumundaki Müslüman Kardeşler’in (İhvan-ı
Müslim) ne yapacağı ise en çok merak edilenler arasındadır.
Bu
yazımızda, kuruluşundan bugüne bu örgütü değerlendirmeye
çalışacağız.
KURULUŞU
VE İLK YILLARI
Bir
ilkokul öğretmeni olan Hasan El- Benna tarafından 1928 yılının
Mart ayında Mısır’ın İsmailiye şehrinde kuruldu. Kurulduğu
günden bu yana Mısır’da siyasi süreçleri etkilemesinin yanı
sıra İslam dünyasının pek çok ülkesinde de İslami hareketler
için siyasi-ideolojik temel oluşturduğu söylenebilir.
Hasan
el-Benna, Nil deltasındaki El Buheyre şehrinin Mahmudiye
kasabasında doğdu. Babası Ahmet bin Abdurrahman bin Muhamed
el-Benna el Saati âlim olmasının yanı sıra geçimini saatçilikle
sağlamaktaydı. El Saati, Mısırın meşhur İslam
reformistlerinden Muhammet Abdal döneminde El Ezher’de öğrenciydi.
Sünni-Hanbelî Fıkıh mezhebinin kurucusu Ahmed bin Hanbel’in Hz.
Muhammed’in hadislerinin derlemesi olan ünlü eseri “Müsned”
in yeni bir düzenlemesini kaleme almıştı. Bu eser, Hasan
el-Benna’nın görüşlerinin şekillenmesine etki eden en önemli
kaynaklardan biridir.
Onun
katıksız bir İslam hükümeti ve İslam hukukuna dayalı Müslüman
toplum inşası vaaz eden öğretisi, Hanbelî Fıkıh’ının güçlü
etkisini taşır.
8
yaşından itibaren medresede din eğitimini almaya başlamıştır.
El-Benna 12 yaşından 14 yaşına kadar hadisler ezberlemiş, Arapça
gramer, kompozisyon ve şiir çalışmıştır. Bu sıralar Sünni
tarikat çevreleriyle yakın ilişkiye girmiş, İslam tasavvufu
üzerine yoğunlaşmıştır.
Benna
bu dönemin bazı öğrenci olaylarına katıldı. 1919 yılında, 13
yaşındayken, Mısır’da patlayan İngiliz karşıtı eylemlerde
yer aldı. “Cemiyetü’l Ahlakil Edebiyye” dergisinin
başkanlığına seçildi.
17
yaşına geldiğinde Kahire’deki Dar’ül-Ülüm öğretmen
okuluna kaydoldu. Mezun olduktan sonra İsmailiye kentinde öğretmen
olarak çalışmaya başladı. Daha sonra cami ve kahvehanelerde
yaptığı konuşmalar etrafına çok sayıda insanın toplanmasını
sağlamıştır.
1928’in
Mart’ında evinde toplanan 6 kişilik bir grupla İslam davası
için yaşama ve ölmeye yemin ederek, “milletin
kalbinde yeni bir ruh olarak”
İhvan’ı Müslimin”in, Müslüman Kardeşler’in temelini
atmıştır. 1933 yılına kadar âlimler, tarikat şeyhleri ve
muhtelif dernekler gibi toplumun farklı kesimlerine ulaşmaya
başladı. Bu etkinlikleri ve gelişmeler İhvan’ın merkezinin
Kahire’ye taşınmasına neden olmuştur.
Burada
erkek ve kız çocuklar için okulların, mescitlerin açılmasına
önayak oldu.
Teşkilat
faaliyetlerini dini, sosyal, kültürel, ekonomik ve sportif alanlar
gibi farklı alanlara ayırmış ve bu çerçevede İskenderiye’de
bir mescit ve bir merkez, Şebrühit’te bir lokal ve fabrika,
Mahmudiye’de bir halı ve tekstil fabrikası ile tefsir-fıkıh
eğitimi yapan bir medrese kurmuştur.
İsmailiye’deki
İhvancılar genellikle eğitimsizdiler ve alt sınıflardan
oluşuyorlardı. Burada, çimento işçileriyle ilişkiler
geliştirildi. Kahire’de ise, örgüt toplumun daha üst
tabakalarıyla buluştu ve onları etkileme fırsatı buldu. Bunlar
arasında El Ezher’den azımsanmayacak sayıda öğrenci, memurlar
ve mühendis, tekniker vb. türü vasıflı çalışanlar, işçiler,
Mısır ordusunun subayları vardı.
Sayısal
olarak örgütün büyüklüğü ile ilgili güvenilir tahminlerde
bulunmak zor olsa da, Hasan El-Benna’nın 1928’de 6 kişiyle
kurduğu örgüt, 1934 yılında 50 şubeye ulaştı. 5 yıl sonra
şube sayısı 500’ü buldu.
Hasan
El-Benna 1946’da yaklaşık 500 bin üyeleri olduğunu iddia etti.
1950’lerin ilk yarısında şube sayısının 1500’e, üye
sayısınınsa 1 milyona ulaştığı tahmin ediliyor.
Gelişen
süreçte, Müslüman Kardeşler Mısır’ın dışında da
örgütlenme faaliyetleri başlattı. Filistin. Lübnan ve Suriye’ye
temsilci gönderildi. Bunlar, Abdurrahman El Saati ve Muhammed Esat
El-Hâkim’dir. Bunlar, Kudüs, Şam ve Beyrut’ta birçok camide
kalabalıklara çeşitli konuşmalar yapıp, konferanslar
düzenlediler. Daha sonra buralarda şubeler açtılar. Hareket
giderek Ürdün, Sudan hatta Pakistan’a kadar yayıldı.
MÜSLÜMAN
KARDEŞLER İDEOLOJİSİ
“Anayasamız
Kur’an, rehberimiz peygamber, en büyük amacımız Allah yolunda
ölüm”
sloganı, Müslüman Kardeşler’in ideolojisini en iyi şekilde
açıklamaktadır.
Böylece
İslam, insanların siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel
yaşamının ayrıntısını düzenlemek üzere etkili bir sistem
öneren bütünlüklü bir ideoloji olarak tanımlanmış olmaktadır.
30’lu
yıllarda Müslüman Kardeşler, çalışma şekilleri ve kalkınma
yolu üzerine 1, 2 gibi bazı programlar belirlediler. Hasan
El-Benna’nın “Hatıraları”nda yer alan bu programın bazı
maddeleri şöyledir:
-
Evlerde, camilerde konferanslar verilmesi. Salı Günü Dersleri’nin
kurumsallaşması,
-
Çeşitli yayın ve risalelerin yayınlanması,
-
Şube sayısının artırılması,
-
Beden eğitimi ve izci örgütlerinin düzenlenmesi,
-
Üniversitelerde ve diğer okullarda davanın kök salması,
öğrenciler kısmının kurulması ve el Ezher in ilim adamı ile
öğrencilerin çalışmalarından yararlanması.
-
İslami-ulusal davaların özellikle Filistin davasının
desteklenmesine katkıda bulunulması,
-
Misyonerlik hareketlerine karşı koyma ve dini öğretinin teşvik
edilmesi gibi İslami hareketlere katkıda bulunulması,
-
İslami açıdan kusurları bulunan hükümetlere karşı çıkılması
ve partizanlığa karşı çıkılıp açıkça İslami usullere
çağrılması,
-
Siyasi partilerin kapatılması, çünkü İslam’ın birleştirici
özelliğinin olduğu ve Müslümanların ülkelerinin esenliği için
birbirleriyle işbirliği halinde hareket etmeleri gerektiği,
-
İslam devletinin amacının İslam hukukunu hakkıyla uygulamak
olduğu.
Müslüman
Kardeşler’in devlet yönetimiyle ilişkilerine gelince: Bu
ilişkiler yer yer gerilse de genellikle iyi düzeyde olmuştur.
Müslüman Kardeşler, 1937’de misyonerlikle ilgili olarak Kral
Fuat’a verdiği muhtırada bile şöyle hitap etmektedir: “Dinin
sırlarının koruyucusu, İslam’ın ve Müslümanların
destekçisi, Mısır’ın sayın fedakâr hükümdarına…”
Müslüman
Kardeşler’in parlamento binasına mescit açılması için
hükümete yaptığı başvuru olumlu karşılanmakta, hemen mescit
yapılmakta ve bu başvurudan dolayı Müslüman Kardeşler’e
teşekkür mektubu gönderilmektedir.
Hükümet
pek çok defa Müslüman Kardeşler’e maddi yardımlarda
bulunmuştur.
Ancak
zaman zaman hükümetin Müslüman Kardeşler’e yönelik sert
tutumları da olmakta, Hasan El-Benna dâhil pek çok militanın
gözaltına alındığı veya tutuklandığı bilinmektedir.
Müslüman
Kardeşler, topladıkları bağış paralarıyla kurdukları
matbaalarda çeşitli gazeteler çıkarmaya başlamışlardır.
1946’da günlük bir gazete çıkardılar. Hasan El Benna’nın
damadı Sait Ramazan 1950’de El Müslimin adında bir aylık dergi
çıkardı. Daha sonra derginin başına Seyyid Kutup geçti.
Müslüman
Kardeşler 1928’deki kuruluşundan 1936’ya kadar esasen dini
planda etkin, bir tür sosyal yardım ve dayanışma hareketi olarak
görülürken, 1936, Müslüman Kardeşler’in Arap Ortadoğu’sunun
meselelerine ilk olarak karıştığı, dolayısıyla örgütün
tarihinde bir dönüm noktası oluşturan yıl olmuştur.
Bu
yıl içinde, Filistinlilerin, topraklarında İsrail’in
genişlemesinin yol açtığı rahatsızlıkla İngiliz manda
yönetimine karşı ayaklanması, İhvan’a siyasal etkinlik
sağlaması için beklenmedik bir fırsat sundu. İhvan, Filistin’e
tam destek verdi. Ve onlar için bağış kampanyası başlattı.
İhvan’ın
Filistin ayaklanmasına aktif destek ve katkı vermesi, Mısır
dışında daha güçlü şekilde yayılmasını sağladı. Bu
dönemde İhvan’ın asıl siyasal yönelimi İngiliz karşıtlığı
olmuştur.
1939
yılına kadar İhvan siyasal güç olarak çok büyük bir gelişme
ve büyüme göstermiş, özellikle kırsal kesimde iyi örgütlenmiş
bir güç haline gelmiştir. Artık Mısır siyasetinde El Benna’nın
aktif desteği çok daha fazla aranır olmuştur.
Fakat
Benna siyasete girmeme konusunda kararlıdır ve yönetimin dışında
kalmaya özen göstermiştir. Ancak aynı dönemde, Benna, hatırı
sayılır bir kitle desteğine sahip olan milliyetçi Vafd Partisi’ne
karşı bir kampanya başlatmış ve Vafd’ın yeni oluşan “Pan
Arabist” siyasi konjöktörde direnci düştükçe, buna paralel
olarak, Müslüman Kardeşler’in gücü artmıştır.
İHVAN
KAHİRE’DE
Hasan
El Benna Kahire’ye geldikten sonra İhvan’ın genel merkezi de
Ekim 1932’den itibaren Kahire’ye taşındı. Bu arada, El
Benna’nın deyimiyle “dava” da her yerde yayılıyordu.
Erkekler
için kurulan Hira Enstitüsü çalışmaları rayına oturduktan
sonra, Kardeşler, kızlar için de bir okul açmayı düşündüler.
Bu okulda “Müslümanların Anneleri okulu” adını aldı.
Daha
sonra Milli Eğitim Bakanlığı bu okulu teslim aldı. Ancak
Kardeşler bu okulun arkasında “Müslüman kadın kardeşler”
için bir bölüm kurdular. Bu kısım, Müslüman Kardeşler’in
eşlerinden ve akrabalarından oluşuyordu.
“DAVA”
ÇİMENTO İŞÇİLERİ ARASINDA
İsmailiyeli
Müslüman Kardeşler bazı çimento işçileriyle bağlantı
kurdular. Daha sonra, bu işçiler için, bizzat kendilerinden
toplanan bağışlarla bir mescit yaptırıldı.
Bu
dönemde Kardeşler;
1-
Evlerde camilerde konferans verilmesi ve “Salı günü”
derslerinin kurumsallaşması,
2-
Genel mürşidin risaleleriyle yalnızca ilk iki sayısının
çıkarılmasının ardından bir Müslüman Kardeşler Mecmuası’nın
çıkarılması ve yine bu sırada En-Nezir mecmuasının iki yıl
süren ilk sayılarının yayınlanması gibi kararlar alıp
uyguladılar.
1947’de
örgüt, milliyetçi ve İslamcı 10–15 grup ve örgütten oluşan
bir birliğin hâkim üyesi oldu.
HASAN
EL-BENNA’NIN ÖLDÜRÜLMESİ VE İHVAN’DA ÜÇ EĞİLİM
1948
Arap-İsrail Savaşı, İhvan’a Mısır dışında etkin olma
fırsatının yanı sıra gerilla savaşı taktiklerini öğrenme
fırsatı da sundu. Savaştan sonra Mısır yönetimin içine düştüğü
berbat durum muhalifleri güçlendirdi. Bu tehlikeli durumun farkında
olan dönemin başbakanı Nukraşi Paşa sıkıyönetim ilan etti.
İhvan’ı yasakladı. Buna bağlı olarak İhvan 2 milyon üyesiyle
yeraltına geçti.
Başbakan
Nukraşi 1948 yılında düzenlenen bir suikastla öldürüldü.
Suikastçı İhvan üyesi 23 yaşındaki bir veteriner fakültesi
öğrencisi idi. Bundan yedi hafta sonra İhvan’ın efsanevi lideri
Hasan el-Benna 12 Şubat 1949’da akşam evine giderken suikasta
uğradı. İçinde bulunduğu otomobil yaylım ateşine tutuldu,
yaralı olarak hastaneye kaldırıldı, ancak kurtarılamadı ve
yaşamını yitirdi.
Hasan
El-Benna’nın ölümünden sonra Kahire’de camiler kapatıldı.
Erkekler tutuklandı. Sokaklarda yalnızca polisler ve askerler
kaldı. Babası 90 yaşındaydı ve cenazesini eve götürecek erkek
bulunamadığı için kız kardeşi ve eşi tarafından mezarlığa
götürüldü. Üye sayısı milyonlarla ifade edilen İslami bir
örgüt kuran Benna’nın cenazesi neredeyse ortada kalıyordu, bir
süreliğine de olsa “zor” kazanmıştı, cenaze namazını
babası ve kadınlar kıldı. Suikast birkaç yıl gizli tutularak
örtbas edilmeye çalışıldı. Ancak 3 yıl sonra yapılan tahkikat
sonucu gizli polis teşkilatından 3 görevli suçlu bulundu ve hapse
atıldılar. Tetiği çektiği ileri sürülen polis ömür boyu
hapse çarptırıldı.
Hasan
El-Benna’nın öldürülmesi İhvan’ın tarihinde yeni bir sayfa
açtı. Onun birleştirici ve etkili karizmatik liderliği altında
kendini dışa vuramamış olan üç eğilim hareketin bünyesinde su
yüzüne çıktı. Bunlar, Hasan El-Benna’nın kardeşi Abdurrahman
El-Benna el Saati’nin (Filistin yardım fonunun başındaki kişi)
liderliğindeki muhafazakâr grup, aşırı uçta yer alan militan
aktivistler ve ılımlılar. Bu grup ve eğilimler, bundan böyle
İhvan’ın içinde sürekli var olmaya devam ettiler.
Benna’nın
öldürülmesinin ardından gelen dönemde ılımlılar harekete
hakim oldular. Ve kabul edilebilir bir “Genel Mürşit” (rehber)
aramaya başladılar. Sonunda, hem saygın bir hâkim, hem de Hasan
El-Benna’nın yakın ve sadık arkadaşı olan Hasan İsmail
El-Hudeybi “Genel Mürşit” yapıldı. Fakat o, Hasan El-Benna
kadar karizmatik, saygın ve etkin bir liderlik yürütecek güce
sahip değildi.
Uygun
bir “çözüm” bulundu ve El-Hudeybi liderliğindeki örgüt
“piramidal” bir hiyerarşik yapılanma içerisine girdi. Tepede
bir genel mürşit vardı. Altında, örgütün siyasi kararlar
alması konusunda yetkili 11 kişilik yürütme konseyi olan “İrşad
( Rehberlik) Bürosu” ve onun altında da “irşad bürosu”nun
üyelerini yıllık olarak belirleyen “kurucular komitesi”
bulunmaktaydı. İrşad Bürosu, “Genel Mürşid”i iki yıllığına
seçmekteydi. Kurucular Komitesi’nin altında 10 tane bölge
komitesi, onların altında da mahalli şubeler yer almaktaydı.
Gerçi
bu hiyerarşik yapı Hasan el-Benna döneminde de genel olarak
böyleydi. Ancak 1945 Kongresi’nde Hasan el Benna ebediyen genel
mürşit seçilmişti. Ve tabii ki, genel mürşit olarak,
El-Hudeybi’den daha etkin bir liderdi.
Bu
hiyerarşik yapı yukarıdan aşağıya çok disiplinli bir işleyiş
içinde olduğundan, İrşad Bürosu tarafından alınan kararlar
hızlı ve etkin bir biçimde uygulanmaktaydı.
1950’de
sıkıyönetim kaldırılınca örgüte yönelik yasak da kalktı ve
kuruluş döneminde olduğu gibi, dini bir örgüt olarak faaliyet
göstermesine izin verildi.
HÜR
SUBAYLAR VE NASIR DÖNEMİ
Cemal
Abdül Nasır liderliğindeki “Hür subaylar” 1952 yılında bir
darbe gerçekleştirerek kralı devirdi. İktidarı ele geçirdi. Bu
rejim değişikliği, İhvan tarihinde önemli bir dönemin
kapanmasına neden oldu. Örgüt yeniden yasaklandı. Yeraltına
inmek zorunda kaldı.
Aslında
darbeye katılan subayların pek çoğu İhvan üyesi ya da
sempatizanıydı. Ayrıca İhvan ile Hür Subaylar’ın programları
arasında dikkat çeken bir benzerlik vardı. Dolayısıyla
başlangıçta her iki taraf arasında bir işbirliği olduğu
söylenebilir. İhvan, 1952’de Kahire’de başlayan ve monarşinin
temellerini sarsıp altı ay sonraki askeri darbeye zemin hazırlayan
gösterilerde önemli rol oynadı.
“Hür
Subaylar” iktidara geldiklerinde ülkede güçlü bir yapı
kazanmış olan Müslüman Kardeşler’in desteğine sahip olmayı
ummaktaydılar. Görünürdeki (vitrindeki) liderleri General
Muhammed Necip Hasan el-Benna’nın mezarını ziyaret ederek
hürmetini ifade etmiş, tüm siyasi partilerin faaliyetini
yasaklayan darbe yönetimi, İhvan’ı, dini bir organizasyon olduğu
gerekçesiyle bu yasağın dışında tutmuştu.
Ancak
“Devrim Komite Konseyi” El-Hudeybi’nin “Kur’an temelinde
bir anayasa” talebini ret edince örgütten rejime yönelik
muhalefet yükselişe geçmeye ve İhvan, rejime, İslam’a karşı
olduğu gerekçesiyle saldırmaya başladı.
1953’te
iki taraf arasında keskin bir mücadele başladı. Yönetimin aynı
yıl başlattığı toprak reformu örgütün muhalefetiyle
karşılaştı. İhvan öğrenciler ve sendikalar arasında
propagandasını yoğunlaştırdı. Bunun yanı sıra asker ve polis
içerisindeki bazı İhvan üyeleri rejime karşı planlı çalışmalar
yapmaya başladılar.
1954
yılında İngilizlerin Mısır’dan çekilirken Mısır ile yaptığı
anlaşmayı fazlaca İngiliz yanlısı bularak kabul etmeyen İhvan,
İngilizlere karşı silahlı mücadele çağrısı yaptı. 26 Ekim
1954’de Nasır’a karşı İhvan’dan gelen suikast girişimi,
Nasır yönetiminin daha güçlü bir şekilde örgütün üzerine
gitmesine neden oldu. İhvan’ın bütün çalışmaları
yasaklandı. Örgütün pek çok üyesi ölüm ya da muhabbet hapis
cezalarına çarptırıldılar. Binlerce örgüt üyesi Suriye,
S.Arabistan, Ürdün ve Lübnan’a sürgüne gitti.
İhvan
mücadelesine yeraltında devam etti. Ayakta kalmayı başardı.
Nasır’ın 1964’de ilan ettiği genel affın bir parçası
olarak, yükselen işçi ve emekçi hareketine karşı güç
oluşturmak için birlikte hareket etme düşüncesiyle örgütün
üyeleri serbest bırakıldı. İhvan ile Nasır arasında bu
yumuşama ve yakınlaşma uzun sürmedi. 1965 yılının yaz
aylarında yine İhvan’ın Nasır’a karşı bir suikast girişimi
planı açığa çıkarıldı. Sonuç, yüzlerce yeni yakalanma ve
örgütün önde gelen 3 isminin ölüm cezasına çarptırılması
oldu. Bunlardan biri de, Ağustos 1966’da idam edilen Seyyid
Kutup’tur.
SEYYİD
KUTUP
Seyyid
Kutup (1906-1966), İslam radikalizmin en etkili ideologlarından
birisidir. Hasan el-Benna gibi öğretmen olan Kutup, eğitim
bakanlığında müfettişlik yaparken Amerika’ya gönderilmiştir.
Kutup İhvan’a 1951’de katılmıştır. Bu tarih, ABD’den
dönüşünün bir yıl sonrasıdır. Kendisi, bu tarih için
“1951’de doğdum” der. Örgütün lider kadroları arasında
yer almadı. Ancak yayınlarının başında oldu ve yönetti.
Nasır’a yapılan suikasttan sonra tutuklandı, 25 yıl ceza aldı.
1965’de Irak lideri Abdül Selam Arif’in aracılığı ve
“ricası”yla serbest kaldı. 1965’deki ikinci suikast girişimi
üzerine yeniden tutuklanarak yargılandı ve idama mahkûm oldu.
1966’da idam edildi.
Seyyid
Kutup bağnaz bir laiklik ve örneğin “Atatürk düşmanı”
olarak tanınır. Ona göre, Batılı güçler İslam’dan kurtulmak
için M. Kemal’i öne sürmüşlerdir.
Seyyid
Kutup, dindarlar ile laiklik taraftarlarının aynı toplumda bir
arada yaşayamayacaklarını söylüyordu. Dolayısıyla,
“Müslümanlar
öncelikle bu tür yöneticileri devirmekle yükümlüdürler”
diye düşünüyordu. Komünizm tanrı tanımazdı, demokrasi ise
tanrı nizamının gasp edilmesiydi. Bütün bunlar “cahiliye”nin
göstergesiydi. Zaten toplumları, İslam ve “cahiliye toplumu”
olarak ikiye ayırıyordu.
“Cahiliye
toplumu”nu; Komünist toplum, Hıristiyan toplum, Yahudi toplumu ve
kendini Müslüman sayan bazı İslam toplulukları olarak
sıralıyordu. “Cahiliye”yi; Tanrı yerine insana tapmak olarak
açıklıyordu. Ve “Muhammet zamanında cahiliye bilgisizlikten
kaynaklanıyordu” diyordu. “Şimdiki cahiliye ise tanrıya
bilinçli başkaldırıştı”. Kutup, laiklikle dindarlığın aynı
toplumda sorunsuzca bir arada bulunamayacağını söylüyor, bu
nedenle Müslümanların laik devlete karşı başkaldırmaları
gerektiğini savunuyordu. Demokrasi ona göre Batı icadıydı.
Ulusçuluk da, İslam’ı yozlaştırmak için kullanılmaktaydı.
Ona göre, esas olan, İslam dünyasını bir halife yönetiminde bir
araya getirmekti. Dünya ümmeti, ırka, ulusal değerlere değil,
yalnızca inanca dayanmaktaydı. Ve dünya inananlar ile
inanmayanların iki ayrı dünyası değildi. Bütün dünya,
inanmayanlarla dolu olduğu için, bir savaş alanıydı, dar-ul
harpti.
“Örtünmeyen
kadın”ın “cinsel taciz”e müstahak olduğunu ileri süren
Selçuklu Üniversitesi İlahiyatçısının kendisinden feyz aldığı
ortada olan Kutup, örtünmeyen kadın “canlı
bir şeytandır. Bu ahlaksız kadınların çıplak bedenlerinden
fışkıran ihtiras alevleri insanı yakarak küle çevirir.”
diye yazmıştı. “İnsanlık
bugün büyük bir genelevde yaşıyor”
diyordu. Bunu kanıtlamak için basına, filmlere, moda
gösterilerine, güzellik yarışmalarına bakmak yeterdi!
Seyyid
Kutup, Hasan el-Benna’dan sonra İhvan’ın en önemli
liderlerinden biridir. Aynı zamanda o, örgütün en önemli
ideologlarından biri olarak nitelendirilebilir.
1967
Arap–İsrail savaşında (Altı Gün Savaşı) Mısır’ın hayli
onur kırıcı bir şekilde yenilmesi Nasır’ın laik milliyetçi
“Arap sosyalizmi”ne öldürücü bir darbe indirdi. Ortaya çıkan
siyasal iklim, Müslüman Kardeşler’in Nasır tarafından
bastırılan görüşlerinin, özellikle de rejimin İslami inanç ve
değerlere sırtını döndüğü, hatta bunları bastırdığı
iddiasının kabulü için elverişli bir durum yarattı. Nasır bu
durumu kavrayarak, İslami duyarlılıkla işbirliği yoluna gitti.
Nisan
1968’de, yaklaşık üç yıldır hapiste olan İhvancıları
serbest bıraktı. Ne var ki bu manevralar, Müslüman Kardeşler’in
Nasır aleyhtarı ve özellikle de İsrail karşısındaki yenilginin
sorumluluğunu ona yükleme tutumlarını değiştirmedi. Örgüt
öncülüğünde Nasır’ı hükümetten ayrılmaya çağıran
gösteriler düzenlendi. Bu gösterilere askerin müdahalesi, onlarca
ölü ve yüzlerce yaralıya mal oldu.
1970
yılında Nasır’ın ölümünden sonra, eskiden Müslüman
Kardeşler’le iyi ilişkileri olan Enver Sedat iktidara geldi.
Sedat örgütü umutlandırmıştı. Nasır’ın izlediği
“tarafsız” politikalar hemen terk edildi. ABD politikaları
uygulanmaya başlandı.
1975’de
Sedat’ın ilan ettiği genel afla İhvan üyeleri serbest
bırakıldı. Bu gelişme, İhvan’ın durumunu daha da
toparlanmasına ve El Ezher üniversitesiyle bütünleşmesine imkan
sağladı. Hasan El Benna’dan sonra örgüt içinde ortaya çıkan
bölünmüşlükten memnun olan ve bunu sürdürmek isteyen Sedat,
İhvan’ın “ılımlılar” grubunu kendi siyasi düzeninin içine
çekmeğe çalıştı. Bu süreçte, iktidar partisinin sunduğu
“bilet”le İhvan’ın altı önde gelen ismi parlamentoya girdi.
Hükümet örgütün bu “parçası”na alabildiğine iyi ve olumlu
davranmaktaydı. İhvan’ın bu grubunun “el-Dava” adlı bir
aylık dergi çıkarmalarına izin verildi. Tirajı 78 bin olan
el-Dava (çağrı) kendine dört düşman seçmişti: Batı
Hıristiyanlığı, komünizm, laiklik ve Siyonizm. Bütün haberler
ve yorumlar, bu dört düşmanı hedef alıyor, onlara yönelik
olarak kaleme alınıyordu.
Enver
Sedat’ın örgütün ılımlılar kanadıyla işbirliği yaparak
onları legal-parlamenter siyasetin içine çekme girişiminin
sonucu, radikal karakterli diğer Müslüman Kardeşlerin örgütten
ayrılması ve daha radikal gruplar kurması oldu. Daha sonra Sedat’a
suikast yapacak El-Cihat örgütü bu süreçte ortaya çıktı.
Sedat’ın
iktidara geldikten sonra Müslüman Kardeşler’le kurduğu bu
olumlu ilişki, İsrail’le barış görüşmelerine başlamasıyla
bozuldu. 1977’de İsrail’i ziyaret eden ilk Arap devlet başkanı
E. Sedat oldu. Bu ziyaretten bir yıl sonra 1978’de, Sedat, Camp
David anlaşmasıyla İsrail’i resmen tanıdı. Bu gelişmeler,
tamamen ABD’nin denetimine giren E. Sedat ile İslami örgütlerin
arasındaki mesafenin açılmasına neden oldu.
SEDAT’IN
ÖLDÜRÜLMESİ
Kendisiyle
dirsek temasındaki “ılımlı İhvan” bile Camp David Barış
Anlaşması’nın en hassas noktası olan Filistin sorununun çözümü
konusunda hayal kırıklığı içindeydi. (Bu anlaşmayla Filistin
topraklarının %78’i resmen İsrail’e bırakılıyordu.) Hal
böyleyken, El Ezher, Sedat’ın zorlamasıyla 1979’da, barış
girişimleri konusunda onun politikalarını tasdik eden bir fetva
yayınladı. Bu, “ılımlı” Müslüman Kardeşler açısından
bir kırılma noktası oldu. Ve onlar da pek çok konuda Sedat’a
muhalefet yapmaya başladılar.
Süreç,
Müslüman Kardeşler’in sokaktan, hatta parlamento dan alınıp
yeniden hapishanelere gönderilmesi şeklinde ilerledi. ABD ve
İsrail’den gelen baskılar sonucunda 2000’i aşkın İhvancı
hapse atıldı. El Dava kapatıldı. İhvan yanlısı olduğu
şüphesiyle 200 subay ordudan atıldı. Bu sertlik karşılığını
bulmada gecikmedi. 1981 yılında Mısır’ın kurtuluşunun
kutlandığı bir törende El Cihat üyesi bir yüzbaşı olan Halid
Ahmed El Şevki İslambuli önderliğindeki bir grup asker Enver
Sedat’a suikast düzenledi. Suikastta Sedat hayatını kaybetti.
MÜBAREK
DÖNEMİ
Sedat’ın
yerine, 1973 Arap-İsrail Savaşında (Yom Kippur) yıldızı
parlamış olan yakın arkadaşı Hüsnü Mübarek başkan oldu.
Mübarek militan İslami hareketlerin üzerine kararlılıkla gidip
onları şiddetle bastırırken, rejimin “dini olmayan” (laik)
muhaliflerini serbest bırakarak onlarla diyalog geliştirdi. Bu
arada, İslam dünyasının pek çok bölgesinden gelen kınamalara
rağmen, Sedat’a suikast düzenleyen El-Cihat üyelerini idam
ettirdi.
1982’de
kendisine yönelik radikal İslamcı bir suikast girişimi
başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra Mübarek, El-Ezher
ulemasıyla işbirliğine girerek, hem rejim için meşruluk sağlama,
hem de hapisteki İslamcıları yeniden eğitme/kazanma çabası
içinde oldu. İslami olmayan (laik) muhalefetin önünü açma
yolunda muhafazakâr yeni Vafd Partisi’ne 1984’de parlamento
seçimlerine katılma hakkı tanıdı. Fakat yeni Vafd Partisi ile
Müslüman Kardeşler ittifak içine girdiler.
1987’de
yapılan seçimler, Mısır’da İslami muhalefetin daha da artan
bir güce ulaştığını gösterdi. Müslüman Kardeşler, hem
liberallerle hem de Sosyalist İşçi partisiyle ittifak yaptı.
Oyların %17’sini alan bu ittifak, kazandığı 60
milletvekilliğinin 35’inin İhvan’a kullandırttı.
Bu
gelişmelerle birlikte, Müslüman Kardeşler’in, Mısır’da,
kendi dışında kalan diğer rejim karşıtı gruplarla diyalog ve
işbirliğine açık, dolayısıyla daha “demokratik” bir siyasi
üslup ve motivasyon kazandığını düşünmek mümkündür.
Örgütün klasik seçim sloganı olan “Çözüm
İslam”
bile bu süreçte değiştirilmiş ve onun yerine, 2000’li
yıllarda, “Demokratik
Değişim”
sloganı kullanılmaya başlanmıştır.
Mısır
Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in iktidara gelmesinden sonra
diyaloga katılan Müslüman Kardeşler, resmen yasak olsa da,
ülkenin en büyük muhalif gücü idi.
Siyaset
sahnesinde resmen yasaklansa da etkin bir sosyal yardım ağına
sahip olan Müslüman Kardeşler; yoksullara, üniversitelerde ve
sendikalarda durumu kötü olanlara yardım organizasyonları
düzenliyordu. (Özellikle camilerde aktif durumdaydılar.)
Okullar,
hastaneler vb. sosyal yardımlaşma ağlarıyla toplum üzerinde
büyük bir etkiye sahip olan Müslüman Kardeşler, Ortadoğu’nun
en büyük ve etkin örgütü olarak biliniyor. 2005’deki genel
seçimlerde büyük başarı gösteren ve parlamentoda 88 sandalye
kazanan hareket, birinci turuna katılmakla birlikte, iktidar partisi
geniş çaplı yolsuzluk yaptığı ve şiddet uyguladığı
gerekçesiyle boykot ettiği seçimlerin Aralık 2010’daki ikinci
turuna katılmadı.
Müslüman
Kardeşler, 60 yılı aşkın bir süredir yasadışı, fakat
müsamaha gösterilen bir hareket.
Katıldığı
her seçim, insanları seferber etme konusunda yüksek kapasiteye
sahip olduğunu gösterdi.
İHVAN’IN
BUGÜNÜ
Müslüman
Kardeşler in günümüzdeki lideri Muhammed Bedi, 2009 Aralık
ayında, 30 kişilik Danışma Konseyi tarafından, 7. Genel Mürşit
Muhammed Mehdi Akif yerine, 8. Genel Mürşit seçildi. 16 kişilik
irşat bürosu için yapılan seçimlerde, genellikle muhafazakâr
olarak tanınan isimler başarılı oldu.
Bugün
de kitleler üzerinde en etkili hareket olan İhvan’ın Mısır
genelinde okulları, hastaneleri, vakıfları var. İllegal oldukları
için, bunlar şirketler ve şahıslar üzerine yapılıyor.
Yoksulara, yetimlere ve öğrencilere yardım ediliyor. Devlet
denetimi dışında kalan yapılarda, meslek örgütlerinde (hâkim,
avukat, gazeteci, mimar, mühendis) ciddi bir etkiye sahipler.
Üniversitelerde güçlüler. “Devrim Şehitleri”ne ayda 700–800
dolar yardım yaptıkları söyleniyor.
İhvan
artık 1930’ların İhvan’ı değil. Hasan EL Benna’nın
Kahire’de o dönemlerde ilişki kurmaya çalıştığı
kapitalistler, fabrika sahipleri zenginlerle ilişkiler bugün daha
gelişkin durumda. İhvan’ın içindeki sermaye sahiplerinin,
kapitalistlerin sayısı hiç de az değil. İşadamlarıyla, şirket
sahipleriyle, yüksek gelirli meslek sahipleriyle sistemin içine
çoktan girmiş ve bu yönüyle AKP ve daha da çok Fethullah Gülen
Cemaati şahsında beliren “Türkiye modeli”ni çoktan hayata
geçirmiştir. Artık İslam’ı, “ılımlı İslam” olarak
kapitalizmin ötesinde değil ama içinde arayıp bulmaya hazır
olacak kadar yöneticileri ve dayanaklarıyla palazlanıp
zenginleşmiştir İhvan.
Yöneticiler,
esas olarak mülk sahibi zenginler ya da yüksek gelirli meslek
sahipleri. (Muhammed Bedi eski bir akademisyen) Ancak, bu etkin
hareketin bütününü bağlayacak ve irade birliği oluşturacak bir
programları yok. Suriye’de, Lübnan’da, Filistin’de etkinler.
Ancak bu kolları arasında da politik ve ideolojik bir birlik
bulunduğu söylenemez.
Mısır’daki
İhvan hareketinde bugün üç eğilim var: Muhafazakârlar,
reformcular ve radikal eğilimler. İhvan’da uzun süredir genel
olarak liberalizme daha yakın ve uzlaşmacı eğilimleri ağır
basıyordu. Bugün Mısır’da, neo-liberal ve “İslam’la
demokrasinin sentezi”nin örneği olarak gösterilen Amerikancı
“ılımlı İslamcı” “Türk Modeli”, hareketin muhafazakâr
kesimi (M. Bedii) tarafından bile benimseniyor.
İhvan’ın
evsanevi lideri Hasan El Benna’nın Avrupa’da yaşayan torunu
Tarık Ramazan’a göre, “İhvan
bünyesinde farklı eğilimler barınıyor. Fakat hareketin liderliği
artık genç üyelerin arzularını tam olarak temsil etmiyor.
Gençler dünyaya daha açık, ülke içinde reform gerçekleştirmek
derdinde ve Türkiye örneğinden heyecan duyuyor. Birleşik bir
hiyerarşik görünüşün arkasında birbiriyle çatışan güçler
var. Hareketin hangi yola gireceğini kestirmek çok zor.”
İhvan’nın içinde katı dindarlarla “Türkiye örneği”ni
savunanlar arasında her şey olabilir, ancak artık İhvan’ın
“radikal İslamcı” olarak tanımlanan türden bir yol tutacağını
ileri sürmek gerçekçi olmaz.
İhvan
içinde yoksul ve emekçi tabanla yönetici seçkinler arasında
Mübarek’in gölgesinden kurtulmuş olmaktan beslenen bir
ayrışmanın çıkması çok güçlü bir olasılıktır. Şimdi,
güçlü ana eğilim olarak, bundan sonra kurulacak düzen içinde
etkin bir yer kapmanın planı yapılmaktadır. Gerek bu tutum, gerek
ayaklanma başlangıcındaki ikircikli, temkinli ve geriden gelen
tutumu, gerekse de İhvan liderlerinin “Camp
David dahil Mısır devletinin yaptığı bütün uluslararası
anlaşmalara saygılı olacağız”
türü açıklamaları, İhvan’ın önümüzdeki süreçte tabanı
üzerindeki etkisini sürdürmesinin zor olacağına, “cemaat”
içi tartışma ve gerilimlerin yanı sıra tabanla ilişkilerde
gerileme yaşanması olasılığının küçümsenmemesi gereğine
işaret etmektedir. Ancak ele geçirilecek ya da bir ucundan
tutulacak iktidar olanaklarının kullanımıyla genişleme ve
güçlenme de şüphesiz bir olasılıktır ki, Türkiye’de
denenmiş ve başarılı olduğu görülmüştür –işte İhvan’a
egemen görünen ana eğilim de bunun yolunu açmak amacıyla her
türlü tavizi vermeye hazır bir görüntü vermektedir. İhvan,
aslında bu yönelimin temellerini, 2000’li yıllarda klasik seçim
sloganı olan “Çözüm
İslam’da”
sloganı yerine “demokratik
değişim”
sloganının koyarak atmıştı.
İhvan’ın
şimdiki lideri Muhammed Bedii, ayaklanmadan 16 gün sonra yaptığı
açıklamada, yine kuşkusuz bu doğrultuda, eskiden “dar-ül harp”
olarak niteledikleri düzenin başlıca kurumu ve polis vb. türü
dayanaklarının çöktüğü özellikle bugünkü temel dayanağı
olan Mısır Ordusu’na ilişkin olarak, “Bu
halkı askeri darbe tehdidiyle korkutamasanız. Çünkü bu halk
ordunun halkın ordusu, askerin de halkın askeri olduğuna inanıyor.
Ordu, bu ülkenin ve halkın muhafızıdır. Halkın umutlarına ve
isteklerine karşı darbe yapmak mümkün değildir.”
diyebilmiştir.
Yine
İhvan’ın liderlerinden İrşad Bürosu üyesi Saad el-Hüseyin,
Milliyet’ten Hasan Cemal’e yaptığı açıklamada şöyle
konuşmuştur: “Son
dönemde iyi sınav verdi ordu. Halktan yana kullandı gücünü...
En kısa zamanda seçilmiş hükümete bırakacağız diyor ordu. Ona
inanıyoruz.”
“Yol
haritası nedir?” sorusuna ise şu sıralamayla cevap veriyor:
1-
“Cumhurbaşkanı adayı göstermeyeceğiz.”
2-
“İlk milletvekili seçimlerinde çoğunluğu sağlamak için
uğraşmayacağız.”
3-
“Dört-altı ay arasında önce parlemento, sonra cumhurbaşkanı
seçimleri yapılsın.”
4-
“Yeni parlamento, yeni anayasa ve temel yasalara el atılsın.”
5-
“Demokrasinin temel ilkelerine sadığız, bağlı kalacağız.
Halk isterse geliriz, istemezse gideriz.”
Bu
açıklamalarına bakılarak bile, İhvan’ın yeni sürece
olabildiğince sorunsuz ve hızlı geçmeyi düşündüğü
söylenebilir. Aktardıklarımız, Fethullah Gülen cemaatiyle
AKP’nin Türkiye’de izledikleri “saman altından su yürütme”
ya da “köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı” deme tutumunu
hatırlatmakta ve başka açılardan olmasa bile, bu açıdan
Türkiye’nin “örnek” alındığını belirtmektedir.
İhvan’nın
“ılımlı İslam” yönelimiyle ABD ve Mısır tekelci
gericiliğiyle sağladığı yeni ilişkilerin sonucu olarak Mısır’da
düzenin dayanakları arasına katılacağı anlaşılıyor, ancak
yeni sürece nasıl dâhil olacağı önümüzdeki günlerde
netleşecek. İhvan’ın bir siyasi partiye dönüşmesi pek olası
değil. Muhtemelen manevi bir güç olarak varlığını sürdürecek
ve böylelikle doğrudan siyasi bir sorumluluk üstlenmemiş
görünerek elinin serbest kalmasını sağlamaya, dolayısıyla
“müminler” üzerindeki etkisinin sürmesini garanti altına
almaya çalışacak. İhvan, Gülen benzeri böyle bir tutumla,
kendisini sözde “manevi” önderlik ve “sosyal dayanışma”
işleviyle sınırlanmış göstererek korumaya alırken, siyasal
süreçlerde yer almak üzere, kuşkusuz “el altından”
destekleyeceği/yönetip yönlendireceği yeni bir parti mi kurulur
(en güçlü ihtimal bu), yoksa İhvan mensubu bazı siyasetçilerin
kurduğu (bunların İhvan’la organik bağı bulunmuyor) Vasat
Partisi mi bu işlevi yüklenir; bunu önümüzdeki günlerde
göreceğiz.
Ancak
bir olguya değinmeden geçmek olmayacak ki, o da şu: Modern
kapitalist dünyada bütün İslami örgütlenmeleri önceleyerek,
doğrudan bir siyasal örgütlenme olmadan, ama siyasal/sosyal bir
cemaat olarak Müslüman Kardeşler sahneye çıkmış ve
yaklaşımları, izledikleri yöntemler ve örgüt biçimleriyle tüm
İslami örgütlenmelere örnek oluşturmuştur. “Cihat”, ama
ilan edilmemiş gibi yapılması ve “dar-ül harp” içinde
çalışma yürütme, “Salı Toplantıları”, “Işık evleri”ni
hatırlatan on kişilik aileler halinde örgütlenen ve haftada bir
toplantılar yapan “taburlar”, “ağabeylik”in
müesseseleştirilmesi vb..’nin, başka İslami örgütleri bir
yana bıraksak bile, Gülen cemaati bakımından yol gösterici
olduğu ve örnek alındığı kesindir. Ancak tıpkı kapitalist
sektörler ve işkollarıyla, emperyalist ülkeler arasındaki
ilişkide olduğu gibi, “eşit olmayan ve sıçramalı gelişme”
kuralı işlemektedir, işlemiş ve “boynuz kulağı geçmiştir”.
“Kaderin tecellisi” odur ki, zamanında Müslüman Kardeşler’den
ve deneylerinden öğrenip feyz almış olan Fethullah Gülen cemaati
ve onunla kol kola kah koklaşarak kah sürtüşerek siyaset yapan
AKP, şimdi Türkiye’de kaydetmiş oldukları mesafenin, İhvan’ın
yolundan yürüyerek siyasal iktidarın yürütmesini ele
geçirmelerinin doğrudan bir sonucu olarak, onlara başarılı bir
deney örneği sunmakta ve karşılık olarak “yararlanacağız”
masajı almaktadırlar.
SURİYE
İHVANI
Müslüman
Kardeşler’in Mısır dışına çıktıkları ilk yer Suriye’dir.
Örgüt, bu ülkede 1930 ortalarında belirmeye başlar. Mısır’a
okumaya gelen Suriyeli öğrenciler burada örgütün
faaliyetlerinden etkilenirler. Ülkelerine döndüklerinde İhvan’ın
tohumlarını atmaya başlarlar. Ancak kurumsallaşma, El Ezher’e
hukuk okumaya giden ve 1941’de Hasan El Benna ile tanışan Mustafa
Es-Sıbai öncülüğünde gerçekleşmiştir. Sıbai, Müslüman
Kardeşler’in Suriye kolunun ilk lideri olarak kabul edilir.
Örgütün merkezi karargâhı Halep’tir.
1958’de
Nasır Mısır’ı ile Suriye arasında gerçekleştirilen “Birleşik
Arap Cumhuriyeti” deneyiminin 1961 yılında hayal kırıklığıyla
sonuçlanması, Müslüman Kardeşler’in ülkede çoğunluğu
oluşturan Sünniler üzerindeki ağırlığını kalıcı hale
getirdi.
Örgütün
hedef kitlesini oluşturan bu çoğunluk açısından laik eğimli
yönetici elitin dinsel aidiyeti olan Aleviliğin İslam içi olup
olmadığı konusu zaten hep tartışmalı olmuştur.
Suriye’de
1973’te yürürlüğe konan yeni anayasa İhvan yanlısı ulemanın
tepkisiyle karşılaştı. Anayasanın laik ve ateist eğilimli
olduğu gerekçesiyle saldırıya geçen ulema, İslam’ın devletin
dini olarak kabul edilmesi talebinde bundu.
Hafız
Esat’ın Lübnan iç savaşına Marunî Hıristiyanlardan yana
müdahalesinin hemen ardından, İhvan, Suriye’de rejime karşı
cihat ilan etmeye karar verdi. Baasçı bürokratlara, Alevi
liderlere, gizli servis üyeleri ve istihbaratçılara yönelik
suikastlar birbirini izlemeye başladı. 1979’da, Halep Harp
Okulu’nda bir Sünni subayın da işbirliğiyle, 200 Alevi öğrenci
üzerine büyük çaplı silahlar kullanılarak açılan ateşte 83
öğrenci öldürüldü. Örgüt, yalnızca Alevileri değil,
ülkedeki Sovyet askeri ve sivil danışmanları ile hükümet
yanlısı ulemayı da hedef olarak belirlemişti.
İktidar,
Halep’te öldürülenlerin “intikamı”nı, 1980 Ağustos’unda
yine Halep’te güvenlik kuvvetlerine ateş açıldığı söylenen
bir binadaki 80 kişinin dışarı çıkarılıp anında infaz
edilmesiyle almıştır.
Ocak
1980’deyse, güvenlik güçleri hapiste bulunan yüzden fazla İhvan
üyesini infaz ettiler. Temmuz 1980’de, parlamento Müslüman
Kardeşler’e üyeliği, hatta onunla bağlantıyı devlete karşı
suç sayıp ölüm cezasına çarptıran bir yasa çıkardı.
Halep’te 80 kişinin öldürülmesi, bu yasanın çıkarılmasından
hemen sonra olmuştur.
HAMA
KATLİAMI
Esat
yönetiminin oldukça ağır operasyonları karşısında örgütün
direnci kırılmaya başlayınca, toparlanmak için strateji
değiştirerek, Ekim 1980’de İhvan öncülüğünde, ama daha
geniş bir kitleyi hedefleyen “Suriye İslam Cephesi” kuruldu. Bu
oluşumun programına “Suriye İslam Devrim Deklarasyonu ve
Programı” adı verildi.
Şubat
1982’de Hama’da İhvan öncülüğünde başlatılan ayaklanma,
Esat iktidarı tarafından büyük çaplı bir şiddetle, tam
anlamıyla kitlesel bir katliam ile bastırıldı.
Kimilerine
göre 20 bin, kimilerine göre 40 bin insanın ölümüyle sonuçlanan
bu katliamın çok fazla su yüzüne çıkmaması, aynı yıl
İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesi nedeniyle gölgede kalmasına
bağlanabilir. Olaylarda ölmeyenlerin de müebbet hapse mahkûm
edilmesiyle Suriye’de iktidar Sünni-İslam muhalefetini iyice
sindirmiştir. Örgütün pek çok üyesi ve lider kadrosu, bu
olaydan sonra Suriye’yi terk ederek dünyanın çeşitli yerlerine
ülkelerine dağıldılar.
Başer
Esat, babasına göre kısmen daha ılımlı bir yönetim sergiledi.
Bunun sonucu olarak Müslüman Kardeşlerin hapisteki üyelerinin bir
kısmı serbest bırakıldılar. Örgütün sürgündeki önder
kadrosu da, oğul Esat’ın kendilerine “zeytin dalı”
uzatmasını beklediklerini ifade ettiler. Ağustos 2010’da
liderliğe getirilen Riyad Şakfa, Başer Esas’ın özgürlük,
insan hakları ve demokrasinin önünü açması durumunda rejim
karşıtı faaliyetleri bırakarak, yasal bir siyasal partiye
dönüşeceklerini belirtti.
Mısır’ın
ardından örgütün güçlü olduğu ikinci büyük ülke olan
Suriye’nin liderlerinin, İhvan’ın “anavatanı”nda
yaşananların ardından hemen reform politikalarını uygulamaya
koymasını, Mübarekten sonra “çanlar kimin için çalıyor?”
sorusuna verilecek yanıt olmak istemedikleri şeklinde yorumlamak
yanlış olmayacaktır.
Ama
her şeye rağmen Arap ayaklanması yayılmaktadır, Suriye de
karıştırılmıştır.
Veee:
İsim isim Suriye’de savaşan örgütlerin listesi
Suriye’de iç savaşın patlak vermesinden bu yana 3 seneden fazla geçti. Ancak Esad yönetimi, 120 bin kadar direnişçinin kendisini düşürmeye çalıştığı bu anda bile halen ayakta.
Beşar Esad 120 Bin Direnişçiye Ve IŞİD’e Rağmen Halen Ayakta…
El Nusra Cephesi ile IŞİD arasında ne fark var?
İşte ülkede fark edilen örgütler bunlardır:
YAZAR:ROI KAIS/Tercüme: Rafael Sadi
Aslında olay, barış ve reform/demokrasi talepleri ile gelen siyasi bir protesto gösterisi ile başladı. Ancak olaya öylesi kanlı ve eli silahlı örgütler de karıştı ki bu durum dipsiz bir iç savaş haline dönüştü.
3 seneden fazla devam eden Suriye iç savasında direnişçiler bugün her zamankinden daha fazla bölünmüş durumdalar. Değerlendirmelere göre direnişçilerin sayısı 100 ile 120 bin arasında tahmin edilmektedir. Bunun %20 kadarının ise Uluslararası Cihat Örgütü’nün bir kolu olan Aşırı Sünni ve kendilerine İslam Devleti diyen örgüte bağlıdırlar.
IŞİD sadece bir kaç yıl önce kuruldu; ancak sesini bir kaç ay önce Orta Doğu’ya, özellikle Irak ve Suriye’ye, VAHŞET salarak duyurdu. Ayrıca Suriye içerisinde Kuzey Doğu Suriye’de savaşmakta olan rakip örgüt El Kaide’nin şubesi diyebileceğimiz El Nusra Cephesi’nden bölge liderliğini adeta almış oldu. Bölgede bulunan bir başka örgüt ise Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’ dur. Bu örgüt bünyesinde de muhafazakar köylü unsurlara sahip Devrimci Suriye Cephesi kolu da mevcuttur. Ayrıca bölgede daha da aşırı İslami gruplar da mevcuttur.
Özgür Suriye Ordusu(ÖSO)’nun ve peşinden sürüklenen örgütlerin, Uluslararası Cihat Örgütü gruplarına karşı olan rakamsal üstünlüğüne rağmen diğerlerinden ayrılan yanı, karşıt görüşte olanlara rağmen ajandalarında Şam’a doğru yürüyerek Beşar Esad’ın yönetimini düşürmektir. Buna karşı IŞİD ve El Nusra Cephesi gibi örgütlerin farklı bir düzen anlayışı olup kendilerine açık hedefler belirlememekteler, hatta belirlenen bazı hedeflerin de aslında kolaylıkla elde edilebilir olmaktan uzak hedefler olduğu bilinmektedir. Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) bir başka sorunu da güçlerinin bölünmüş olması ve her birinin bölgesel yönetim talepleri ile zamanlamayı ve ritmi kararlaştırmak istemeleridir.
Genel olarak diyebiliriz ki IŞİD Kuzey Doğu Suriye’ye bir çomak sokmuştur. IŞİD ağırlıklı olarak agresif bir şekilde, Kürtlerin kuşatmış olduğu bölgeler hariç, bölgede hakimiyet kurmuştur ki bu bölgenin IRAK ile bir tek sınırı bile kalmamıştır. Söz konusu bölgeye bu acımasız örgüt hükmetmektedir. Aşırı örgüt IŞİD Irak sınırı yakınındaki Abu Kemal yöresi ile Türk Sınırı yakınındaki Bab Yöresi arasındaki alanda hakimiyet sürdürmektedir. IŞİD’in hedefleri arasında Halep’e kadar uzanabileceği bir alana sahip olmak yer almaktadır. Böylece örgüt, güney bölgesinde Şam varoşlarına bir çomak daha sokabilmektir. Bu bölgede Filistin Mülteci Kampı El Yarmuk ve Hacer-ül Esved mevcuttur. Kalmon’da ise IŞİD’in El Nusra Cephesi yakınında belirli bir hakimiyeti zaten mevcuttur. Ancak güneyde herhangi bir varlığı mevcut değildir. Dara şehrinde ise oldukça zayıf bir etkinliğe sahiptir.
Güney Cephesi’nde oldukça kuvvetli olan örgüt, El Nusra Cephesi örgütüdür. Son olarak yaşanan savaş Golan Tepeleri’ndeki Kuneytra bölgesinde gerçekleşmiştir. Aslında bu örgütün Deyrezor bölgesindeki kayıplarını telafi çabasıydı.
Örgütün hedefi ise mini bir emirlik kurmaktır. Bölgede savaşanların çoğu Dara’nın varoşlarından ve Şam’ın varoşlarından gelmişlerdir.Aslında bir çoğu 1967 Altı Gün Savaşı’nda Golan tepelerinden kaçmış olanlardır. Nusra örgütü Doğu Dara’dan başlayarak Kuneytra bölgesine doğru işgal ede ede gelmişlerdir. Ondan sonra da Kuzeye doğru yol alarak Şam’a varmayı hedeflemektedirler.
El Nusra Cephesi sadece Güney Suriye’de bulunmuyor. Örgüt aynı zamanda bu Arap ülkesinin merkezinde, Hama ve Humus’ta, var olabilmek için büyük çabalar harcamaktadır. Aynı zamanda Şam varoşlarında da mevkileri mevcuttur. Özellikle Rawta El Şarkiye denilen ve El Arabiya denilen bölgeler ile Şam’ın güney mahallelerinde de etkindirler.
Kabaca söylemek gerekirse Esad sahil boyunca Şam’a kadar hakimiyetini sürdürmektedir. Mesela başkentin doğusunda çok daha az hakimiyeti kalmıştır. Varoşlarda ve mahallelerde Suriye Devlet Başkanı Esad’ın başı oldukça sıkıntıdadır. Aslında Esad, halen kuvvetlerini bu bölgede merkezi bir savaş için hazırlamış değildir. Durum güney cephesi ve Kuneytra için de geçerlidir. Özellikle Esad Kuneytra’da çok büyük derttedir. Direnişçilerin iddiasına göre kendileri bölgenin %80’ine hükmetmiş durumdadırlar.
Sonuç olarak Suriye’de değişik örgütler çerçevesinde yaklaşık 120 bin kadar direnişçi savaşmaktadır. İngiliz haber ajansı BBC daha bir kaç ay önce Suriye’de silahlı 1000’den fazla irili ufaklı oluşum olduğunu belirtmişti. İşte bölgeden belli başlı direniş örgütleri:
ÖZGÜR SURİYE ORDUSU (ÖSO)
Kuruluş Yılı : 2011
Lideri : Abed El Alia el Başar
Savaşçı Sayısı :40-50 bin arası
Aslına bakacak olursak ÖSO, direnişçilerin en büyük organizasyonu ve çatı örgütüdür.
Bu örgüt en ılımlısı ve ılımsızıdır. Özgür Suriye Ordusu bu alanda kurulan ilk örgüt olup Uluslararası platformda tanınmış ve gerek Avrupalılardan gerekse ABD’den destek almıştır. Örgüt aynı zamanda Körfez ülkelerinden de silah ve para yardımı aldı. Özellikle Suudi Arabistan’dan ve savaş süresince de ABD’den sürekli yardım aldılar.Gönderilmiş olan silahların yanlış ellere geçebilme ihtimali en büyük endişelerden biriydi.
En büyük organizasyona sahip bu direniş ordusu, Suriye ordusundan kaçmış asker ve subaylardan oluşmuşstur. Bugün Özgür Suriye Ordusu’nun başında Abed El Aliya Al Başar bulunmaktadır ve ordudan uzaklaştırılan General Selim İdris’i ikame etmektedir.
Özgür Suriye Ordusu liderliğini IŞİD’e kaptırmış durumda…
Özgür Suriye Ordusu birlikleri arasında :
Suriye Şehitleri Birliği
Cabel A-Zawiyya Şehitleri Birliği
Suriye’nin Özgür Doğmuş Evlatları Birliği
Sözü edilmesi gereken bir diğer birlik ise Suriye’nin Devrimcilerini Kurtarma Birliği’dir.
Aslında ÖSO bu birliklerden oluşmuş bir koalisyondur. ÖSO, bu silahlı grupların koalisyonudur ve en büyükleri olarak kabul edilmektedir. Bu koalisyon Eylül 2012’de kuruldu. Bir kaç ay öncesine kadar da 35 bin kadar savaşçısı olduğu belirtildi. ÖSO savaşçı gruplarından da söz edeceksek savaşçı gruplarında isimlerini zikretmekte yarar vardır:
AL- FARUK
AL- TOHİD
AL- FATAH
AL- İSLAM
AL- ŞAM bölükleri ve daha başkaları da mevcuttur.
Suriye’nin Devrimcilerini Kurtarma Cephesi, her ne kadar ÖSO komutasını kabul etse de ve ÖSO ile kıyaslandığında ılımlı sayılsalar da ayrıldıkları nokta Batılı güçlerin yardım konusudur. Bu birlik genellikle İdlib , Şam ve Halep’te faaliyet göstermektedir.Örgütün başında ise Cemal Maaruf bulunmaktadır.
Daha bir kaç gün önce Şam hükümet güçleri kendisini havadan bir saldırı ile imha etmeyi denediler ama kendisi bu saldırıdan kurtuldu.
BAĞIMSIZ DİRENİŞÇİLER
Bağımsız örgütlerden en önemlileri:
1- Peygamberin Zürriyeti Bölükleri
Kuruluş Yılı : 2012
Savaşçı Sayısı : 7000 kadar
2- El Asala A Watanmiya
Kuruluş Yılı : 2012
Savaşçı Sayısı : 13000 kadar
Bağımsız direnişçiler aslında ÖSO ile ilişkidedir. Ancak onlara ve genel komuta merkezine bağımlı değildirler. Bu bağımsız direnişçiler Katar ve Türkiye’nin desteğine sahiptirler. Belki de Suudilerin de…
Bağımsız direnişçiler derken bunların arasında Peygamberin Zürriyeti Bölükleri’ni hatırlatmakta yarar vardır. Bu bölük 2012 yılında kuruldu ve 40 kadar değişik ama İslami oryantasyonlu silahlı grup tarafından ortaya çıkmış bir koalisyondur. 7000 kadar savaşçısı olduğu bilinmekte ve faaliyetleri de İdlib kapısındadır. ÖSO ile iyi ilişkiler içindeyken, IŞİD ile bir savaş içindedirler. IŞİD bu bölüğü geçtiğimiz sene Kuzey Suriye’deki A-RKA şehrinden kovmuşlardı.
Bir başka bağımsız direnişçi grubu ise El Asala Watanmiya grubudur.Bu grup veya örgüt te 2012 yılında kuruldu. Bu örgüt 13 bin kadar savaşçıdan oluşan başka bir İslami koalisyondur. Örgüt Suriye’nin tamamında faaliyet göstermekte olup ağırlıklı olarak Halep ve Badir A-Zur da merkezileşmektedirler. Başka bir örgüt ise Direniş Savunucuları Birliği’dir.Bu da ÖSO ile iyi ilişkiler içinde bulunan başka bir koalisyon ortağıdır ve bu birlik te 2012 yılında kurulmuştur. Destekçileri ise Müslüman Kardeşler Örgütü (MKÖ)’dür.
İSLAMİ CEPHE
Kuruluş Yılı : 2013
Lideri:Zahran Aluş
Savaşçı sayısı : 45 bin kadar
2013yılının Kasım ayında kurulan bu birlik en az 7 farklı silahlı bölükten oluşmaktadır. Bu birlik Salafi İslami eğilimleri olan, İslami Cephe adı altında Özgür Suriye Ordusu ile El Kaide ideolojisi altında kurulan diğer İslami gruplar arasında köprü vazifesi kurarak Başer Esad’a karşı birlik kurulmasına yardımcı olmaya çalışan bir örgüttür.
Jayish El Islam grubu ise İslam Cephesi’nin bir kolu olup 50 değişik silahlı gruptan oluşmuştur. Başlarında da Zahran El Alush komutasındaki İslam Birliği bulunmaktadır. Bir başka merkezi örgüt ise Suriye İslam Cephesi ve Ahrar Al-Şam Birliği’dir. Aralık 2012’ de 12 değişik silahlı birliğin oluşturduğu koalisyon tarafından kuruldu. Kısa bir süre önce bir kaç lideri, IŞİD’in hedef alındığı bir operasyon sonucu imha edilmiş oldular.
EL NUSRA CEPHESİ
Kuruluş Yılı :2012
Lideri : Abu Muhammed El Gulani
Savaşçı Sayısı : 7bin-5bin arası
Eymen El Zevahiri Suriye’de El Kaide’ye sadık bir şubedir.
Eymen El Zevahiri ise Dünyanın bir numaralı terör örgütü El Kaide’nin başındaki Usame Bin Ladin’in halefidir. ABD, örgütü ve kendisini uluslararası terör kara listesine koymuş durumdadır.
El Nusra Cephesi 2012 yılından beri Suriye’nin bir çok bölgesinde savaşın karmaşıklaştırdığı bölgeler hariç faaliyettedir. Örgüt aynı zamanda sosyal işler ile de ilgilenmektedir. Halka verdiği hizmetlerle de biliniyor. Ancak El Nusra Cephesi, IŞİD’in verdiği hizmetler kadar hizmet veremiyor; çünkü IŞİD’in gelirleri çok daha fazladır.
Örgütün lideri Abu Muhammed El-Guliani’dir. Guliani Nisan 2013’te IŞİD ile birleşmeyi reddetti ve IŞİD lideri Ebu Bekir El Bağdadi’ye kendisinin ve örgütünün orijinal El-Kaide’ye bağlı kalacağını beyan etmişti. O tarihten itibaren de iki örgüt birbirlerinin kanını Esad’ın ordusunun kanını akıttıklarından fazla akıttılar ve akıtmaya devam ediyorlar.
HALKIN KORUYUCULARI BİRLİĞİ(YPG)
Kuruluş Yılı : 2011
Lideri : Sifhan Hamo
Savaşçı sayısı :10-15 bin arası
Kürtlerin, Demokratik Birlik Partisi(PYD) güçleri, ki bu güçler aslında Kürtlerin Türkiye’deki yeraltı örgütü PKK ile özdeşleşmektedir. Bu birlik aslında Suriye’nin Kürt bölgesi olup Kuzey Doğusunda 2012’ de Esad ordularının çekilmesinden sonra bölgeye hükmetmektedirler. Savaşlarının en önemli bölümünü Aşırı Cihatçılara karşı vermişlerdir ki en aşırısı olan IŞİD onların topraklarına el koymak istediler.
İSLAM DEVLETİ (IŞİD)
Kuruluş Yılı : 2004
Resmen İlanı:2013
Lideri : Ebu Bekir El Bağdadi
Savaşçı sayısı : 20-30 bin arası
Nisan 2013’te Abu Bekir El Bağdadi IŞİD’in kuruluşunu resmen ilan etmişti.İlk ismi IŞİD harflerinin açılımı olan Irak Şam İslam Devleti idi. Şimdilerde ise kendilerine sadece İslam Devleti demektedirler.
Son olarak ABD haber alma örgütü CIA’nin beyan ettiğine göre bu örgüt bünyesinde 20 ile 30 bin kadar silahlı savaşçı barınmaktadır.
Suriye’de ve başka ülkelerde bulunan en vahşi terör örgütü olarak tanımlanan bu örgütün elemanları Suriye dışından gelmiş yabancılar olup , Arap ülkelerinden , Batılı ülkelerden ve başka ülkelerden gelmişlerdir. Örgütün eylemleri adeta vahşet ve korku filmlerini aratmayacak sahneler ile dolu olup bu eylemlerini sivil halka karşı gerçekleştirmektedirler. Bu örgüt elde etmek istediklerini kimse ile uzlaşmadan ve kesin kararlılıkla hatta fiili durum yaratarak ‘oldu bitti’ye getirmektedir. Şöyle ki, Hilafet kurmak, Irak ve Suriye topraklarında Hilafet ilan edip başına Ebu Bekir El Bağdadi gibi bir Halife getirmek ve bu noktadan sonrada başka coğrafyalara genişleme yolunu kısaltmak gibi.
IŞİD aynı zamanda sosyal yardımlar da yapıyor ve kömür makarna dağıtıyor….
IŞİD aslında El-Kaide’nin yolunda ilerlemektedir. Amerika’nın Irak’ı işgalinden sonra örgüt lideri Ürdünlü Ebu Musab Zerkavi’yi imhasından sonra Suriye Muhalefeti, IŞİD’in diğer direnişçiler ile savaşması için Suriye yönetiminden ve müttefiklerinden destek aldığını iddia ediyorlar. Bilindiği kadarı ile Suriye İstihbarat birimlerince tanınan IŞİD elemanlarına Amerikalıların işgali esnasında göz yumduklarıdır ve Cihatçıların Irak’a sızmalarına sonuçta da ABD ordusundan kan dökmelerine de izin vermiş oldukları açıktır.
Yardım dağıttığı gibi kafa da kopartabiliyorlar…
IŞİD en büyük desteği İran Körfezi’ndeki ülkelerden almaktadır. Vahşetinin yanı sıra örgüt halk kitlelerine yaptıkları sosyal yardımlarla da bilinmektedir. Ve bu konuda örgüt bölgedeki en hakim kurumdur. Sosyal yardımlar arasında elektrik, eğitim vs. Hatta örgüt birçok emlağı da bünyesinde bulundurmaktadır. Mesela benzin istasyonları, fırınlar, bankalar ve en önemlisi petrol kuyuları (Kuzey Doğu Suriye’de)
HURSAN
ABD liderliğindeki koalisyon birliklerinin vurmuş olduğu bazı hedeflerin HURSAN örgütüne ait olduğu teyit edilmiştir. Bu örgütün elemanları da Başkan Obama tarafından uzman deneyimli El Kaide elemanları olarak tanımlandı. Kişiler örgütün Suriye’ye geçmiş olan bir ekibi olarak kabul edilmekte bir çok Amerikan kurumu bu kişileri acil tehdit olarak adlandırmaktadırlar.
Bu kişiler batılı hedefler için acil tehdit sayılmaktadırlar.
ABD Hükümeti HURSAN’ın varlığını sadece geçtiğimiz hafta tanıdı ve ABD Milli İstihbarat Başı James Kleper kişilerin Irak ve Suriye’de Batıda terör üretmek maksadı ile çalıştıklarını ve ABD’ye karşı doğrudan tehdit olduğunu belirtmiştir. Kendisi bu bilgileri istihbarat konulu komisyonda Washington’da dile getirdi.
Ölü sayısı 100 binleri aştı!!
Ahfad el-Resul Tugayı
Ahrar el-Şam el-İslamiye Hareketi
SURİYE İSLAM CEPHESİ
Liva el-İslam
CEYŞ EL-İSLAM
Liva el-Fetih
Liva el-Tevhid
Sukuru'ş-Şam
Faruk Tugayı
SURİYE İSLAMİ KURTULUŞ CEPHESİ
Ahrar Suriye Tugayı
Suriye Şehitleri Tugayı
ÖZGÜR SURİYE ORDUSU YÜKSEK ASKERİ KONSEYİ
Halk Savunma Birlikleri (YPG)
Rojava Savunma Gücü
şehit Umeyye El Cbara
Bölgede faaliyet gösteren diğer radikal İslami terör örgütlerinden bazılarının isimleri şöyle:
* El Nesir Tugayı,
* Fethellah Tugayı,
* Lailaheillallah Tugayı,
* El Zilzal Tugayı,
* Eli Bin Ebu Talib Taburu,
* Mergede Taburu,
* Diree El Cezire Taburu,
* El Adiyet Taburu,
* Mehemediye Devleti Askeri Taburu,
* El Ebrar Taburu,
* Şedade Taburu,
* Cund El Heremen Taburu,
* Cuhdullah Taburu,
* Ehrar El Tewaif Taburu,
* Sirrin Taburu,
* El Sunne Taburu,
* Mariee Taburu,
* Ayşe Taburu,
* Ehrar El Şam Taburu,
* Ehrar Ebu Rasen Taburu,
* Ehrar El Herb Taburu,
* Usame Bin Zeyd Taburu,
* El Qarie Taburu,
* Allahuekber Taburu,
* Devrimci Fedailer Taburu,
* El Zahiriye Şehitleri Taburu,
* İbn El Qeyn Taburu,
* El Taife El Mensura Taburu,
* El Muwahedin Taburu,
* Enwer El Heq Taburu,
* Ehrar El Şedadi Taburu,
* Serayen El Medine El Munawere Taburu
* Fethellah Tugayı,
* Lailaheillallah Tugayı,
* El Zilzal Tugayı,
* Eli Bin Ebu Talib Taburu,
* Mergede Taburu,
* Diree El Cezire Taburu,
* El Adiyet Taburu,
* Mehemediye Devleti Askeri Taburu,
* El Ebrar Taburu,
* Şedade Taburu,
* Cund El Heremen Taburu,
* Cuhdullah Taburu,
* Ehrar El Tewaif Taburu,
* Sirrin Taburu,
* El Sunne Taburu,
* Mariee Taburu,
* Ayşe Taburu,
* Ehrar El Şam Taburu,
* Ehrar Ebu Rasen Taburu,
* Ehrar El Herb Taburu,
* Usame Bin Zeyd Taburu,
* El Qarie Taburu,
* Allahuekber Taburu,
* Devrimci Fedailer Taburu,
* El Zahiriye Şehitleri Taburu,
* İbn El Qeyn Taburu,
* El Taife El Mensura Taburu,
* El Muwahedin Taburu,
* Enwer El Heq Taburu,
* Ehrar El Şedadi Taburu,
* Serayen El Medine El Munawere Taburu
Vee devam edip gidiyor.....
Artık hedef ne, nerede, kim, kiminle, nasıl, ne zaman olmaktan uzak görünüyor. Elbette tahmin eden yada görebilen varsa bizimle paylaşmakta özgürdür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder